Kanaat kendisi için taksim edilen kısmete razı olmak demektir. Dolayısıyla kendisine ayrılan kısmete razı olan kimse kanaat etmiş demektir. Zira bunun, er-Rezzâh olan Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle olduğuna, kaderinde kendisine yazılandan fazla bir şeyin gelmeyeceğine kesin inanan kimsenin hayatı saadet içinde geçer.
Cenâb-ı Hakk Yarattıklarının Rızkına Kefîldir
Dünyâda bir imtihan vesilesiyle bulunduğunu idrâk eden bir insan, asıl yaratılış maksadını unutarak ve rızık endişesine kapılarak bütün imkânlarını ve vakitlerini daha fazla mal kazanmak için sarf etmemelidir. Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsân ettiği mal ve imkânları âhiret sermayesi yapmaya gayret etmelidir. Çünkü Cenâb-ı Hakk bütün mahlûkâtın rızkına kefil olmuş ve kullarının kanaat sahibi, tok gözlü ve kendisinden başkasından istiğnâ yani ihtiyaçsızlık halinde olmalarını istemektedir.
Müslüman olmanın gereği, Cenâb-ı Hakk’ın bütün emirlerini yerine getirmek ve yasakladığı her şeyden kaçınmaktır. Rızkın yeterli olanı ise, fazlalık ve eksik olmamak şartıyla, insanı ihtiyaçlarından ve başkasına muhtaç olmaktan kurtaranıdır. Cenâb-ı Hakk’ın verdiğine kanaat etmek, en üstün faziletlerden biridir. Dünya ve içindekilere karşı ihtiraslı olan kimseler kanaatten mahrum kalırlar.
Allah Teâlâ’dan Gelene Rızâ Gerekir
Selefimizden İmam Şâfiî (Rahimehullah) kanaat hakkında söylemiş olduğu şu söz ne güzeldir: Üç âyet vardır ki ben onların sayesinde bütün insanlardan müstağni oldum:
Birincisi: “Yer(yüzün)de hafifçe yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, illâ onun rızkı Allâh’a âittir.”[1]
İkincisi: “Allâh insanlara (sıhhat, zenginlik, ilim ve nübüvvet gibi) herhangi bir rahmet açarsa, artık onu tutacak (ve sâhibine ulaşmasını engelleyecek) hiçbir kimse yoktur!”[2]
Üçüncüsü: Allâh sana (hastalık ve fakirlik gibi) bir zarar dokunduracak olursa, onu aslâ Kendisinden başka (giderip) açacak biri yoktur.[3]
Kanaat Etmekle İlgili Hadîs-i Şerîfler
Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)de kanaat hakkında şöyle buyurmuştur: “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanâat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”[4]
Kanaat ve tevekkül hususunda Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) başka bir rivâyette şöyle buyurmuştur: “Veren el, alan elden üstündür. Sen (vermeye) bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla. Sadakanın en faziletlisi, kişinin aile efradının ihtiyacına yetecek kadar malı bıraktıktan sonra verilenidir. Kim (isteme hususunda) Allah’tan iffet isterse Allah ona iffet verir, kim (O’ndan) tok gözlülük isterse Allah da ona tokgözlülük verir (ve insanlardan müstağni kılar).”[5]
Yine Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizden her kim ailesi ve malı konusunda (düşmandan) emin, bedenen sağlıklı ve yanında da o günün yiyeceği varsa kendisine bütün dünya verilmiş gibidir.”[6]
Gerçek zenginliğin ne olduğu hususunda Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şu hadîs-i ne de veciz bir ifadedir: “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”[7]
Kanaatin Anahtarı: İlim Talebi ve Nefsi Terbiye
Mü’min kimse insanların elindekilere hased edip hırs ve tamah içinde bulunmamalı, kanaati elde etmeye gayret etmelidir. Kanaatin hâsıl olması için birçok vesileler varsa da şüphesiz ki ilim talep etmek ve nefsi terbiye etmeye çalışmak önde gelen sebeplerdir. Zîrâ mal tükenir ancak amel ile birleşen bir ilim kişiyi ne dünyada ne de âhirette yalnız bırakmayan ve bitmek bilmeyen büyük bir hazinedir. Cenâb-ı Hakk cümlemize tok gözlü ve kanaat sahibi olabilmeyi nasip ve müyesser eylesin. Âmîn Yâ Muîn…
Dipnotlar
[1] Hûd Sûresi, 6.
[2] Fâtır Sûresi, 2.
[3] Yûnus Sûresi, 107.
[4] Müslim, Zekât, 125.
[5] Buhârî, Zekât, 1426, 1427; Müslim, Zekât, 1034.
[6] Buhârî, Edebü’l-Müfred, 300; Tirmizî, Zühd, 2346.
[7] Buhârî, Rikak, 15; Müslim, Zekât, 130.