Âhiret, bu dünyadan sonraki nihayetsiz (sonsuz) âlemdir. Allah Te‘âlâ, içinde yaşadığımız bu dünyayı ve üzerinde olan bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün gelecek, bu dünyadan ve üzerinde bulunanlardan hiçbir eser kalmayacaktır. Allah Te‘âlâ’nın takdir ettiği gün gelince, insanlarla beraber bütün canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Bütün dağlar-taşlar, yerler-gökler parçalanacaktır. Böylece bu âlem bambaşka bir âlem olacaktır.
Allah Te‘âlâ’ya hamdolsun ki, biz Müslümanlar, âhiret gününe, âhiretin sonsuz hayatına, Cennet ve Cehennem’in daha önceden yaratılmış olduğuna inanıyoruz. İşte, bu iman bizi kurtuluşa götürür, ruhumuzu yükseltir ve bizi mutluluğa kavuşturur. Bu imandan yoksun olmak, insanı şaşırtıp sapıklığa düşürür, her türlü fenalığa sürükler, hem dünyada hem de âhirette bedbaht (yüzü kara) eder.
Malûmdur ki ruhlar, Cenâb-ı Hakk’ın emri/fiili/yaratması ile meydana gelmiştir. Hakikatleri insanlarca meçhuldür. İnsan ölünce ruhu geçici olarak başka bir âleme gider. Orada ameline göre ya rahat yaşar veya azap görür. O âleme “Âlem-i Berzah” denir ki, dünya ile âhiretten başka bir âlemdir. Yaşayışla ölüm arasında uyku âlemi nasılsa, dünya ile âhiret arasında berzah âlemi de o gibi bir varlıktır. Bunun mâhiyetini ancak Allah Te‘âlâ bilir.
Âhiret gününde sorguya çekilme, yükümlü olan bütün yaratıkların Allah Te‘âlâ tarafından hesaba çekilmesidir. Mahşerde büyük bir adalet mahkemesi kurulacak ve herkesten dünyada yaptıkları sorulacak, ona göre hakkında karar verilecektir.
Daha önce de insan öldüğü zaman kabrinde “Münker ve Nekir” denilen iki melek tarafından sorguya çekilecektir.[1]
Kabir Sualinin Hak Oluşu
Ehl-i Sünnet’e göre kabirde sual haktır. Dolayısıyla bu da inanılması gereken meselelerdendir. Kişi öldüğünde defin işlemi tamamlanıp insanlar mezar başından ayrıldıktan sonra, Allah Te‘âlâ ölen kişiye ruhunu iade edecektir. Böylece hissetme özelliklerine tekrar sahip olacaktır. Daha sonra kabre iki melek gelecek ve ona rabbinden, dininden ve peygamberinden sual edeceklerdir. Ölüye soracaklardır: “Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? Kıblen neresidir?” Buna, “Kabir sorgusu” denir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) konuyla ilgili hadîs-i şerîflerinden birinde şöyle buyurmuştur:
“Kul kabre konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturturlar ve: ‘Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) denen kimse hakkında ne diyordun?’ diye sorarlar.
Mü’min kimse bu suale: ‘Şehâdet ederim ki. O, Allah’ın (Celle Celâluhû) kulu ve elçisidir’ diye cevap verir.
Ona: ‘Cehennemdeki yerine bak! Allah (Celle Celâluhû) orayı cennette bir mekâna tebdil etti’ denilir.
(O’da bakar) her ikisini de görür. Allah (Celle Celâluhû) da ona, kabrinden Cennet’e bakan bir pencere açar.
Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sualine): ‘(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!’ diye cevap verir. Kendisine: ‘Bilmedin ve tâbî olmadın!’ denilir. Sonra demir bir çekiçle kendisine bir kere vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, insan ve cinler dışında, yakınında bulunan herkes sesini işitir.”[2]
İşte, hadîs-i şerîflerde böylece anlatılmış olan bu husus haktır! Sem‘iyyâttan olan bu hususlardan haberdar olup tasdik eden kimselerden olmaktan ötürü Allah Te‘âlâ’ya nihâyetsiz hamd eder, bizleri son nefesemize dek Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikâdı üzere sabit kılmasını niyâz ederiz.
Not. Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendinin “Büyük İslâm İlmihâli” adlı eserinden ve İsmailağa Fıkıh Kurulunun “Ehl-i Sünnet Akâidi” adlı eserinden derlenerek hazırlanmıştır.[3]
Dipnotlar
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Sad. İsmailağa Fıkıh Kurulu, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 40, 43-44.
[2] Buhârî, Cenâiz:68; Müslim, Cennet:70 (2870); Tirmizî, Cenâiz:70 (1071); Ebû Dâvûd, Cenâiz:78 (3231); Nesâî, Cenâiz:110, (2024).
[3] İsmailağa Fıkıh Kurulu, Ehl-i Sünnet Akâidi, İsmailağaYayınevi, İstanbul, 2017, s. 91-92.