أَعُوذُ بِا اللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ. بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ.
الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِي مَا أَنْزَلَ دَاءً إِلَّا أَنْزَلَ لَهُ دَوَاءً. وَالصَّلَاةُ وَالسَّلاَّمُ عَلَى مُحَمَّدٍ الَّذِي جَاءَ بِمَا جَاءَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءً. وَعَلَى مَنْ ظَلُّوا لَهُ آلًا وَأَصْحَابًا وَخُلَفَاءً.
Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırız. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Bir hastalık indirdiğinde mutlaka devasını da indiren Allah’a hamdolsun… Hidayet ve şifa kaynağı olan yüce Kuran’ı bizlere getiren Efendimize, aline, ashabına ve halifelerine salat u selam olsun…
Din-i Mübin-i İslam, salgın hastalık gibi umumi belalarda Müslümanların tedbirli davranmalarını emretmiştir. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ashabına bu hususta farklı vesilelerle birçok tembihlerde bulunmuştur. Bir hadis-i şerifilerinde şöyle buyurmuştur:
لَا يُورِدُ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ
Hasta olan kişi sağlıklıya uğramasın.[1]
Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:
إِذا سَمِعْتُمْ الطَّاعُون بِأَرْض فَلَا تدخلوها ، وَإِذا وَقع بِأَرْض وَأَنْتُم فِيهَا فَلَا تخْرجُوا مِنْهَا
Bir yerde Taun hastalığının varlığını işittiyseniz oraya girmeyin. Sizin bulunduğunuz bir beldede zuhur etmişse oradan çıkmayın.[2]
Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e yapılan biatler esnasında şöyle bir hadise yaşandığını aktarmaktadırlar:
كَانَ فِى وَفْدِ ثَقِيفٍ رَجُلٌ مَجْذُومٌ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ النَّبِىُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّا قَدْ بَايَعْنَاكَ فَارْجِعْ
Sekif kabilesinin heyeti içerisinde cüzzamlı bir kişi vardı. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona haber yollayarak dedi ki: Biz senin biatini kabul ettik! Artık dönebilirsin![3]
CEMAATİN TERKİ
Bu gibi durumlarda Müslüman camianın karşılaştığı en mühim meselelerden biri de cemaat ile namaz meselesidir.
Böyle meselelerde Müslümanların başvuru mercii, diğer tüm dini meselelerde olduğu gibi elbette Ashab-ı Kiram Efendilerimizdir. Bu gibi fevkalade hallerde cemaat ile namazın terk edilebileceği ile alakalı, Din-i Mübin-i İslamı en samimi şekilde yaşadıklarında kimsenin şüphe duyamayacağı Ashab-ı Kiram Efendilerimizden birçok nakiller gelmiştir. Bu nakillerden biri de Hz. Abdullah b. Ömer (Radıyallâhû Anh)’ın yaşadığı şu hadisedir:
أَذَّنَ ابْنُ عُمَرَ فِي لَيْلَةٍ بَارِدَةٍ بِضَجْنَانَ ثُمَّ قَالَ صَلُّوا فِي رِحَالِكُمْ فَأَخْبَرَنَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَأْمُرُ مُؤَذِّنًا يُؤَذِّنُ ثُمَّ يَقُولُ عَلَى إِثْرِهِ أَلَا صَلُّوا فِي الرِّحَالِ فِي اللَّيْلَةِ الْبَارِدَةِ أَوْ الْمَطِيرَةِ فِي السَّفَرِ
İbni Ömer (Radıyallâhû Anh), çok soğuk bir gecede, Mekke yakınlarındaki Zacnan bölgesinde ezan okudu ve sonrasında (صَلُّوا فِي رِحَالِكُمْ) “Namazları bineklerinizde/konakladığınız yerlerde kılın” diye ilan etti. Sonra bize dedi ki: Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ) seferde, çok soğuk veya yağmurlu gecelerde müezzine, ezan okumasını, akabinde (أَلَا صَلُّوا فِي الرِّحَالِ) “Namazları bineklerde kılın” demesini emrederdi.[4]
CUMA’NIN TERKİ
Bu gibi salgın hastalıklar durumunda cemaat ile namaz terk edilebileceği gibi, Müslümanların kalbinde cemaat ile namazdan daha da hassas bir amel olan “Cuma Namazı da terk edilebilir mi? Bu sorunun cevabının aranacağı ilk mercii de hiç kuşkusuz Ashab-ı Kiram Efendilerimizin amelleridir. Bu hadisenin bir benzerini Ashab-ı Kiram Efendilerimizin büyük fakihlerinden Abdullah b. Abbas (Radıyallâhû Anh)’ın amelinde bulmaktayız.
قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ لِمُؤَذِّنِهِ فِي يَوْمٍ مَطِيرٍ إِذَا قُلْتَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَلَا تَقُلْ حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ قُلْ صَلُّوا فِي بُيُوتِكُمْ فَكَأَنَّ النَّاسَ اسْتَنْكَرُوا قَالَ فَعَلَهُ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّي إِنَّ الْجُمْعَةَ عَزْمَةٌ وَإِنِّي كَرِهْتُ أَنْ أُحْرِجَكُمْ فَتَمْشُونَ فِي الطِّينِ وَالدَّحَضِ
Şiddetli yağmur yağdığı bir Cuma günü, İbni Abbas (Radıyallâhû Anh), müezzine (أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ) “Eşhedü enne Muhammeden rasülüllah” dedikten sonra (حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ) “Hayya ale’s-Salah” demeyip (صَلُّوا فِي بُيُوتِكُمْ) “Sallû fi büyûtiküm/Namazı evlerinizde kılınız” demesini emretti. Sanki insanlar bu hadiseyi biraz garipsediler. İbni Abbas (Radıyallâhû Anh) onlara “Bu yaptığımı benden daha hayırlı olan Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de yaptı. Cuma farzdır. Bu sebeple ezanı duyar duymaz camiye gelecektiniz. Bu yağmurda, bu çamurda perişan olmanızı istemedim” buyurdu.[5]
Ayrıca; ihtiyaç duyulması halinde, bu ilanların, ezan bittikten sonra yapılması evla olandır. Fakat İbni Abbas (Radıyallâhû Anh)’ın tatbikatından ezan esnasında da yapılabileceği anlaşılmaktadır.[6] Hacet olmadığı halde ezan ortasında yapılmasının mekruh olacağı da aşikârdır.
Hanefi mezhebinin muteber âlimlerinden İbni Nüceym, el-Eşbah ve’n-Nezair isimli eserinde bu konuya dair şöyle der:
Cemaati terk etmeye ruhsat tanıyan mazeretler kırk civarındadır:
Yağmur, kar, gece için geçerli olmak üzere şiddetli rüzgâr, yürümekte zorlanacak derecede yerlerin çamurlu olması, deprem, sam yeli/aşırı sıcak çöl rüzgârı, gün ortasındaki aşırı sıcak, şiddetli soğuk, zifiri karanlık, (Bunlar umumi olan özürlerdir. Bundan sonrası zikredilecekler ise şahıslara ait özürlerdir.) Hastalık, bedenine veya malına gelecek bir zarar, mesela ekmeğinin fırında olması veya yemeğinin ocakta olup başında duracak başka kimsenin bulunmaması -bu misallerde o günlerdeki şartlar göz önünde bulundurulmuştur-, iflas etmiş kişinin alacaklıları tarafından -haksız yere- sıkıştırılması, belli bir zaman geçmesiyle hak sahiplerinin affedebileceği cezalar, kaza-i hacet ihtiyacı, açlık ve susuzluk, aç kalmış kimseler için sofranın hazırlanmış olması, mühim bir şeyi bekliyor olmak, dışarı çıkmaya münasip elbisesinin bulunmaması, sefere hazırlık yapan kişinin kafileyi kaçırmaktan korkması, izalesi elde olmayan, kötü kokulu bir şey yemiş olmak, şiddetli ağız kokusu, hastalık seviyesindeki ter kokusu, balıkçılık gibi rahatsız edici kokuya sebep olan meslek erbabından olmak, bulaşıcı alaca hastalığı, cüzzam hastalığı, hasta bakıcılığı yapmak, Birlikte namaza gidemeyeceklerse beklenen bir yakının veya kendisine hususi yakınlığı olan bir hastanın ziyaretinde bulunmak, kayıp aramak, gasp edilmiş malını teslim alma fırsatı bulmak, meşru bir gerekçeden neşet eden, ne yaptığını bilemeyecek şekilde aşırı uyku hali, yürümekte zorlanacak derecede aşırı şişmanlık, itham altında olmak, yolda kendisine fiili veya sözlü eziyet verecek birisinin bulunması.[7]
Mezkûr nakillere baktığımızda, fevkalade hallerde cemaat ile namaza ve hatta Cuma namazına dahi ara verilebileceği anlaşılmaktadır.
Bu gibi durumlarda Müslümanlar olarak bizlere düşen tedbirli olmak ve cümle taksiratımızdan ötürü af dileyerek, Ümmet-i Muhammet’den belaların kaldırılması için, ziyade affedici, yüce Mevla’mıza yalvarmaktır.
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ…
İsmailağa Fıkıh Heyeti
Fetvanın Arapça metni: الفتوي في الجماعة و الجمعة حين حدوث الأَوْبِئَة و الأمراض المسْتَوْلِيَة
[1] Ahmet bin Hanbel, r.9263; Müslim, r.5922-3; Tahavi, Meani’l-Asar, r.7033
[2] Ahmet bin Hanbel, r.1536; Buhari, r.5396; Müslim, r.5905; Tirmizi, r.1065; Tahavi, Meani’l-Asar, r.7047.
[3] Ahmet bin Hanbel, r.19474; Müslim, r.5958; Nesai, r.7590.
[4] Buhari, r.606; Müslim, r.1632-3.
[5] Buhari, r.859; Müslim, r.1637.
[6] Zafer Ahmed et-Tehânevi, İ’lau’s-Sünen, c.2, s.150.
[7] İbni Nüceym, el-Eşbah ve’n-Nezair, s.440.