Yüksek fütûhâtı vesilesiyle her dâim hatırımızda olan Yavuz Sultan Selim Hân’ı, vefâtının sene-i devriyesi olan 22 Eylül gününde, hizmetleri ve eserleriyle hatırlıyor, hayırla ve minnetle yâd ediyoruz. Hayatı hakkında geniş bilgiye, vefâtına ilişkin anlatıma, fütûhâtı ve hizmetleri hakkında geniş malûmâta Yavuz Sultan Selim Hân arşivimizden ulaşabilirsiniz.
Büyük Selçuklu Devleti’nin, dağılışını müteakip farklı coğrafyalarda muhtelif devletler tarafından sürdürülen varlık döneminin ardından kurulan Osmanlı Devleti, tasavvufî temeller üzerinde yükselmiştir. Tasavvufun edep ve düsturları, Osmanlı Devleti’nin büyük bir devlet hâline gelişinde ve üç kıtaya yayılışında âdeta bir maya tesiri göstermiştir.
Osmanlı beyliğinin büyük bir devlet olarak neşv ü nemâ bulmasında en büyük paya sahip olan Şeyh Edebâlî Hazretleri, ahî teşkilâtının reisi olmakla beraber, tasavvuf tarihine dair kayıtlara göre Vefâiyye tarîkatının şeyhlerindendir.[1] Aynı devirde tesir sahibi velîlerden olan ve “Geyikli Baba” olarak bilinen büyük zâtın da Vefâî olması,[2] bu noktada hatırlanması gereken bir başka mühim husustur. Vefâiyye tarîkatı, Osmanlı devrinde insanların gerek ihtidâsı gerekse zühd ve takvâ hayatını benimsemesi konusunda etkili bir tarîkat olarak temâyüz etmiştir.[3]
Osman Gazi’den itibaren Osmanlı padişahlarının istisnasız tamamı tasavvufla hemhâl olmuş, bunlardan kimisi intisâbını sâdık bir mürîd, kimisi ise muhîb seviyesinde yürütmüştür. Yavuz Sultan Selim Hân, tasavvufî yönü son derece güçlü, manevî yönü kuvvetli padişahlardandır. Nitekim devrinin şâhidleri kendisini, büyük bir velî olarak tavsîf etmişlerdir.
Yavuz Sultan Selim Hân ve Halîmî Çelebî
Sühreverdiyye tarîkatının Zeyniyye kolu meşâyihinden Hacı Halife’nin halifelerinden olan Halîmî Çelebî ile Yavuz Sultan Selim Hân’ın tanışıklık ve dostluğu, sultanın şehzâdeliği dönemine dayanır. O devirde Trabzon Sancakbeyliğinde bulunan Yavuz Sultan Selim Hân, Kastamonu’da ikamet etmekte olan Halîmî Çelebî’yi bu şehre davet etmiş ve kendisine imam tayin etmekle beraber, o sıralarda henüz yetişme çağında bulunan şehzade Süleyman’ın da hocalığına getirmiştir.
Halîmî Çelebî, Yavuz Sultan Selim Hân’ın İran ve Mısır seferlerinde yanında bulunmuş, vefâtına dek sultanın yanından ayrılmamıştır. Mısır seferinin dönüş yolunda Şâm’da vâki olan vefâtı, sultanı son derece mahzun etmiştir. Hatta kimi tarihçiler, sultanın sağlığının bozulmasına yönelik sebepler arasında bu vefât hâdisesini önemli bir etken olarak zikretmişlerdir.[4] Şiir konusunda da mâhir bir kimse olan Halîmî Çelebî’den, Yavuz Sultan Selim Hân’ın bu alanda da istifâde ettiği belirtilmiştir.[5]
Seyehatnâme adlı şâheserin sahibi Evliyâ Çelebî de Yavuz Sultan Selim Hân ve Halîmî Çelebî arasında geçen görüşme ve hâllere dair anlatımlardan bazılarını eserine kaydetmiş ve her ikisinin velâyetini özellikle vurgulamıştır.
Yavuz Sultan Selim Hân ve Hasan Can Çelebî
İlme ve ulemaya son derece hürmet gösteren Yavuz Sultan Selim Hân, düzenlemiş olduğu seferlerde, dikkatini çeken âlimleri beraberinde İstanbul’a getirmiş ve sahip bulundukları ilmi, insanların istifâdesine sunmuştur. Kendisine nedîm edindiği Hasan Can da, İran seferinde Tebriz’den İstanbul’a getirdiği âlimlerdendir.
Hasan Can, tasavvuf ehli bir gönül insanı olarak tarif edilmiştir. Sultanla mülâki oluşundan vefat edinceye dek geçen altı senelik süre zarfında yanından hiç ayrılmamıştır. Sultanın vefât hastalığını tespit eden o olduğu gibi, bu konuda kendisine ilk ikazı yapan da o olmuştur. Yavuz Sultan Selim Hân’ın: “Bu ne hâldir?” sualine karşılık, vefâta yönelik ihbârını, “Sultanım, Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edip O’nunla olacak zamandır!” ifadeleriyle ifşası, sultanla ilgili yazılan hemen her kitap ve makalede kayıtlı bulunmaktadır.[6]
Yavuz Sultan Selim Hân ve Ahrâriyye
Yavuz Sultan Selim Hân, Mısır seferi dönüşünde Şâm’da bir süre konakladığında bölgenin önde gelen meşâyihinden Şeyh Muhammed el-Bedahşî Hazretlerini ziyâret edip sohbetlerinde bulunmuştur. Şeyhin vefâtı da kendisine bir rüya ile bildirilmiştir. Bu rüya ve Şeyh Muhammed el-Bedahşî Hazretlerinin Yavuz Sultan Selim Hân’a mektupları, aralarında mânevî irtibat bulunduğuna dair mukni delillerdir.
Şeyh Muhammed el-Bedahşî Hazretleri, Silsile-i Aliyye’nin on dokuzuncu altın halkası Mevlânâ Ubeydullâh el-Ahrâr Hazretlerinin yetiştirdiği meşâyihten olan Mevlânâzâde Muhammed Abdullah Otrârî’nin halifelerindendir. Şeyhinin vefâtından sonra, halifelerinden Molla İsmail Şirvânî Hazretleriyle dostluğunu sürdürmüştür. Şâm bölgesinde ikamet eden Nakşibendî büyüklerinin öncülerinden olduğu belirtilmektedir.[7]
Yavuz Sultan Selim Hân’ın tasavvufî mesâile ziyâde ilgi duyduğu ve bu alanda araştırmalar yapıp ilim adamlarını da araştırma yapmaya hatta eser telifine sevk ettiği de bilinen bir husustur. Şeyh Ebü’l-Feth Muhammed el-Mekkî Hazretleri ve Şeyhülislâm İbn Kemalpaşazâde, bu âlimlerin önde gelenlerindendir.[8]
Gerek ilmî gerekse idarî sahada istişarelerine başvurduğu İbn Kemalpaşazâde’nin, Emîr Buhârî Hazretlerinin damadı Şeyh Mahmud Çelebî ve Sünbül Sinan Hazretleriyle yakın münasebet hâlinde bulunmakla beraber, Şeyh İbrahim el-Gülşenî’ye intisaplı olduğu kitaplarımızda kayıtlı bulunan hususlardandır.
Devri boyunca Şeyhülislâmlık yapmış olan Zembilli Cemali Ali Efendi de babası meşâyihten olan, Ebü’l-Vefâ Hazretlerine mürîd, Çelebî Halîfe ve Mes‘ûd Edirnevî gibi sûfîlerle münasebetleri güçlü tasavvuf ehli bir kimseydi.[9] Yavuz Sultan Selim Hân’ın, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri ve Muhyiddîn-i İbn Arabî Hazretleri gibi büyük mürşidlere yönelik yüksek hürmeti, kaynakların üzerinde ittifak ettiği bir konudur.[10] Muhyiddîn-i İbn Arabî Hazretlerinin, Yavuz Sultan Selim Hân ile ilgili ifşaatı ve Şeyhü’l-Ekber’in türbesine yönelik tamirat ve tadilâtı da sıklıkla anlatılagelen bilgilerdendir. Mısır seferi esnasında Hazreti Hızır ile mülâki olduğu da kayıtlı bulunan menkıbelerde yer alan bir anlatımdır.[11]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Muhabbet ve Hürmeti
Yavuz Sultan Selim Hân; babası ve dedeleri gibi, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e büyük bir muhabbet besler ve son derece hürmet ederdi. Öyle ki Hırka-i Saâdet dairesine girer ve odayı elleriyle temizler, düzenini titizlikle takip ederdi.[12] Devlet işleri söz konusu olduğunda cevval bir kimse olarak müdahalelerini yerine getiren sultan, genel yaşantısında ise her an kâinatın efendisi ile birlikteymiş gibi bir edep ve zâhidâne bir hayat üzereydi.
Mısır’ın ve Hicâz’ın yönetimine sahip olmak gibi yüce bir mevkie eriştiğinde kendisine, “Hâkimü’l-Haremeyn” diyenlere karşılık, “Hâdimü’l-Haremeyn”, yani “iki haremin hizmetçisi” unvanını tercih ettiğine yönelik mukabelesini duymayanımız hemen hemen yok gibidir.[13] Sina çölünü geçişi esnasında, “İki cihanın sultanı önümüzde yürüyor” sözüyle ifşâ eylediği manevî sır da halk arasında en çok anlatılan menkıbelerden biri olarak bilinir.[14] Sırlarının âlî olmasını diler, onlara lâyık torunlar olabilmeyi temennî ederiz.
Dipnotlar
[1] Kâmil Şahin, “Edebâlî”, DİA, c. 10, s. 393-394.
[2] Ahmet Yaşar Ocak, “Geyikli Baba”, DİA, c. 14, s. 45-47.
[3] Bu tarîkat, Fatih Sultan Mehmed devri velîlerinden olup Ebü’l-Vefâ olarak anılan ve yaşadığı semtin günümüzde de kendisinin adıyla anıldığı Muslihuddîn Mustafa Hazretlerine nispet edilen Vefâiyye tarîkatı ile karıştırılmamalıdır. Osmanlı’nın kuruluş devrinde etkin olan tarîkat, Abbâsî devri velîlerinden Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî’ye dayanır. Fatih Sultan Mehmed Hân devri velîlerinden olan Ebü’l-Vefâ Muslihuddîn Mustafa Hazretlerinden sonra “Vefâiyye” olarak anılan yol ise Sühreverdiyye tarîkatının Zeyniyye kolunun bir şubesidir.
Belirttiğimiz üzere, her ne kadar bu iki tarîkatın nispetleri birbirinden farklı ise de Ebü’l-Vefâ Muslihuddîn Mustafa Hazretlerinin silsilelerinden birinin Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî Hazretlerine dayanması sebebiyle iki tarîkat arasında mânevî bir münasebetin varlığından bahsedebilmek de mümkündür. Detaylar için bkz. Haşim Şahin, “Vefâiyye”, DİA, c. 42, s. 600-603; Reşat Öngören, “Muslihuddin Mustafa”, DİA, c. 31, s. 269-271.
[4] M. Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, Kapı Yayınları, İstanbul, 3. Basım, 2018 (Nisan), s. 322.
[5] Abdulkerim Abdulkadiroğlu, “Halîmî Çelebi”, DİA, c. 15, s. 343-344; M. Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, s. 30.
[6] Söz konusu mükâleme ve Hasan Can Çelebî hakkında detaylı malûmat için bkz. Nuri Özcan, “Hasan Can Çelebi”, DİA, c. 16, s. 312.
[7] Ahmet Şimşirgil, Kayı, Timaş Yayınları, İstanbul, 9. Baskı, 2013 (Aralık), c. 3, s. 284-286.
[8] Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi; Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, Ketebe Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 62.
[9] Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 344-348.
[10] Yılmaz Öztuna, Yavuz Sultan Selim, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, s. 68.
[11] Kadir Mısıroğlu, Osmanlı Tarihi, Sebil Yayınevi, İstanbul, 2013, c. 1, s.755
[12] Tahsin Yıldırım – Mehmet Kuzu, Osmanlı’nın Peygamber Aşkı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007, s. 56-57.
[13] Osmanlı’nın Peygamber Aşkı, s. 61-63.
[14] Osmanlı’nın Peygamber Aşkı, s. 60.