17 Temmuz miladi tarihi büyük velî Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin (Kuddise Sirrûhû) 1166 senesindeki vefatına tekabül etmektedir. Ğavsu’l-Âzam Abdulkadir Geylânî Hazretleri (Kuddise Sirrûhû), Güney Azerbaycan’ın Geylân eyaletine bağlı Neyf köyünde 1077 (H.471) tarihinde doğar. Doğduğu kente nispetle ‘’Geylânî’’[1] nisbesiyle anılır. Tam adı, Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkadir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî’dir. Nesebinin babası yoluyla Hazreti Hasan’a (Radıyallâhu Anh) ulaşması hasebiyle Şerif, annesi yoluyla Hazreti Hüseyin’e (Radıyallâhu Anh) ulaşması hasebiyle de Seyyiddir.
Doğumu Ramazân-ı Şerîf’te gerçekleşir; imsak ile iftar vakti arasında süt emmediğinden, ileride büyüklerden olacağı -kadın velîlerden olduğu ifade edilen- annesi tarafından anlaşılır. Babası, Ğavsu’l-Âzam Hazretleri (Kuddise Sirrûhû) küçük yaşlardayken vefât ettiğinden dedesinin himayesinde büyür ve ilim tahsiline de dedesinin yanında başlar. Bağdat’a yerleştikten sonra yörenin büyük âlimlerinden ilim tahsil etmek suretiyle ilmî seviyesini daha da yükseltir. İslâmî İlimlerin her alanında dersler verir ve ayrıca güçlü hitabeti vesilesiyle tebliğ ve nasihatleri geniş kitlelere ulaşır; vaazlarına katılanlar mescide de sığmaz, sokaklara kadar dolup taşar. Karşılaştığı kimseleri ve sohbetlerine katılanları hemen tesiri altına aldığından ‘’Bâzullah (Allah’ın şahini)’’ ve ‘’el-Bâzu’l-Eşheb (avını kaçırmayan şahin)’’ unvanlarıyla da anılmıştır.
Henüz gençliğinde, ehl-i keşf tarafından büyük bir zât olacağı işaret buyrulur. Dört büyük kutub olarak ifade edilen velîlerden; tasarrufu vefatından sonra da devam eden büyük zâtlardan olduğu ifade edilir; kimilerine göre Evliyânın en büyüğüdür.
Üstün Ahlakı
Büyük tecellilere mazhar olan Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin (Kuddise Sirrûhû) kerametlerinin tevâtür derecesine eriştiği belirtilir. Az konuşmak, sükût üzere olmak, Allah (Celle Celâluhû) için buğzedip Allah (Celle Celâluhû) için sevmek gibi sünnete uygun hasletler ve dinî konularda asla taviz vermeyen anlayışı ve cömertliği, yardımsever tavrı, üstün azmi ve alçakgönüllülüğüyle Müslüman olmayan zümrelerin de gönlünde taht kurup hayranlığını kazanır; büyük toplulukların ihtidâsına vesile olur. İhtidânın nasip olmadığı gayr-ı müslim kesim dahi kendisine çokça hürmet ederler; bu dinîn hak olduğuna yönelik bir hüccet olarak görülür.
Hakkında yazılan kitaplarla genişçe bir literatür oluşmuştur. Sayısız menâkıbnâmeler yazılmış; eserler kaleme alınmıştır. Hakkında sayısız sözler edilmiş Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin büyüklüğünü muhakkik İbn Kudame’nin sözleri şöylece özetlemektedir:
“Ben hiçbir kimsenin dinî bir sebepten dolayı bu kadar sevildiğini görmedim. Sultanlar, vezirler onun toplantılarına yalvarıp yakarırcasına katılırlar, edeb ve saygı ile otururlardı. Âlimlerin, fıkıh bilginlerinin sayısı bilinmezdi. Her bir toplantıda dört yüzer mürekkep hokkası sayılmıştı. Bunlar onun buyruklarını yazıya geçirmek için getiriliyordu.”[2]
İmâm-ı Gazzâlî (Rahmetullâhi Te’âlâ Aleyh) gibi bir uzlet devresi vardır. Bağdat’ta hocalık yapan Gazzâlî’nin (Rahmetullâhi Te’âlâ Aleyh) terk-i diyar eyleyerek uzlete çekildiği dönemin, Abdulkâdir Geylânî Hazretleri’nin (Kuddise Sirrûhû) Bağdat’a geldiği dönem olması da dikkat çekicidir. Zâhirî ilimleri tahsilinden sonra seyr-i sülük yolunda mücahede eder ve Peygamberler dışında kalan insanların erişebileceği kutbiyet, ğavsiyet gibi en yüksek makamlara erişir.
Vefâtı, hayatında insanların duyduğu coşku kadar büyük bir hüzne sebep olur. Oğlu Abdulvehhâb’ın kıldırdığı cenâze namazı, daha evvel eşi ve benzerine az rastlanmış bir kalabalığa sahne olur; kalabalık sebebiyle defni ancak gece gerçekleşetirilebilir. Vefâtından sonra da tıpkı hayatındaki gibi, tevessül ehlinin ilticagâhı ve ziyaretgâhı olur.
Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri (Kuddise Sirrûhû), pîri olduğu Kâdiriyye Tarîkati başta olmak üzere, sûfilerin tamamı tarafından ismi sürekli olarak anılan, tevessül ve teberrük vesilesiyle dualara ortak edilen, sünnîsiyle bid’îsiyle ümmetin tamamı tarafından hürmet ve muhabbetle yâd edilen tarih üstü bir zâttır.
Dipnotlar
[1] Arapça kaynaklarda nisbesi el-Cîlî, el-Cilânî olarak, Farsça’da ise ‘’Gîlî, Gilânî’’ şeklinde geçmektedir.
[2] Ebu’l-Hasan en-Nedvî, İslâm Tarihi Önderleri.