Şu kâinatta nereye bakarsak bakalım, nereyi gözlersek gözleyelim hep bir uyum ve âhenk içinde buluruz. Allah Teâlâ bu hakikate “Gökleri yedi kat üzerine yaratan O’dur. Rahman’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.”[1] âyet-i kerimesiyle beyân ediyor. Kâinata bu uyum ve ahengi veren Cenâb-ı Hakk “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[2] demek suretiyle bizlere yaratılış gayemizi beyân etmiştir.
Cenâb-ı Hakk Böbürleneni Sevmez
Akıl sahibi her kimsenin itiraf edeceği üzere hikmetli olan Cenâb-ı Hakk’ın bizlere bir emaneti olan bu canı ve bedeni, zevk-sefâ ve mâsiyet için değil, yaratılış gayesine uygun olarak kulluk vazifelerimizi îfâ yolunda kullanmaktır. Buna binâen insanoğlu dünyâsını âhiretine tercih etmemelidir. Ahireti kazanacağım derken de dünyadaki nasibini büsbütün unutmamalıdır. Nitekim bu hususta Rabbimiz Celle Celâluhû “…Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, âhiret yurdunu gözet, dünyâdaki payını da unutma…”[3] buyurmuştur.
Ayet-i kerimenin vurgusuna dikkat edersek âhiretimiz hakkında gözetmemizi, dünyamız hakkında ise nasibimizi unutmamayı salık vermektedir. Yani çalışmamızı iki kısıma ayırmamız gerekmektedir. Biri uhrevî diğeri ise dünyevî çalışma. Yüce dinimiz İslâm her iki çalışmayı da önemsemiştir. Bu hususta Rabbimiz Celle Celâluhû “Ama insanlardan öyleleri vardır ki, Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada ver” diye dua ederler. Böyle bir kimsenin âhiretten hiç nasibi yoktur. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler. İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah, hesabı çok çabuk görür!”[4] buyurmuştur.
Kişinin yaratılış gayesi olan âhiret hayatını îmâr etmeye çalışmasının önemi herkesçe malumdur. Aynı şekilde kişinin kimseye muhtaç olmayı istemeden kendine ve ailesine yetebilmesi adına çalışması İslâm namına yüce bir meziyettir. Ancak bu iki çalışmanın övülmeye değer olması geride zikri geçen âyet-i kerimenin mizanına uygun olması takdiriyledi
Dünyaya Aldanmamak Esastır
Dünyaya dalmamak ve aldanmamak esastır. Zikri geçen ayetlerde hep bunu görmekteyiz. Bundan maksat dünyanın kendisinden vazgeçmek değildir. Hepimiz biliyoruz ki; asıl maksat dünyanın kendisinden değil, aldatıcı olan çekiciliğinden vazgeçmektir. Müslümanlar dünyanın idaresini kâfirlere bıraksınlar, hiç yerleri yurtları olmasın, kazançları, şirketleri olmasın demek, ayetlerden bu mananın çıkacağını ifade etmek asla mümkün değildir. Vatanlarını düşmanlara asla teslim etmeyecekler, çalışıp en mükemmel şirketleri helalinden kuracaklar, ümmete hayır-hasenatta bulunacaklar, helâlinden olmak üzere, elbette meskenleri ve binekleri de olacaktır ve olmalıdır. Müslüman, Yaratanın kendisine verdiği nimetleri helâlinden elde edecek, asla israf etmeyecek her şeyi dengeli kullanmalıdır. Bu Müslüman olmanın vasfıdır. Tüm bunları yaparken de şeriatın hükümlerini gözetecek, böylelikle de Hakk Teâlâ Hazretleri’nin rızasını kazanacaklardır.
Dünya İmtihan Gereği Çekici Kılnmıştır
Allah Teâlâ Hazretleri bir imtihan olarak dünyâyı insanın nefsini okşayacak şekilde yaratmış ve çekici kılmıştır. İşte dünyanın tüm bu çekiciliğine, nefislerimizin hazlarına rağmen kulluk etmemizi istemiş, kurtuluşumuzu da buna bağlamıştır. Nitekim bir âyet-i kerimede “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metâıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rabbleri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.”[5] Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de bu meyanda “Âdem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü vadiyi de ister. Âdem oğlunun iç boşluğunu (ihtiraslı gönlünü) topraktan başka bir şey doldurmaz. Şu kadar ki (ihtirastan) tevbe eden kimsenin tevbesini Allah kabul eder.”[6] buyurmuşlardır. Yine Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in “Benden sonra, size dünya nimetlerinin ve ziynetlerinin açılıp onlara gönlünüzü kaptıracağınızdan korkuyorum.”[7] buyurması durumun hassasiyetini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Hadîs-i şerifin vurgusu geyet açıktır: gönlü kaptırmamak. Bunu teyid eden başka bir rivâyete göre Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ashabından bazıları, onun özel olarak yaptığı iş ve ibadetlerini öğrenmek maksadıyla, zevcelerine müracaat etmişlerdi. Gerekli bilgileri aldıktan sonra, sahabeden birisi: Ben, kadınlarla evlenmeyeceğim; diğeri: Ben, et yemeyeceğim; ötekisi de: Ben döşekte uyumayacağım, diyerek kendilerine söz verdiler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra: “Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle demişler. Ama ben hem namaz kılar hem uyurum. Bazen oruç tutar bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. İşte her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[8] buyurarak Müslümanın dünyaya bakış açısının ne şekilde olması gerektiğini beyan etmiştir.
Amelden Gafil Olmayalım
Müslüman dünyanın geçici cazibesine kapılmayıp, âhirete meyyâl bir şekilde yaşamalıdır. Bununla beraber dünyadan nasibini de talep etmeli ve bu uğurda çalışmalıdır. Ancak bu çalışma âhiret yokmuşçasına olmamalı, niyetinde hep Hakk Teâlâ Hazretleri’nin rızasını gözetmeli ve kazancını da, evliliğini de, ticâretini de hep bu düstûra göre tanzim etmelidir. Asıl hayatın âhiret hayatı olduğunu bilmeli ve amelden gaflet etmemelidir. Nitekim âhireti îmâr etmek için bir fırsat daha verilmeyecektir. Nereden geldik? Ne için varız? Dönüşümüz nereyedir? sorularını kendimize sürekli sormalı dünyâ ve âhirete çalışmanın her birine ederi kadar kıymet vermeliyiz. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm bu hususta da bize yol gösteriyor: “Âhiret yurduna gelince, asıl hayat, huzur ve sükûn oradadır”[9] Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in, “Allahım! Asıl hayat âhiret hayatıdır, asıl saadet ebediyet saadetidir!”[10] şeklindeki beyanı da bu gerçeğin bir ifadesidir.
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Mülk Sûresi, 3-4.
[2] Zâriyat Sûresi, 56.
[3] Kasas Sûresi, 76-77.
[4] Bakara Sûresi, 200-202.
[5] Âl-i İmrân Sûresi, 13.
[6] Müslim, Zekât, 116.
[7] Buhârî, Zekât, 47.
[8] Buhârî, Nikâh, 1.
[9] Ankebût Sûresi, 64.
[10] Buhârî, Cihâd, 33.