Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ﴿
﴾اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Göklerin ve yerin (sahip olduğu) gayb(ların, onların içerisinde ve aralarında bulunan gizli-kapalı tüm konuların malûmat)ı sadece Allâh’a mahsustur. (Ne müstakillen, ne de O bildirmeksizin kendiliğinden kimsenin gaybî konularda bir hissesi yoktur. Gaybî konuların en başında gelmekte olan) o (kıyâmet) ânın(ın çarçabuk meydana gelişiyle alâkalı) önemli durumu, ancak gözün çabucak bakması gibidir. Şüphesiz ki Allâh her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Böyle bir Zât elbette ki en büyük bir işi en kısa bir zamanda meydana getirebilir.)”[1]
Göklerde ve yerde görünenler var ki; bizim gördüklerimiz, görmediklerimizin yanında devede kulak değil, devede tüy mesabesindedir. İşte, göklerde ve yerde gizli olanlar gaiptir. Zahir olup gözükenler var, bir de tersi, yani gizli olanlar var. Tabii bunlar bize gizlidir, Mevlâ Te‘âlâ’ya değil!
Her ne var ise, hepsi Allah Te‘âlâ’nındır ve O’nun hükmü, emri, kuvveti ve kudreti altındadır. Hiçbir şey Mevlâ Te‘âlâ’nın hükmünün, hakimiyet ve kontrolünün dışına çıkamaz.
Bütün kâinatın yıkılıp yok olması anlamına gelen kıyamet gibi küllî bir hâdise de, O’nun için işten değildir. Onun kopuşu, bir göz ucu ile ani bir bakıştan hatta böyle bir göz atmaktan daha kısa süreli bir iştir. “Bu, nasıl olur?” diye sorulacak olursa; muhakkak Allah Te‘âlâ’nın gücü her şeye ziyadesiyle yeter.
Kâinat İbretlerle Doludur
Sayısız ibret levhalarıyla dolu kâinatta insanoğlunun en başta düşünmesi gereken husus, kendisinin husûle gelmesi ve ana karnında geçirdiği evrelerin ardından, her biri özel kabiliyetlere sahip mükemmel uzuvlarla donatılmış bir şekilde, gözlerini dünyaya açmasıdır. Nitekim bu hakikat, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade buyurulmuştur:
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ﴿
﴾لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Allâh sizi hiçbir şey bilmez olduğunuz hâlde annelerinizin karınlarından çıkarmış, bir de size kulaklar, gözler ve (anlayış merkezi olan) gönüller vermiştir. Tâ ki siz (mazhar kılındığınız nimetlerin büyüklüğünü fark ederek, onların kadrini bilesiniz de sahibine) şükredesiniz!”[2]
Çokbilmiş bazı insanlar vardır! Oysaki onlar da hiçbir şey bilmez, muhtaç bir hâlde doğmuşlardır. Esasında bu bilgiye kendileri de sahiptir; ama geldikleri yere aldanıp da geçmişe bakıp tefekkür etmekten imtina ederler. Elbette ki insanın, öğrenme kabiliyetiyle fakat hiçbir şey bilmeden yaratılmasında büyük bir hikmet ve imtihan sırrı vardır. İnsanoğlu, öğrenme kabiliyetini kullanıp neleri öğreneceğinden ve neleri öğrenmeyi terk edeceğinden hayatı boyunca sınanmaktadır.
Muhakkak ki bu imtihan, sadece öğrenmekle geçilebilecek bir imtihan da değildir. Öğrenilen doğru ve güzel şeyleri hayata tatbik ederek ve başkalarına aktararak bunun şükrünü eda etmek de bu imtihanın bir parçası hatta neticeye müessir mühim bir unsurudur.
Mevlâ Te‘âlâ; Kur’ân-ı Kerîm’de, aralarında kuşların, develerin ve daha pek çok şeyin bulunduğu birçok mahlûku ve çeşitli konuları hâvî birçok hâdiseyi hep ibret nazarıyla bakılması gereken hususlar olarak beyân etmiş ve böylece kullarının dikkatini çekmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de tefekkürün yıllarca yapılan ibâdetten üstün olduğunu ve mahlûkata ibret ve tefekkür nazarıyla bakmak gerektiğini öğütlemiştir.[3]
Kurtuluşa Götüren Âhiret Sermayesidir
Unutmamalı ki, hakikî kurtuluşa götüren ve ebedî hayatı kazanma vesilesi olan, sadece âhiret sermayesidir. Zikredilen ibret levhaları karşısında hiçbir şey yapamayan en azından böyle bir durumda bulunuşundan sebep rahatsızlık duymalı, sıkıntı yaşamalıdır.
Maalesef günümüz insanında bırakın ibret almayı, içerisinde bulunduğu gaflet hâline dair bir sıkıntı bile bulunmuyor. Oysaki eksikliğin farkında olup rahatsızlık duymak, hakikatin gölgesinde bir ameliyedir. Belki sadece bu bile, bir âhiret sermayesi olarak, insanı kurtuluş müjdesine ulaştırabilecektir.
Dipnotlar
[1] Nahl Sûresi:77
[2] Nahl Sûresi:78
[3] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 2/56; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 1/81; Süyûtî, el-Cami‘u’s-Sağîr, 2/127; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, No. 5710, 3/106.