Toplumun en temel birimi, sosyal yapının çekirdeği olan aile, insanlık tarihiyle yaşıt bir kurumdur. İlk insan olan Âdem (Aleyhisselâm) yalnız bırakılmamış, yanı sıra eşi Hazreti Havva validemiz de yaratılmıştır.[1] “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın”[2] buyuran Allah Te‘âlâ böylece, Âdem’in (Aleyhisselâm) eşiyle beraber bir aile oluşturduğuna işaret etmektedir. Erkek ve kadının birbirine ilgi duyması, nesillerin devamını ve toplumsal kaynaşmayı sağlayan bir yaratılış kuralıdır.
Cenâb-ı Hak, “Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı saygılı olun…”[3] “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen toplum için dersler vardır,”[4] buyurmuş; Peygamber Efendimiz de (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), kişinin sahip olduğu en değerli hazinenin, yüzüne bakılınca insana huzur veren sâliha bir kadın olduğunu[5] belirterek, bu fıtrî ilgiye ne kadar ihtiyaç duyulduğunu vurgulamak istemiştir.
Cenâb-ı Hak, bekârların evlendirilmelerini emretmiş,[6] evlenme imkânı bulamayanların ise evleninceye kadar iffetlerini korumalarını istemiştir. Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de bu doğrultuda, evlenmeye gücü yetenlerin evlenmesini tavsiye etmiş, evliliğin gözü ve namusu haramdan en iyi koruyan şey olduğunu bildirmiştir.[7] Ayrıca dengi bulunan gençlerin evliliğinin geciktirilmemesini istemiş,[8] hiç evlenmek istemeyenlerin bu taleplerini uygun bulmamıştır.[9] Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bildirdiğine göre, Cenâb-ı Hakk’ın iki cins arasında takdir ettiği bu beraberliği kuran eşler, gayri meşrû yollardan ve günahtan kendilerini korudukları için ailevî ilişkilerinden bile ibadet sevabı kazanacaklardır.[10]
İlgili âyet ve hadislerden hareketle evliliğin, herhangi bir mazereti olmayanlar için ihtiyârî bir iş olmadığını söylemek mümkündür. Ergenlik çağına gelmiş akıllı insanları mükellef sayan, tercih ve tasarruflarında özgür bırakan İslâm dini, evlilik gibi çok önemli bir karar için de son sözü kişilerin iradelerine bırakmıştır. Cenâb-ı Hak, sorumluluğun şahsî olduğunu[11] ve herkesin ancak kendi yaptığının karşılığını göreceğini[12] bildirir.
Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kendi kızlarını, onların onayını aldıktan sonra evlendirdiği de bilinmektedir.[13] Hazreti Aişe’nin (Radiyallâhu Anhâ) kocasından ayrılmak isteyen azadlı cariyesi Berîre’ye (Radiyallâhu Anhâ), yuvasını bozmaması tavsiyesi kabul görmeyen Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), kendisinin sadece bir aracı olduğunu bildirerek, manevî otoritesini bir kadının iradesine karşı baskı unsuru olarak kullanmayı düşünmemiştir.[14]
Evlilik, İffeti Muhafaza Etmenin Yoludur
Evlenme imkânı bulamayanlardan, Allah’ın (Celle Celâluhû) lütfuyla bu imkânı elde edinceye kadar iffetlerini korumalarını istemesi[15] Cenâb-ı Hakk’ın, evliliği, iffeti korumanın bir vasıtası kabul ettiğini göstermektedir. Çünkü zina gibi büyük bir günahtan uzak durarak afîf, yani temiz kalabilmek ve meşru olanla yetinmek, büyük ölçüde evlilikle mümkündür. Cenâb-ı Hak iffet yükümlülüğünü kadın ve erkeğe hiçbir ayrım yapmadan yüklemiş, mümin erkek ve kadınların gözlerini ve namuslarını haramdan korumalarını ayrı ayrı emretmiştir.[16]
İslâm dini kadının iffetine yönelik isnat ve iftiralar konusunda adeta pozitif ayrımcılık yaparak, erkeklere yönelik bu tür iftiralarda somut bir ceza belirlemediği halde, kadına yönelik iftiralar için oldukça ağır bir ceza getirmiş, ayrıca bu kişilerin şahitliklerinin ebediyen kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.[17] Peygamber Efendimiz de (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Kadını kocası aleyhine kışkırtan bizden değildir”[18] buyurarak aile içerisindeki güven ortamını bozmaya çalışanları uyarmıştır. Cenâb-ı Hak, mümin erkek ve kadınları birbirlerinin dostları olarak nitelemiş ve onların, birbirlerine iyiliği tavsiye etmek ve kötülükten sakındırmakla yükümlü olduklarını bildirmiştir.[19] Ayrıca eşleri, birbirlerinin mahremiyetlerini örten bir elbiseye benzetmiştir.[20] Erkek ve kadınların dostluklarını en iyi gösterecekleri yer şüphesiz aile yuvasıdır.
Sorumluluk Bilinci ve Adalet
Eşler karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış içerisinde, hem birbirlerine hem de çocuklarına karşı görevlerini adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde yerine getireceklerdir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) eşlerine âdil davranmayan erkekleri uyarmıştır.[21] Karısına kızdığı için onu anasına benzeterek (zıhar yaparak) kendisiyle birlikte olmayan ve ilgilenmeyen kocasını Peygamber Efendimize (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şikâyet eden bir kadın hakkında inen âyetler, Cahiliye döneminden gelen bu haksız cezalandırma yöntemine başvuran kocayı eleştirerek, yaptırımlar getirmekte ve kadının haklılığını tescil etmektedir.[22]
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), “Sizin en hayırlınız ailesine hayrı dokunandır, ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım”[23] buyurarak daha çok, erkeğin dikkat etmesi gereken bir sorumluluğa işaret etmiştir. Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), çocuklarına bağış yaparken evlatlarından bazılarını malından mahrum eden birisini uyarmış ve “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adaleti gözetin!”[24] buyurmuştur.
Kur’ân’da, erkeğin eşiyle iyi geçinmesi emredilmekte, “Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir”[25] buyrularak çok ciddi bir sorun olmadıkça, erkeğin eşini boşayarak aile yuvasını dağıtmaması istenmektedir. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz de bu mealdeki bir hadis-i şeriflerinde “Mü’min bir erkek karısına buğz etmesin. Bir huyunu beğenmezse diğerini beğenebilir”[26] buyurmuştur.
Ailenin Devamını Sağlamak
İslâm dini, ailenin devamı için ısrarlı olmakla beraber, sorunların çözülemediği ve huzursuzluğun had safhaya ulaştığı durumlarda boşanmayı meşrû ve gerekli kabul etmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), arzu edilmeyen bu sonucu “Allah’ın en sevmediği helal” olarak tanımlamıştır.[27] İslâm boşama yetkisini erkeğe vermiştir. Delilik, şer‘an evliliğin devamına mani hastalık vb. gibi arızî durumlarda kadının talebi olursa, mahkeme yoluyla kadına da boşanma hakkı verilmiştir. Kur’ân’da, boşama hakkını kötüye kullanan erkekler, eşlerinin haklarına tecâvüz etmemeleri konusunda uyarılmaktadır.[28]
Erkek çocukları olduğunda sevinip şenlik yapan, kız çocukları olduğunda utançtan nereye gizleneceklerini bilemeyen, bazen onları diri diri toprağa gömen câhiliye insanını Kur’ân şiddetle kınamakta,[29] bunu yapanları “beyinsiz” ve “cahil” olarak nitelendirmektedir.[30] Çocuklara selâm veren,[31] onlarla şakalaşan,[32] kız torunu Ümâme omuzunda olduğu halde namaz kıldıran,[33] kızı Fâtıma geldiğinde ayağa kalkıp yerine oturtan,[34] sahip olduğu kız çocuklarını güzelce yetiştirene cehennem kapısını kapatan[35] Allah Rasûlü, bu tutumuyla, çocuklarına hor bakan ve ayrımcılık yapan Câhiliye anlayışının izlerini silmek istemiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, geçim korkusuyla çocuklarını öldüren ana-babalara uyarıda bulunduğu gibi, ebeveynine saygıda kusur eden evlatları da uyarmaktadır. Kendisine kulluğun akabinde, ana-babaya iyi davranmayı emrettiği âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Rabbin, yalnız kendisine tapmanıza ve ana-babaya iyi davranmanıza hükmetmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında yaşlanacak olursa, onlara öf bile deme ve onları azarlama. Onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet kanatlarını ger ve ‘Rabbim! Küçükken beni büyüttükleri gibi sen de onlara acı!’ de.”[36]
İlgili âyetlerde, ebeveyne iyi davranma emrinin, Allah’a (Celle Celâluhû) ortak koşmama emrinden hemen sonra gelmesi, konuya ne kadar önem verildiğinin ayrı bir göstergesidir.[37] Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de birçok hadislerinde ana-babaya iyiliğin önemini vurgulamış,[38] onlara yapılan saygısızlık ve kötü muameleyi büyük günahlar arasında saymıştır.[39]
Aile, temeli erkek ve kadının evlilik sözleşmesiyle atılan ve içinde yaş, cinsiyet, makam, rol, yetki ve sorumluluk bakımından birbirinden ayrışan az ya da çok sayıda insanın yer aldığı, ortak yaşam alanını paylaşan bir sosyal birimdir.
İnsanın doğal ve manevî gelişimi açısından en uygun çevre aile ortamıdır. Değerlerin aktarılması ve oluşturulmasında toplumsal yapıların en vazgeçilmezini aile kurumu oluşturur. Aile, sevgi ve dayanışmanın bilfiil yaşandığı, temel insanî ve ahlâkî değerlerin öğrenildiği bir okuldur. Eşlerin cinsel ihtiyaçlarının yanı sıra, sevgi, bağlanma, korunma, güvenme ve psikolojik destek gibi duygusal ve fizyolojik ihtiyaçları da en iyi şekilde aile içinde karşılanır.
Çocukların yetiştirilmesinde iyi bir ailenin yerini tutacak daha sağlıklı bir kurum yoktur. Kişilik aile ortamında gelişir. Çocuğun, toplumun inanç ve değerlerine, kültür ve geleneklerine uyumlu bir birey olarak yetişmesi önce aile çevresinde sağlanır. Aile, çocuğun bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayarak güven ortamı yaratır ve onun sağlıklı büyümesini güvence altına alır. İşte bu nedenle İslâm dini, toplumsal hayatın vazgeçilmez birimi olan aileyi tabiî, gerekli ve önemli saymış, Yüce Yaratı’cının konuyla ilgili buyrukları, Allâh’ın Elçisinin söz ve uygulamaları, karşılıklı sevgi ve saygı esasına dayanan, hak ve sorumlulukların bilincinde olunan mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasını amaçlamıştır.
Sevgili Peygamberimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), eşlerine karşı şefkatli ve sevecen tutumu, kötü söz ve şiddetten uzak durması, her konuda onlara yardımcı olması, aile mahremiyetine özen göstermesi, çocuk ve torunlarına karşı sevgi ve merhametle muamelesi, ideal bir aile konusunda, müminler için model alınması gereken en somut örnektir.
Dipnotlar
[1] Nisâ Sûresi:1
[2] A’râf Sûresi:19
[3] Nisâ Sûresi:1
[4] Rûm Sûresi:21
[5] Ebû Dâvud, Zekât, 32
[6] Nûr Sûresi:32
[7] Buhârî, Nikâh, 3
[8] Tirmizî, Salat, 13
[9] Müslim, Nikâh, 8; Nesâî, Nikâh, 4
[10] Ebû Dâvûd, Edeb, 160
[11] Necm Sûresi:38-39
[12] Câsiye Sûresi:22
[13] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 5/78
[14] Ebû Dâvûd, Talak, 19
[15] Nûr Sûresi:33
[16] Nûr Sûresi:30-31
[17] Nûr Sûresi:4
[18] Ebû Dâvâd, Talak, 1
[19] Tevbe Sûresi:71
[20] Bakara Sûresi:187
[21] Ebû Dâvûd, Nikâh, 38
[22] Mücâdele Sûresi:1-4
[23] İbni Mâce, Nikâh, 50
[24] Müslim Hibe, 13
[25] Nisâ Sûresi:19
[26] Müslim, Radâ’, 61
[27] Ebû Davud, Talak, 3
[28] Bakara Sûresi:231.
[29] Nahl sûresi, âyet: 58; İsrâ sûresi, âyet: 31
[30] En’am Sûresi:140
[31] Müslim, Selâm, 15
[32] Buhârî, Edeb, 112
[33] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 5/304
[34] Ebû Dâvûd, Edeb, 143
[35] Buhârî, Edeb, 18
[36] İsrâ Sûresi:23-24
[37] Bkz. Bakara Sûresi:63; Nisâ Sûresi:36; En’âm Sûresi:151
[38] Buhârî, Edeb, 1-2
[39] Buhârî, Edeb, 6