Doğumu ve Nesebi
Fil Vak’âsından altı yıl sonra Tâif’te doğmuştur. Mensup olduğu Emevî (Ümeyye) kabilesinin soyu Abdümenâf b. Kusay’da Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nesebiyle birleşir. İslâm’a dâvetin ilk safhâsında Hazret-i Ebûbekir (Radıyallâhu Anh) delâletiyle Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına giderek müslüman oldu ve ilk on müslüman arasında yer aldı. Osmân bin Affân (Radıyallâhu Anh), Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in refîki, damâdı ve üçüncü halifesidir. İslâm yolunda malıyla ve canıyla yapmış olduğu fedâkârlıklar pek çoktur. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in teveccühünü ve muhabbetini kazanmış büyük bir sahabeydi. Bu cihetle kadri pek yüksektir. Hakkında birçok hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Hakkında bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Her peygamberin cennette bir refîki vardır. Benim cennetteki refikim de Osman’dır”[1]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hazret-i Osman’a (Radıyallâhu Anh) hürmet gösterir, yanına gelince toparlanır ve “Kendisinden meleklerin hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?” [2] buyururdu.
Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)ın faziletinin, hilminin (yumuşak huyluluğuna), kereminin nihayeti yoktur. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in senâsına ve teveccühlerine mazhar, damâdı olma şerefine nâil olan böyle mübarek bir zât hakkında hangi Müslüman, hürmetten ve muhabbetten başka bir şey düşünülebilir?
Ashâb-ı Kirâm’ın Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh)a Hürmeti ve Muhabbeti
Ashâb-ı kirâmın Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh)a karşı göstermiş oldukları hürmet, muhabbet de pek ziyade idi.
Hazret-i âişe (Radıyallâhu Anhâ) demiştir ki: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) muhtereme kerîmeleri Ümmü Gülsüm’e buyurdular ki: “Kızım; kocan, atan İbrâhim’e ve baban Muhammed’e en çok benzeyen insandır”[3]
Hazret-i Ali (Kerremallâhu Vecheh) de Cemel vak’âsı esnâsında şöyle demiştir: “Yâ Rabbi! Ben sana karşı Osman’ın kanından berîyim, Osman katledildiği gün aklım çıkıyordu, nefsim bunu çirkin gördü, bey‘at için bana geldiler, dedim ki: Vallâhi ben Osman’ı katleden bir kavim ile mubâyaada (bey‘atlaşmada) bulunmadan utanırım ve ben Allah’tan hayâ ederim ki Osman henüz defnedilmeden mubâyaada bulunayım. Çıkıp gittiler, sonra insanlar geri gelip benden mubâyaa talebinde bulununca dedim ki: İlâhi ben Osman’a karşı başlatılan edilen hareketten dolayı endişeliydim. Sonra bana bir azim geldi, mubâyaada bulundum, bunun üzerine bana: Emirü’l-Mümînin, diye hitap ettiler. Sanki kalbim sarsıldı, Allah’ım! dedim, sen razı oluncaya kadar Osman için benden al (benim amellerimden ona sevap ihsân buyur”[4]
Halife Oluşu
Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) âhirete irtihâl edeceğini anlayınca hilâfet meselesini bir şûrâya havâle etti, bunun mânevî mesûliyetinden kaçındı. Bir âileden bir kurban yetişir diyerek kendi muhterem oğlunu veliahd tâyin etmedi. Ehl-i şûrânın belirlemesi ile Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh) hilafet makamına geldi ve bütün Ashab-ı Kirâm ona bey‘at etti.
Halîm-selîmlik, takvâ ve hayâsı ile mümtâz olan Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh)ın idaresi, bir müddet cemiyeti memnun edecek sûrette cereyân etti. Daha sonra kendi akrabasından bazılarını yüksek memûriyetlere tayin etmekte olduğu vesilesiyle aleyhinde bir cereyân başladı. Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh)ın adâletine ve güzel niyetine hiçbir kimse itiraz edemezdi. Fakat onun vâlilerinden ve sâir memurlarından şikâyetler çoğalmaya başlamıştı.
Tarih kitaplarında mufassalen yazılmış olduğu üzere Mısır’da, Kûfe’de, Basra’da bulunan birçok kabîle reisi, peşpeşe Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh)şikâyetde bulunup duruyorlardı. Bunların bir kısmı kendilerince belki haklıydılar, fakat bir kısmı da gizli, âşikâr maksatlara dayanıyordu. Bunlar habbeyi kubbe gösteriyorlardı, en basit bir hadiseyi büyüterek dine, şeriâta bir muhâlefet gibi etrafa yayıp duruyorlardı.
Fitneler ve Şehîd Edilişi
Müslümanların hükmedişi karşısında hasedinden ve fıtratındaki çirkinlikten dolayı yanıp yakılan İbni Sebe gibi adamlar, bu hâdislerden istifâdeye çalışıyorlardı. Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)a muhabbet ve intisap davasında bulunuyorlar, Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)ı (hâşâ) ilahlık derecesine yükseltiyorlar ve bu suretle de Müslümanların arasına tefrika düşürmek istiyorlardı. Ne yazık ki düşük karakterleri kadim tarihten beri sabit olan bu düşmanların, bu gizli maksatlarını bir kısım saf Müslümanlar anlamıyorlardı. Onların arkalarına düşüp İslâm’ın sînesinde ebedî yaralar açılmasına sebebiyet veriyorlardı da bundan hiç haberleri olmuyordu. Bizzat Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh), İbni Sebe hâinini sürgün ederek ve onun dalâletini teşhir ederek o yanlış cereyânın önüne geçmek istiyordu. Ne yazık ki o helâk edici cereyân durdurulamamıştı. Şîa’nın günümüzdeki varlığı ve faaliyetleri göz önüne alınırsa, hâlâ da durdurulamamıştır denilebilir.
Bu helâk edici cereyân neticesinde çeşitli eyâletlerden Medine-i Münevvere’ye gelip toplanan ihtilalciler, nihayet Hazret- Osmân (Radıyallâhu Anh)ın evini kuşattılar. Hazret- Osmân (Radıyallâhu Anh)ın evinin etrafını Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)ın emriyle iki muhterem mahdûmu Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin (Radıyallâhu Anhüm) ve arkadaşları, ellerinde kılıçlar olduğu halde bekliyorlardı, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in o sevgili halîfesine ve muazzez dâmâdına bir zarar gelmesin diye tir tir titriyorlardı. Hatta bu mübarek muhafızlar, bu esnâda atılan bazı taşların ve sâirenin kendilerine isâbet etmesiyle yaralanmışlardı. Fakat düşmanlar başka bir yol buldular, Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh)ın evine bitişik bir evden Hazret- Osmân (Radıyallâhu Anh)ın bulunduğu odaya girdiler. Odada yalnız Hazret- Osmân (Radıyallâhu Anh) ile muhterem refikası Nâile vardı.
Bu cüretkârların başında Hazret-i Ebûbekir’in (Radıyallâhu Anh) oğlu olup Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra dünyaya geldiği için sahabeden olmayan Muhammed bulunuyordu. Bu zat, Mısır’a vâli olarak gönderilmiş, fakat daha yolda iken Mervân tarafından Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh)ın adıyla yazılan sahte bir mektupta Muhammed İbni Ebûbekir’in öldürülmesi Mısır’ın eski vâlisinden istenmişti. Bu mektûbun İbni Sebe tarafından uydurulması çok kuvvetli bir ihtimaldir.
İşte Muhammed, bu mektubu yolda elde etmiş, bunun Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh) tarafından yazılmamış olduğuna kanaat etmiş, bununla beraber Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh)ın hal edilmesi ve öldürülmesi için bu isyâna önayak olanlardandı. Bu zât, Hazret-i Osmân’ın mübârek sakalına sarılınca “Şimdi seni ne Muaviye ne de diğerleri kurtarabilir” deyince Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh) İbni Ebi Bekir’in yüzüne bakarak: “Baban bu halini görseydi ne kadar üzülürdü” dedi. Bu sözden utanan Muhammed, oradan çıkıp gitti ve derhal arkadaşlarından ve Mısırlılardan Gâfikî, Kuteyre ve Südan gibi sefihler içeriye girdiler. Südan’ın Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh)a doğrulttuğu kılıcıyla -buna elini siper tutmak isteyen- Hazret-i Nâile’nin parmakları kesildi. Nihayet Gâfikî veya Kinâne İbni Bişr, Hazret-i Osmân (Radıyallâhu Anh)ı boğazladı. O muhterem, mazlûm şehîdin fışkıran kanları elinde tutup okumakta bulunduğu Mushaf-ı Şerîfteki şu âyet-i kerîme üzerine serpildi: “Muhakkak Allâh onlar(ın şer ve zararların)a karşı sana kâfî gelecektir. Zâten ancak O Semî‘dir (din düşmanlarının sözlerini hakkıyla işitendir), Alîm’dir (içlerinde taşıdıkları kin ve kıskançlığı tam mânâsıyla bilendir)”[5]
Müslümanların halifesi bu hadise ile şehîd olara Cenâb-ı Hakk’a kavuşmuştur. Bu âyet-i kerimenin bir Kur’ân mûcizesi olduğu tecelli etti ve çeşitli felâketlere uğrayarak yaptıklarının cezâsına kavuştular.[6]
Dipnotlar
[1] Tirmizî, Menâḳıb, 19; İbn Mâce, Muḳaddime, 11.
[2] Müslim, Fazâilü’s-Sahâbe, 26.
[3] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 120.
[4] İbn Hacer el-Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika, 1/328.
[5] Bakara Sûresi, 137.
[6] Ömer Nasûhî Bilmen, Ashâb-ı Kirâm Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, s.70.