Bizleri, malımızın sadece kırkta birini infak etmemiz suretiyle[1] «Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele!»[2] âyet-i kerîmesinin tehdidinden kurtaran Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. İslâm şeriatının tamamı gibi zekât ahkâmını da bizlere öğreten Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’ya, âline ve ashabına sonsuz salât ve selâm olsun.
İslâm şeriatında zekât, aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından ziyade nisap miktarı mala sahip olan akıllı ve bulûğ çağına ermiş bir Müslümanın, her yıl malından bir miktarı, belirli şartlar çerçevesinde infak etmesi manasında malî bir ibadettir.[3] Rabbimiz, Müslümanlar için beş vakit namaz kılmayı, Ramazan ayında oruç tutmayı farz kıldığı gibi, şartları kendisinde bulunduran zengin Müslümanların da mallarının bir miktarını fakirlere vermelerini farz kılmıştır. Bu durumda zekât, sadaka gibi kişinin verip-vermemek hususunda serbest bırakıldığı nafile bir ibadet değil; bilâkis vakti geldiğinde malından ayırması gereken bir borçtur.
İslâm’ın bidayetinde tüm Müslümanlar, ihtiyaçlarından fazla olan tüm mallarını İslâm için harcamakla emrolunmuşlardı. Ancak daha sonra zekât müessesesi ile farz olan infak, belirli şartlarla belirli miktara tahsis edilmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu aleyhi ve sellem)in vefatından sonra bir bedevî gelip İbn Ömer (Radıyallahu Anhüma)ya: “«…Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte onları pek acıklı bir azapla müjdele!»[4] âyet-i kerîmesindeki ‘Kenz’in (yani birikmiş altın ve gümüşün) ne olduğunu bana bildir!” dedi. Sahabenin fakihlerinden olan Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhüma) şöyle dedi: “Her kim malları biriktirip de zekâtlarını vermezse, onun için helâk ve azap vardır. Ancak zekât âyetinin indirilmesinden önce, ihtiyaçtan fazla olup da Allah (Celle Celâluhû) yolunda harcanmayan mallar da kenz sayılırdı. Zekât farz kılınınca Allah (Celle Celâluhû) zekâtı, mallar için bir temizlik sebebi kılmıştır.”[5]
Önceki ümmetlerde miktarı yüksek olan, İslam’ın evvelinde ihtiyaç fazlası malın tamamından verilmesi farz olan zekât, Allah Te‘âlâ’nın merhamet ettiği bu ümmette, kırkta bir olarak çok düşük bir oranda farz kılınmıştır. Buna rağmen zekâtı verilmeyen mallar ise içerisinde fakir hakkı bulunan kirli mallar olarak ahirette, sahiplerinin hüsranına sebep olacaktır.
Zekât vermek ise dünyada gıpta edilecek iki halden biridir. Zira Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse. Diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle, yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”[6]
Zekâtın Terk Edilmesinin Neticeleri
İslâm’ın asıllarından önemli bir asıl olan zekât ibadetinin terk edilmesinin birçok sonucu vardır. Bunları uhrevî ve dünyevî neticeler olarak iki kısma ayırabiliriz.
Uhrevî Neticeler
Bir Müslümanın zekâtı terk etmesinin en acı neticesi, cehennem azabına düçar olmasıdır. Kur’ân-ı Azîmüşşân’da birçok âyet-i kerîmede namaz ile beraber zikredilen zekât hakkında ulema: “Zekât dinin üçte biridir.”[7] buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zekât vermeyenlerin ahirette başlarına gelecek hadiseyi şöyle tasvir etmiştir: “Allah (Celle Celâluhû)nun kendisine mal verdiği kişi, o malın zekâtını vermezse kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli bir erkek yılan suretine konulur. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalar ve: ‘Ben senin (dünyada çok sevdiğin) malınım; ben senin hazinenim’ der. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) böyle buyurduktan sonra, «Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.»[8] âyet-i kerimesini okudu.”[9]
Sahih hadis-i şeriflerde şefaat-i uzma sahibi olduğu ve şefaatinin ümmetinden büyük günah işleyenlere ulaşacağı bildirilen Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), zekât vermeyenlere şefaat etmeyeceğini şöyle beyan etmiştir: “Sakın sizden hiçbiriniz kıyamet günü zekâtını vermediği davarını omuzunda bağırır hâlde taşıyıp gelmesin ve (yardım isteyerek): ‘Ya Muhammed’ demesin! O zaman ben ona: ‘Ben senin için hiçbir şey yapmaya malik değilim; ben (ilâhî emirleri) tebliğ etmişimdir.’ derim. Yine sizden hiçbiriniz zekâtını vermediği devesini böğürür hâlde omuzu üzerinde taşıyarak gelmesin ve: ‘Ya Muhammed’ demesin! Ben ona: Ben senin lehine hiçbir şeye malik olamıyorum; ben (Allah’ın emir ve nehiylerini) tebliğ etmişimdir.’ derim.”[10]
Rabbimiz, miras olarak bırakacağımız ve faydasını dünyada bile görmeyeceğimiz mallardan dolayı ahirette böyle bir duruma düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin! Âmin!
Dünyevî Neticeler
Zekâtın terk edilmesinin ahirete taalluk eden neticeleri olduğu gibi dünya hayatında meydana gelen neticeleri de vardır. Allah Te‘âlâ’nın emirlerinin tutulmadığı; yasaklarından kaçılmadığı bir dünya, insanları cehenneme götüren bir yer olduğu gibi aynı zamanda azabın henüz dünyadayken tadılmaya başlandığı bir yer de olmaktadır. Zekât verilmemesinin neticesi olarak ortaya çıkan dünyevî problemler, dünyayı insanların rahat edemeyecekleri bir hüviyete bürümektedir. Zekâtın terk edilmesinin birkaç dünyevî sonucunu şöyle sıralayabiliriz:
Zengin/Fakir Kutuplaşması
Zekât, zengin ile fakirin aynı dünyada gönül rahatlığı ile yaşamalarını sağlayan bir ibadettir. Zira zenginin her yıl malından bir bölümünü kendisine verdiğini bilen bir fakir, zengine haset etmez; onun malında gözü olmaz. Zekâtın verilmediği toplumlarda ise zenginler, fakirlerle aralarına erişilmez duvarlar örerler. Bu duvarların neticesi olarak fakirler de zenginlere haset ederler ve içlerinde onlara karşı nefret birikir. İfade ettiklerimizin sonucu olarak dünya, zenginlerin de rahat yaşayamadıkları bir hale gelir.
Cemiyetin Fakirleşmesi
Zekât, cemiyetin zenginleşmesine vesile olan bir ibadettir. Maddi olarak zekâtın mallarını bitirmesinden korkan zenginlerin yapacağı yatırımlarla cemiyetin zenginleşmesine vesile olan zekât, aynı zamanda Allah (Celle Celâluhû) ihsan ettiği bereketle manevî zenginliği de temin etmektedir.
Ebû Mes’ûd el-Ensârî (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır: “«Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından sadaka al!»[11] âyet-i kerîmesi nazil olup Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bize sadaka ile emrettiği zamanda (sadaka vermeye kudreti olmayan) herhangi birimiz çarşıya gider ve arkasında ücretle yük taşır da iki avuç hurma kazanırdı (ve bu kazancından sadaka verirdi.) Şüphesiz bunlardan bazılarının bugün yüz binlik serveti vardır.”[12]
İslâm’ın bidayetinde bir avuç hurma için saatlerce çalışan Ashab-ı Kiram, Allah (Celle Celâluhû) yolunda infakın bereketiyle kısa zamanda zengin olmuşlardır. Bu zenginliğin Ömer ibni Abdilaziz zamanında zekât verecek insan bulunamayacak bir hâle geldiği tarih ve menkıbe kitaplarında mevcuttur. Bu hâl, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Asr-ı Saadet’te müjdelediği bir haldir.
Bir vakit Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e iki kişi geldi. Onlardan biri fakirlikten şikâyet ediyordu. Diğeri de yol kesilmesinden (emniyet ve asayişsizlikten) şikâyet ediyordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara cevaben şöyle buyurdu: “Yol kesilmesi meselesine gelince, o çok sürmez; az sonra bir zaman gelir ki, o vakit ticaret kervanı kimsenin himaye ve kefaletine muhtaç olmayarak, tâ Mekke’ye kadar gider. Darlık ve fakirlik sıkıntısına gelince, sizin biriniz sadakasıyla dolaşıp da kendisinden bu sadakayı kabul edecek bir kimse bulamayacak bir halde müreffeh günler gelmedikçe, kıyamet kopmaz. Sonra (ahirette) sizden her biriniz Allah’ın huzurunda, Allah ile kendi arasında hiçbir perde olmayarak ve Allah’ın kelâmını tercüme edecek bir tercüman da bulunmayarak duracaktır. Sonra Allah (Celle Celâluhû) o kula:
— Ben sana mal vermedim mi? diye soracak. O kul da:
— Evet, (verdin Allah’ım), diye cevap verecektir. Sonra Allah:
— Ben sana bir Resul göndermedim mi? diye sorar. O kul da:
— Evet, (gönderdin Rabbim), diye cevap verir.
Bu hâlde o kimse sağına bakar; cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Sonra soluna bakar; cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Binâenaleyh şimdi sizin her biriniz tek bir hurmanın yarısı ile bunu da bulamazsa güzel bir sözle olsun kendisini cehennem ateşinden korusun!”[13]
Bu tarihi vakalar bize göstermektedir ki: Zekât ibadetini hakkıyla yerine getiren bir toplum, kısa süre içerisinde tüm fertleriyle zenginleşecektir. Aynı şekilde bu mühim vazifenin yerine getirilmemesi cemiyetin çoğunluğunu fakirleştirecektir.
Hırsızlık Olaylarının Artması
Zekât vazifesinin yerine getirilmemesinin; cemiyeti fakirleştireceğinden ve zengin ile fakir arasında kutuplaşmalara sebep olacağından bahsettik. Bu iki durumun tabi neticesi de dinî hassasiyetleri zayıf olan bazı fakirlerin, zenginlerin mallarına göz dikmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da insanların kolaylıkla hırsızlık gibi meş’um fiillere yönelmesinin ve hırsızlık olaylarının yaygınlaşmasın önünü açmaktadır. Diyebiliriz ki bugün yaşadığımız üzücü hadiselerin sebebi Allah Te‘âlâ’nın emirlerinin hakkıyla yerine getirilmemesidir.
Rabbimiz (Celle Celâluhû) bizlere her emrine hakkıyla itaat etmeyi; tüm yasaklarından hakkıyla sakınmayı ve böylece tarihteki şanlı dönemlerimize dönmeyi bizlere nasip eylesin! Âmin!
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Sosyal Yardımlar
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine uzanan mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
.
İsmailağa, biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3 bin kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Hizmetlerimiz kapsamında zekât ve sadakalarınız, talebelere ve hakikî ihtiyaç sahiplerine hassasiyetle ulaştırılmaktadır. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.
.
Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda detaylı bilgi için tıklayınız.
.
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] İbn Ebî Şeybe, Musannef, Mektebetü’r-Rüşd, 1409, 2/411, 10521; el-Beğavî, Şerhu’s-Sünne, Mektebetü’l-İslâmî, h. 1403, 5/477, 1559.
[2] Tevbe Sûresi, 34.
[3] el-Mevsîlî, el-İhtiyâr li Ta‘lîli’l-Muhtâr, Dâru’l-Hadîs, 2009, 1/166-167.
[4] Tevbe Sûresi, 34.
[5] Buhârî, Zekât, 4.
[6] Buhârî, İlim, 15.
[7] Abdurrahman b. Muhammed Damad Efendi, Mecmeu’l-Enhur fî Şerh-i Mülteka’l-Ebhûr, Dâr-u İhyâi’t-Türasi’l-Arabî, 1/191.
[8] Âl-i İmrân Sûresi, 180.
[9] Buhârî, Zekât, 3.
[10] Buhârî, Zekât, 3.
[11] Tevbe Sûresi, 103.
[12] Buhârî, Zekât, 10.
[13] Buhârî, Zekât, 9.