İnsanoğlunun varlığını sürdürebilmek için en önemli gereksinimlerinden biri de gıda ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı gidermek amacıyla helal ve temiz olarak isimlendirilen gıda maddeleri insanın istifadesine sunulmuştur. Helal ve haram kavramları dini yaşayış açısından son derece önem arz etmektedir. İnanan bir insan hayati faaliyetlerini helal dairesi içerisinde, haram olan sahaya tecavüz etmeksizin sürdürmek durumundadır.
Helal Gıda ve Sâlih Amel
Helal ve haram sınırına riayet etmek, özellikle gıdalar konusunda ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim yüce peygamberlere yönelik olan hitapta önce helal gıda ile beslenilmesi, akabinde sâlih amel işlenmesi emredilmiştir.[1] Gerek gıdasında gerek kazandığında helal-haram ölçüsüne riayet etmeyenin, düzenli ibadetlerinde çok titiz olsa bile dualarının kabul olunmayacağı, Allah Teâlâ katında bir değer taşıyamayacağı da vurgulanmıştır.[2] Bu verilerden de anlaşılacağı üzere helal gıda ile beslenmek, dindar bir yaşayışın olmazsa olmaz şartıdır.
Şeytanın Adımlarına Uymayın
Kur’ân-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünneti, helal ve haramları belirlemiş ve sınırlarını çizmiştir. Bu hususta nazil olan Bakara suresi 168-169. âyet-i kerimeler ışığında konuyu kavramaya çalışalım;
“Ey İnsanlar! Yer(yüzün)de bulunan (rızık)lardan helal, (bütün şüphelerden) tertemiz ve lezzetli olan(lar)ı yiyin. Şeytanın izlerine uy(up da helalleri haram, haramları helal say)mayın. Çünkü gerçekten o (şeytan) sizin için (zahiren dost görünen) apaçık bir düşmandır.”[3]
Kendisi her ne kadar gözlerinize görünmez, gizliden gizliye kanınıza, iliklerinize işleyerek kalp ve fikirlerinize sokulursa da onun size düşman olduğunda ve telkinlerinden hiç birisinin hakka ve hayra yönelik olmayacağında şek ve şüpheye yer yoktur. Sağlam bir yaratılış, olgun bir akıl ve temiz bir kalp sahipleri için onun düşmanlığını ve telkinlerinin kötülüğünü anlamak hiç de zor değildir.
“O size ancak (yalan ve kumar gibi) kötü şeyleri, (içki, iftira ve zina gibi) haddi aşan çirkin işleri (yapmanızı) ve Allah’a karşı (iftirada bulunmak üzere kendi kafanızdan: “Şu helaldir, bu haramdır!” gibi laflar etmenizi, böylece doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri (Allah adına) söylemenizi emretmektedir.”[4]
Haram Lokmanın Tehlikesi
Hâfız Ebû Bekir b. Merdûyeh (Rahimehullah)ın rivayetine göre İbn Abbas (Radıyallâhu Anh) buyurdu ki;
“Bir kere “Ey İnsanlar, yerdeki şeylerin helal ve temizlerinden yiyin.” ayet-i kerimesi Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda okunduğu zaman Sa’d b. Ebi Vakkas (Radıyallâhu Anh); “Ey Allah’ın Rasulu! Allah’a dua et de beni duası kabul olan bir kul yapsın.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem); “Ey Sa’d! Yediğini temiz kıl (yediğinin helal ve temiz olmasına dikkat et) ki duası makbul bir kul olasın. Muhammed’in canı kabza-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki muhakkak bir adam haram lokmayı karnına atarsa, ondan kırk gün amelleri kabul edilmez. Herhangi bir kulun eti haramdan ve fâizden biterse (meydana gelirse) ateş ona daha layıktır.” buyurdular.[5]
Kurtubî tefsirinde zikredildiğine göre, Sehl b. Abdullah (Radıyallâhu Anh) buyurdular ki: “Kurtuluş üç şeydedir; Helal yemek, farzları yerine getirmek ve Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittiba etmek.”
Ebû Abdillah es-Sâcî (Rahimehullâh) buyurdular ki: “Beş haslet vardır ki ilim onlarla tamamlanır. Allah Teâlâ’yı bilmek, hakkı (doğruyu) bilmek, amelleri sırf Allah için yapmak, sünnet üzere amel etmek ve helal yemek. Bunlardan biri bulunmadığı takdirde ameller Mevla Teâlâ’ya yükseltilmez.”
Rûhu’l-Beyân tefsirinde zikredildiğine göre; Mevla Teâlâ Hazretleri, iyi ile kötünün seçilmesi için iblisi yaratmıştır. Enbiyâ-i izâm’ı saîdler (iyiler) onlara uysun için, iblîsi de şakiler (kötüler) ona uysun, böylece aralarındaki fark zuhur etsin (meydana çıksın) diye yaratmıştır. O halde iblis, Allah Teâlâ’ya muhalefetin, dolayısıyla cehennemin tellal ve simsarıdır. İblis, dünyayı kâfirlere arz ettiğinde onlar, “Bunun parası nedir?” dediler o da “Dini terktir.” dedi, onlar da dini verip dünyayı satın aldılar. Zahitler ise dünyayı terk ederek ondan yüz çevirdiler. Dünyayı çok seven Müslümanlar ise iblisin dünyayı kendilerine arz etmesine karşı ne dinden ne de dünyadan geçemediler.
Şeytana; “Dünyadan bize bir şey tattır da nasıl olduğuna bakalım.” dediler bunun üzerine iblis, “Bana rehin verin.” dedi, onlarda kulaklarını ve gözlerini ona rehin verdiler. Bundan dolayı dünya erbabı, dünyanın haberlerini duymayı ve onun süsünü seyretmeyi çok severler, zira onların kulakları ve gözleri iblisin yanında rehindir.
İblis, onlardan bu rehini aldıktan sonra kendilerine dünyadan biraz tattırdığı için onlar zahitlerin, dünyanın ayıbı hakkındaki sözlerini duymaz ve çirkinliklerini görmez oldular. Bundan dolayı حُبُّكَ الشَّيْأَ يُعْمِي وَيُصِمُّ “Senin bir şeyi sevmen, ona karşı seni kör ve sağır eder.” buyrulmuştur.
O halde akıllı kişi dünyadan soğumalı, ancak helal ve pak olanları kabul etmelidir. Hasan-ı Basri (Radıyallâhu Anh) buyurdu ki; “Helal ve tayyib (haram olma şüphesinden uzak), kıyamet günü kendisinden sual olunmayacak şeylerdir, bu da insanın zaruri ihtiyaçlarıdır.”
Haberde gelmiştir ki; “Şüphesiz Allah Teâlâ âdemoğluna zaruri ihtiyaçlarını bağışlamıştır. Bunlar da avretini öretecek bir elbise, açlığını defedecek bir ekmek ve kuş yuvası gibi bir evdir. Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasûlü tuz nasıldır?” diye soruldu. Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem); “Tuzda hesap vardır.” buyurdu.[6]
Te’vîlât-ı Necmiyye’de zikredilmiştir ki; helal Allah Teâlâ’nın yenmesini serbest ettiği şeylerdir. Tayyib ise kul haklarının şüphesiyle ve nefsin aşırı istekleriyle karışmamış olandır. Demek ki her tayyib helaldir ancak her helal tayyib olmayabilir.
Bundan dolayı Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz Allah Teâlâ tayyib (çok temiz)dir ve ancak tayyib olanı kabul eder.” buyurdu.[7]
Bu hususta Üstadımız Hacı Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) şu ifadeleri kullanmışlardır: “Allah Teâlâ, Adem babamız ile Havva vâlidemize, bir ağaç hariç diğer bütün meyvelerden yemelerine müsaade etmişti. Bizlere de deve, koyun, inek, keçi, tavuk, kuş eti vb. hayvanların etlerini besmele ile kesilince helal kıldı. Domuz etini yememiz ise haram oldu. Meyve suyu, ayran, süt, şerbet içmemiz helal, şarap içilmesi ise haram kılındı. Eğer “Allah kerimdir.” diyerek haram edilenlere yaklaşmaya kalksak, olmaz.”[8]
Helal Gıda Hakkındaki Âyet-i Kerîmeler
Helal ve pak yeme hakkında Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen diğer ayet-i kerimeler şunlardır;
“Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin, kendisine îmân etmiş olduğunuz Allah (Teâlâ)dan da korkun.”[9]
“Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve pak olarak yiyin ve Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir.”[10]
“Artık Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin ve eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.”[11]
“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin, şeytanın adımlarına uymayın (onun peşinden gitmeyin) çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”[12]
Şeytanın izlerine uymayın! Haramları helal gibi gösterme hususundaki vesveselerini duymayın ve ez cümle şeytanın ordularından olan, arzu ve kuruntularınızın icaplarını yapmayın. Çünkü o ve orduları sizin için adaveti zahir bir düşmandır. O halde onun iğvâ ve iğrâsından (azdırma ve kışkırtma) sakının. Fani şehvetlere meyledip Allah Teâlâ’nın mâsivâsıyla perdelenerek şeytanın izlerine uymayın! Çünkü o sizi Mevlâ’nızdan perdelemek istediği için size karşı apaçık bir düşmandır. Doğru yolda yürümeye muvaffak edecek ancak Allah Teâlâ’dır…
Dipnotlar
[1] Mü’minun, 51.
[2] Müslim, “Zekat”, 19.
[3] Bakara, 168.
[4] Bakara, 169.
[5] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/292.
[6] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 1/273.
[7] Müslim, “Zekat”, 65.
[8] Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, Siraç Kitabevi, İstanbul 1998, 1/150.
[9] Mâide, 88.
[10] Enfâl, 69.
[11] Nahl, 114.
[12] En‘âm, 142.