Hilye, lügatte; ziynet, süs, yaratılış, sıfat, şekil[1] ve güzel sıfatlar, güzel yüz, Hazreti Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mübarek vasıflarını ve güzelliklerini anlatan manzum veya mensur eser[2] manalarına gelmektedir.
Edebî sanatlar ve şiir dilinde hilye kelimesi, lügavî manası ile bağlantılı olup kendisine mecâzî anlam yüklenerek, İslâm büyüklerinin sıfatlarını, güzel davranışlarını ihtiva eden bir kelime olarak kullanılmıştır. Hilye kelimesi zamanla daha da özelleşerek Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yaratılışı (fiziki dış görünüşü) ve ahlâkî davranışlarını anlatan, O’nun mübarek şekli şemailini zihinlerde canlandıran manzum ve mensur eserlere özel isim olarak verilmiştir.
Hilye kelimesi Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in fizikî dış görünüşünü, ahlâkî davranışlarını anlatan ve onun sıfatlarını yazı ile veya sözlü olarak anlatıp zihinlerde tasvir ederek canlandıran bir ıstılah hâlini almıştır.
Hilyenin Oluşumuna Zemin Hazırlayan Sebepler
Hazreti Hasan rivayet ediyor. Peygamberimizin hilyesini vassaf iyi bilen dayım Hind ibni Ebi Hâle’ye Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vasıflarından sordum ve o vasıfları ezberlemem için tarif etmesini istedim.[3]
Tabiûndan Ebu İshâk naklediyor;
Bir adam Bera ibni Âzib’e sordu: “Hazreti peygamberin yüzü kılıç gibi mi parlaktı” “Hayır, ay gibi” diyerek cevap verdi.[4]
Said ibni İyas el-Cüveyrî anlatıyor;
Sahabeden Ebu-t Tufeyl’in “Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i gören ashap arasından yeryüzünde benden başka kimse kalmadı” dediğini işittim. Bu sebeple ondan Peygamberimizi tarif etmesini istedim.[5]
Zikri geçen hadîslerden anlaşılacağı üzere Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında henüz çocuk yaşındayken sahâbî olan ve İslâm’ın ikinci nesli tabiinden olan kimselerin Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in üstün vasıflarını öğrenmek ve O’nun yüce ahlakını düstur edinip O’nun gibi yaşamak isteyen yüce zevatın “Bize Peygamberimizi tarif eder misiniz” anlamındaki istekleri ve soruları, hilyenin vücut bulup meydana gelmesine sebep olmuştur.
Bu sebeple sahâbe-i kirâm (Radiyallâhu Anhum)un Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şemaili ve hilyesini kendi gözlemleriyle, birbirlerinden farklı bakış açısıyla anlatarak bir bütünü tamamlamışlar ve Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i anlatırken zengin anlamlı güzel kelimeleri seçmişler, sözlü ve yazı ile Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i zihinlerde tasvir ve tahyil ettirme yolunu benimsemişlerdir, yani canlandırmaya çalışmışlardır.
Burada Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hilyesi anlatılırken O’nun tasviri ve beşerî güzelliklerinden bahsedilecektir. Zira O’nun tüm vasıfları ve nübüvveti hakîkiyyesini bilebilmek mümkün değildir.
Büyük Şeyh Efendi İsmet Garîbullâh (Kuddise Sirruhû) da şöyle buyurmuşlardır;
Ne mümkün vasf olunmak ol habibi,
O Allâh’ın sevgilisi Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i tam vasf etmek mümkün değil.
Ana Vassaf hemen Allâh garibi,
Ancak o Rasûlullâh’ı ziyade tarif edici, O’nun ziyade yakını olan Allâh’tır
Ana bî had salat kim ol habibi.
o Rasûlullâh’a sonsuz selam olsun.[6]
Nitekim Molla Aliyyü’l-Karî’nin zikrettiğine göre İmam Kurtubî; Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bütün güzellikleri zâhir olmamıştır, şâyet o tüm güzelliğiyle zâhir olsaydı, Ashâbı O’na nazar edip bakmaya takat getiremezlerdi.” demiştir.[7]
Hilye-i Şerîf
Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hilyesini anlatan birçok Hadîs-i Şerifler mevcuttur. Onun sevgili reyhanesi, torunu olan Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)dan bir rivâyet ile yetinmeyi uygun gördük.
Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) şöyle naklediyor; “Peygamberimizin vasıflarını çok iyi tarif eden dayım Hind ibni Ebî Hâle’ye O’nun vasıflarını sordum ve ezberlemek için tarif etmesini istedim.” ibni Ebî Hâle şu şekilde anlattılar;
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yaratılış itibariyle heybetli ve ihtişamlıydı. (Gözlerde ve gönüllerde mânevî bir büyüklüğü ve ağırlığı vardı.) Yüzü dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi parlardı.
Orta boyludan biraz uzun, uzun ince olanlardan kısa, başı şerifleri büyük idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi. Saçları kendiliğinden ikiye ayrılacak kadar uzamış ise onları başının iki yanından salıverirdi. Uzamamış ise ayırmazlardı. Uzattıkları zaman saçları kulak yumuşaklarını geçerdi.
Rasûlüllâh’ın rengi nurani beyaz idi, alnı geniş idi, kaşları gür, uzun ve kavisli (hilâl gibi) birbirine yakın idi, iki kaşının arasında bir damar vardı, öfkeli hallerinde kabarırdı. Burnunun orta kısmı biraz yüksek, ucu inceydi. Mübarek burnunun üstünde O’nu yüksek gösteren bir nur vardı. Dikkatlice bakmayan kimseler O’nun burnunu kemerli zannederdi.
Sakal-ı şerifleri sık ve gür, yanakları düz idi. Mübarek ağızları geniş, ön dişlerinin arası seyrek idi.
Mesrûbe (göğüs çukurundan göbeğine uzanan ince bir ip gibi kılları) var idi. Saf gümüş parlaklığında pürüzsüz bir boyun yapısına sahip idi. Vücudunun bütün azaları birbiriyle uyum halinde idi. Ne şişman, ne de zayıf idi. Göğsü ve karını aynı hizada düz idi. Göğsü ve iki omuz araları geniş idi. Kemik eklemleri irice, vücudunun tüysüz yerleri nurlu idi.
Boğaz çukuru ile göbeği arasına uzanan çizgi gibi kıllar dışında memelerinde ve karnında kılları yok idi. Kolları omuzları ve göğsünün üst tarafı ise kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayakları geniş, el ve ayakları dolgun, parmakları ise uzun ve iri idi. (Ravi burada tereddüt eder, İbni Ebi Hâle, Hazreti Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) parmakları kalınca idi demiş de olabilir.)
Ayaklarının altındaki iç kavisler pürüzsüz olup düztaban değildi. Ayaklarının üstü pürüzsüz olup üzerinden su rahatlıkla akardı. Yürürken ayaklarını yerden kaldırıp hafif öne eğimli yürürlerdi.
Adımlarını uzun atmakla beraber sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Bir şeye iltifat edip döndüklerinde bütün vücuduyla dönerlerdi. Gözlerini kısar ve genellikle yere bakarak yürürlerdi. Yere doğru olan bakışları, gökyüzüne olan bakışlarından daha çok idi. Genel olarak göz ucuyla bakarlar idi. Arkadaşları ile yürürken onları öne takdim eder, kendileri arkadan yürürler idi. Yolda karşılaştığı kimselere onlardan önce selam verirlerdi.[8]
Dipnotlar
[1] el-Mevârid, s.339 -hly- maddesi.
[2] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Lugat, s.371.
[3] Tirmizî, Şemâil-i Muhammediyye, 1.bab, hadis no:7
[4] Tirmizî, Şemâil-i Muhammediyye, 1.bab, hadis no:10
[5] Tirmizî, Şemâil-i Muhammediyye, 1.bab, hadis no:13
[6] Risâle-i Kudsiyye Tercemesi, c.1 s.35, İstanbul 2007.
[7] Molla Aliyyü’l-Karî, Cem‘u’l-Vesâil fî Şerh-i şemâil, s.9, nşr: Mustafa Halebî, Mısır.
[8] Tirmizî, Şemâil-i Muhammediyye, 1.bab, hadis no:7.