İnsanların önünde sayısız yol vardır. Bu yollardan bazıları Hakk’a çıkar, bazıları ise ebedî hüsrâna! Peygber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e indirilmiş olan şeriat, geçmişi reddeden değil, hak olarak indirilmiş şeriatları tasdik edendir. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulmuştur: “Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitabı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.” (Mâide Sûresi:48)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in risâletinin başlangıcından itibaren evvelki şeriatlar hükümsüz kalmış, O’nun yoluna tâbî olmayanların kurtuluş ümidi kalmamıştır. Allah Te‘âlâ’ya îmânın lüzûmu da budur. Âl-i İmrân Sûresi’nin 31. âyet-i kerîmesi bu hakîkati ifade etmektedir: “De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de bir gün Ashâbı’na hitâb ederken: “Benim sünnetimden yüzünü çeviren benden değildir” (Buhârî, Nikâh:1; Müslim, Nikâh:5; Nesâî, Nikâh:4) dedikten sonra nakletmiş olduğumuz bu âyet-i kerîmeyi okumuştur.
Ashâb-ı Kirâm’ın Peygamber Efendimiz’e İttibâı
Allah Te‘âlâ’nın âyetlerini kendilerine tebliğ eden Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i Ashâb-ı Kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în) istisnasız her işlerinde dikkate aldılar. Onun her yaptığı, sahâbîlerin dikkatini celbetti. Bunun sebebi elbette ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hayatının her ânını sünnete dâhil kabul etmeleriydi.
Onlar, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i nöbetleşe takip ederler ve haberdar oldukları hâllerini birbirlerine aktarırlardı. Abdullah ibnü Ömer (Radıyallâhu Anhumâ) gibi sahâbîler O’nun bastığı yerlere basarak yürümek suretiyle izini en ince ayrıntısına kadar takip ettiler ve istirahat edecekleri zaman dâhi onun istirahat ettiği mevkîlerde istirahat ettiler.
Aralarında ihtilâf ettiklerinde sünnete başvurdular; Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i vefâtından sonra da kendilerine hakem kıldılar. Bir konuyla ilgili hüküm verecekleri zaman, sünnete kendilerinden daha iyi vâkıf olan büyük sahâbîlere müracaat ettiler.
Sünneti öğrenme konusunda hiçbir sorumluluktan kaçınmayan ve her türlü fedakârlığı sonuna kadar gösteren sahâbîler bildiklerini tabiîn nesline aktarma konusunda da aynı özveriyi sergilediler. Kur’ân-ı Kerîm’i ve onun yanında sünnet-i seniyye’yi bir emanet olarak sonraki asırlara intikal etmek üzere en ince detaylara kadar aktardılar. Bu hizmetlerin sonucunda Allah Te‘âlâ onlardan râzı oldu; onlar da Allah Te‘âlâ’dan…