Komşu Hakkıyla İlgili Hadîs-i Şerîfler
Bir Müslüman için komşuluk, İslam kardeşliğinden daha öte bir hakkı gerektirir. Müslüman bir komşu, her Müslümanın sahip olduğu haklardan daha öte bir hakka sahiptir. Zira Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) komşuları, “tek hakka sahip olan”, “iki hakka sahip olan” ve “üç hakka sahip olan” komşular diye üçe ayırmış ve her birini şöyle tarif etmiştir: “Üç hakka sahip olan komşu, akraba olan komşudur. Onun; komşuluk hakkı, Müslümanlık hakkı ve akrabalık hakkı vardır. İki hakka sahip olan komşu, (akraba olmayıp) Müslüman olan komşudur. Onun; komşuluk ve Müslümanlık hakkı vardır. Tek hakka sahip olan komşu ise, müşrik (kâfir) komşudur”.[1] Görüldüğü üzere Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), sırf komşu olmasından dolayı kafir bir kimse için hak ortaya koymuştur.
Bu ve benzeri hadis-i şerifler, sosyal yaşantıda bir Müslümanın takınması gereken ahlakî tavırlardan komşuluk hususunda bir çığır açmış ve en güzide topluluk olan sahâbe ve onların ardından gelen tâbiîn ile etbaü’t-tâbiîne, yani selef-i sâlihine ilham kaynağı olmuştur. Öyle ki, kendilerinden sonra gelecek olan ümmet-i Muhammed’e bir yaşam biçimi olarak komşuluğun en güzel şeklini göstermişlerdir. Nitekim yaşantıları sözlerine de yansımış ve en güzel yaşantıları, en güzel bakış açılarıyla ifade etmişlerdir. Mesela bir adam, Abdullah b. Mesud (Radıyallâhu Anh)a gelerek: “Bir komşum var ve bana eziyet verip beni daraltıyor” deyince, İbn Mesud (Radıyallâhu Anh) ona: “Gidesin! O, senin hakkında Allah’a karşı isyan ediyorsa da sen onun hakkında Allah’a itaat et” demiştir.[2]
Komşu Münasebetlerine Dair Misaller
İbnü’l-Mukaffâ’ya, borçtan dolayı komşusunun evini sattığı haberi ulaşır. Hemen gidip komşusunun evinin gölgesinde oturur ve: “Yokluk çektiğinden dolayı evini satarsa buradan asla kalkmam” der. Ardından evin parasını ona verir ve: “Onu satma” der.[3]
Adamın biri evindeki farelerin çokluğundan dolayı şikâyetlenir. Kendisine: “Eve bir kedi alsan” denildiğinde şöyle cevap vermiştir: “Farenin, kedinin sesini duyup komşuların evlerine kaçmasından ve böylece kendim için istemediğim bir şeyi komşularım için istemiş olmaktan endişe ediyorum”.[4]
Bir defasında Abdullah b. Amr b. Âs (Radıyallâhu Anhümâ) hizmetçisine: “Bir koç kes ve yahudi komşumuza da ikram et” dedi. Ardından bir müddet daha konuştu. Sonra hizmetçisine tekrar: “Koçu kestiğin zaman yahudi komşumuza da ikram et” dedi. Hizmetçi aynı emrin ikinci kez tekrarlanmasından rahatsız olunca: “Şu yahudi komşumuz yüzünden bize çok sıkıntı veriyorsun” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr (Radıyallâhu Anhümâ) ona: “Sana yazıklar olsun! Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bizlere komşu haklarını gözetmemizi o kadar tavsiye ederdi ki, neredeyse komşuyu komşuya varis kılacağını zannederdik”.[5]
Bâyezîd Bistâmî (Kuddise Sırruhû) Hazretleri’nin komşusu Mecusi bir aile idi. Ailenin süt emme çağında bir de çocuğu vardı. Evin adamı da seferde idi. Bir ara evde çıra olmadığı için karanlık yüzünden bebek bütün gece ağlar. Bâyezîd Bistâmî (Kuddise Sırruhû), bebek sussun diye her gece bir çıra alıp onların evine götürür. Mecusi seferden dönünce, bebeğin annesi, Şeyh Efendinin halini ona anlatmış ve Mecusi: “Şeyhin aydınlığı gelince, kendi karalığımızda dolaşmamız yazık olur” deyip, hemen gidip Müslüman olmuştur.[6]
Ebu Bekir (Radıyallâhu Anh), oğlu Abdurrahman’ın komşusuyla sürekli ağız dalaşı yapıp çekiştiğini görünce: “Komşunla böyle tartışmalara girme! Zira herkes giderken, o kalır” demiştir.[7]
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (Rahimehullâh)ın Mecusi bir komşusu vardı. Helası taşıp Sehl (Rahimehullâh)ın evine sızıntı yapardı. Sehl (Rahimehullâh) her gün, o sızıntının altına leğen koyar ve geceleyin de o sızıntıdan biriken pisliği kimsenin görmediği bir yere dökerdi. Sehl (Rahimehullâh), uzun bir müddet böyle yaşamaya devam etti, ta ki bir gün ecel vakti geldi. Ölmeden önce Mecusi komşusunu çağırtıp ona: “Şu odaya gir de orada ne olduğuna bir bak” dedi. Mecusi komşu, odaya girince sızıntı yerini ve leğene düşmüş pisliği görünce: “Bu da ne böyle?” diye sordu. Bunun üzerine Sehl (Rahimehullâh): “Bu, çok uzun zamandan beri senin evinden, bizim buraya dökülmektedir. Gündüzleri böyle toplar, geceleri de bir tarafa atardım. Şayet ecelim gelmemiş olsaydı ve ailem içinde benden başkasının buna göğüs germe endişem olmasaydı bunu sana haber vermezdim ve gördüğün gibi yapmaya da devam ederdim” dedi. Mecusi: “Ey Şeyh Efendi! Sen uzun bir müddetten beri bana karşı bu muameleyi yapıyorsun ve ben hâlâ küfür üzere yaşıyorum öyle mi?!” dedi ve ellerini uzatarak kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu. Ardından da Sehl (Rahimehullâh) vefat etti.[8]
İbn Mübarek (Rahimehullâh)ın Yahudi bir komşusu vardı. İbn Mübarek (Rahimehullâh), çocuklarından önce bu Yahudi komşusuna yemek yedirir ve önce onu giyindirirdi. Yahudiye: “Bize evini satar mısın” dediler. Yahudi de: “Benim evim iki bin dinar eder. Bin dinarı kendi kıymeti, bin dinarı da İbn Mübarek’in komşuluğudur” dedi. İbn Mübarek (Rahimehullâh), bunu duyunca: “Allahım! Onu İslam’a hidayet eyle” diye dua etti. Allah’ın izniyle de Müslüman oldu.[9]
Abdullah b. Âmir, komşusu Halid b. Ukbe’nin çarşıdaki evini doksan bin dirheme satın aldı. Gece olunca, Halid’in ailesinin ağlama seslerini duydu ve kendi ailesine: “Nesi var bunların?” diye sordu. “Evleri için ağlıyorlar” denilince: “Evlat! Git onlara söyle ki; ev de parası da hepsi onlarındır” dedi.[10]
Ebu’l-Cehm el-Adevî, yüz bin dirheme evini satmış ve ardından: “Saîd b. el-Âs’ın kamşuluğuna ne kadar verirsiniz?” diye sormuştu. Evini satın alanlar: “Komşuluk hiç satılır mı ya?“ deyince: “Evimi bana geri verin ve verdiğiniz parayı da alın gidin. Evden çıkmayıp oturduğum zaman beni soran, beni gördüğünde hoş-beş eden, ortalıklardan kaybolduğumda beni hatırlayıp soran, istediğimde ihtiyacımı gören, istemediğimde de ilk bana vermeye başlayan, başıma bir şey geldiğinde beni rahatlatan bir kişinin komşuluğunu asla bırakmam” dedi. Saîd b. el-Âs bunu duyunca evin parası kadar olan yüz bin dirhemi ona gönderdi.[11]
Ebu Dâvud: “Saîd b. Âmir’in komşuluğuna gıpta ediyorum” demiştir.
İmam Ebû Hanîfe’nin Sarhoş Komşusu
İmam Azam Ebû Hanife (Rahimehullâh)ın Kûfe’de kunduracı bir komşusu vardı. Gündüz gün boyunca çalışır, gece olunca da et veya balık alıp evine gider ve o eti pişirir veya o balığı kızartırdı. Sonra da içki içmeye bir başlar, ta ki şarap aklına sirayet eder ve yüksek bir sesle şunu terennüm ederdi:
“Beni zayi ettiler, hangi yiğidi zayi ettiler?
Zor günlerin adamı ve bir boşluk dolduranı”.
İçmeye devam eder ve bu beyiti de söyleye söyleye uyurdu. Ebu Hanife (Rahimehullâh) ise, komşusunun bu feryadını işitirdi. Ebu Hanife (Rahimehullâh), bütün gece boyunca namaz kılardı. Birkaç gece adamın sesini duymadı ve adama ne olduğunu sordu. Dediler ki: “Birkaç gecedir, bekçiler onu aldı ve şu an hapiste”. Ebu Hanife (Rahimehullâh), sabah namazını kıldı, katırına bindi ve validen izin istedi. Vali: “Ebu Hanife’ye müsaade edin, onu halılı yere kadar bineğiyle karşılayın ve yalnız bırakmayıp ilgilenin” dedi. Denildiği gibi de yapıldı. Vali, meclisinde Ebu Hanife’ye her zaman genişlik tanırdı. “İhtiyacınız nedir Efendim?” diye sordu. Ebu Hanife (Rahimehullâh): “Kunduracı bir komşum var. Bekçiler birkaç gece önce onu alıp hapsetmişler. Vali bey, serbest bırakılmasını emretse” dedi. Bunun üzerine vali: “O geceden bugüne kadar kim tutuklanıp hapse atıldıysa, hepsi serbest bırakılsın” diye emir verdi. Ebu Hanife (Rahimehullâh), bineğine bindi ve kunduracı da arkasından yürüyerek geliyordu. Ebu Hanife (rahimehullâh), binekten inince, kunduracıya gelip: “Genç! Seni zayi ettik” dedi. Kunduracı da: “Hayır Efendim! Siz beni gözetip muhafaza ettiniz. Allah sizi, güzel komşuluğunuz ve hakkı gözetip kolladığınız için hayırla mükafatlandırsın” dedi. Ardından adam tövbe etti ve eski haline bir daha dönmedi.[12]
Kadının biri Hasan-ı Basrî (Rahimehullâh)a gelip bir ihtiyacını arz etti ve: “Ben sizin komşunuzum” dedi. Hasan-ı Basrî (Rahimehullâh): “Aramızda ne kadar ev var?” diye sordu. Kadın: “Yedi ev” (veya bir rivayette: “On ev”) diye cevap verdi. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî (Rahimehullâh) hemen yatağın altına baktı, 6-7 dirhem buldu ve onları kadına verip: “Az kalsın helak olacaktık” dedi.[13]
Anlatıldığına göre; Araplardan saygın bir kimsenin çadırının yanına bir çekirge iner, fakat adamın haberi yoktur. Etraftakiler çekirgeyi yemek için harekete geçerler. Adam, onların seslerini duyunca çadırından dışarı çıkar ve: “Ne istiyorsunuz?” diye sorar. “Komşun çekirgeyi” derler. Bunun üzerine adam: “Siz ona benim komşum dediniz ya, artık onun için sizlerle ölesiye kadar savaşırım” der ve sırf “komşun” dedikleri için çekirgeyi onlara karşı korur.[14]
Malik b. Dinar’ın komşularından birinin cılız bir köpeği vardı. Malik b. Dinar (Rahimehullâh), her gün evinden çıkarken köpeğe yiyecek verirdi.[15]
Hasan b. Ebî Sinan b. Sabit’in konağına komşusunun keçisi girer ve bir şeyler yerdi. Keçi, ev halkı tarafından kovulunca, Hasan b. Ebî Sinan onlara: “Komşumun keçisini kovmayın. Bırakın ihtiyacını alsın götürsün” derdi.[16]
Dipnotlar
[1] Hennâd b. Seriyy, Zühd, (1036); İbn Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, (341); Beyhakî, Şuabü’l-İman, (9113).
[2] Gazâlî, ihyâ, c. 4, s. 213.
[3] Bkz. İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, c. 1, s. 339.
[4] Gazâlî, ihyâ, c. 4, s. 216.
[5] Buhari, Edebü’l-Müfred, (128); Tirmizî, Sünen, Birr ve Sıla, (1943); Ebu Dâvud, Sünen, Nevm, (5152).
[6] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 208.
[7] İbn Mübarek, Zühd, (699).
[8] Zehebî, Kebâir, s. 208-209.
[9] Zekeriyya el-Kaznevî, Müfîdü’l-Ulûm ve Mübîdü’l-Hümûm, s. 269.
[10] İbn Kudâme, Muhtasaru Minhâci’l-Kâsıdîn, s. 203.
[11] İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-A’yân, c. 2, s. 535.
[12] Hatib Bağdâdî, Tarihu Bağdâd, c. 13, s. 362-362.
[13] İbn Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, c. 1, s. 104.
[14] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, c. 3, s. 79.
[15] İbn Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, c. 1, s. 104.
[16] İbn Ebi’d-Dünyâ, Mekârimü’l-Ahlâk, c. 1, s. 104.