Allah’a hamd, Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e ehl-i beyti ve ashabına selam ederiz.
Ramazan ayının tüm İslam âlemine bolluk bereket refah ve şuur getirmesini Allah Teâlâ’dan niyaz ediyoruz.
Ramazan ayında oruçtan sonra en önemli yer kaplayan ibadetlerden biri de teravih namazıdır. Bu münasebetle bazı camilerin küçük olması veya cemaatin çokluğundan veya bayanlara ayrılacak bölümlerin uygun olup olmamasından kaynaklanan bir meseleyi yazmayı uygun gördük. Şöyle ki; Caminin alt katında namaz kıldıran imama, üst kattakiler uyabilir mi? Veya tersi olması durumunda uyabilir mi? Veya da bayanlar arkada kapalı bir odada kılacak olsalar imama uymaları caiz olur mu? imamın sesini mikrofonla duyacak olsalar yeterli olur mu? Bu hususta dikkat edilmesi gereken fıkıh esaslarına dair birkaç söz söyleyeceğiz. Eş-Şurunbulâlî’nin mezhepten anladığına göre mekânların farklı olmasının namazın sıhhatine tesiri yoktur. İmama uymanın sahih olup olmamasında asıl müessir olan imama uyan kişinin imamın halini bilip bilmediğidir. Eş-Şurunbulâlî böyle dese de İbn Abidin, ed-Dürer den, er-Rahmetî’den ve daha başkalarından yaptığı nakillerle özetle şöyle der: İmama uymanın sıhhati için esasen şart olan iki durum vardır.
İmam ile farklı mekânlarda olmamak; mesela imam ile cemaatin arasında araba yolu veya onun kadar yaya yolu olsa imama uymak sahih olmaz. Ancak cami, cemaati almadığı için dışarıda kalanlar yol üzerinde saf tutmuşlarsa yolun arkasında kalanların imama uymalarında her hangi bir mahzur söz konusu değildir.
Yeter ki saflar arasında namaza durulacak yer varken kasıtlı olarak boş bırakılmasın. Söz gelimi cami kalabalık olup cemaat dışarı taşacak olsa ve saflar yolun üzerine hatta ötesine varacak olsa bunda bir mahzur lazım gelmez.
İmamın halinin, cemaate yani imama uyana kapalı kalmamasıdır. Bu ise imamı görmekle veya onu gören cemaati görmekle veya imamı ya da tek- bir alan müezzini duymakla hâsıl olur. Burada esas olan imama uyan kişinin imamla birlikte namaz fillerini yerine getirebilmesidir. Bu, imama uyanı görmekle hâsıl olabileceği gibi, imamın hareketlerini bildiren sesi işitmekle de olur.
Burada bir konuya açıklık getirmek yerinde olacaktır. Şöyle ki: El-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi fi Tertibi’ş-Şerâi’ isimli eserinde naklettiğine göre; Nadiru’r-Rivaye olarak el-Hasen b. Ziyad, imam Ebu Hanife (Allah onlara rahmet etsin)’den şöyle nakletmiştir: imam ile ona uyan kişi arasında geniş ve uzun duvar olur ve duvarda açık bir pencere veya boşluk olmaz ise imama uymak sahih olmaz. Fakat duvar kısa ve ince olursa veya duvarda açılmış bir pencere olursa sahih olur. Bu ve emsali ibarelere dayanarak mutabaatın şartı için şöyle diyen âlimler olmuştur: “imama uyan kimsenin, imama ulaşabilir bir vaziyette olması gerekir”.
Fakat muhakkik âlimler bu görüşü doğru bulmamışlardır. Aksine doğru görüş az önce naklettiğimiz gibi; imamın halinden bir şekilde haberdar olmanın gerekli oluşudur.
El-imdâd isimli eserin sahibi eş-Şurunbulâlî diyor ki: “İhtimal kapının açık bulunması, imama naz- aran intikal tekbirleri bilinsin diye şart kılınmıştır. Kapı kapalı olduğu halde tebliğ suretiyle intikal tekbirleri işitilirse ona uymaya bir mâni yoktur.
Bir de mekân tek bir mekân sayılıyorsa altta olanların üstte olan imama veya üstte olanların altta olan imama uymalarında herhangi bir mahzur yoktur. Bu hususta arada duvar olup olmaması da neticeyi değiştirmez. Buna dair ibn Abidin Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Selem)’in hanımlarının odalarında namaz kıldığı zamanlarda sahabenin ona uymasını delil olarak getirmiştir. Buna göre imamın halinden haberdar olduğu halde mescide bitişik olan evinden imama uyan kişinin namazı sahih olur. Bu hususta da tartışma mevzuu bahis değildir. Tartışılan nokta ise mescide bitişik olan evinin çatısından imama uyan kişinin namazının
sahih olup olmayacağıdır. Sahih görüşe göre bu durumda mekânlar farklı kabul edildiğinden imama uymak sahih olmayacağıdır.
Mekân değişikliğinin namazın sıhhatine mani olmasına delil olarak, El-Kâsânî (ö.587), Bedây- iu s-Sanâyi isimli eserinde Hazreti Ömer (Allah ondan razı olsun)’in şöyle dediğini aktarır: “İmamla arasında nehir veya yol veya da kadınlardan oluşan bir saf olan kişinin namazı yoktur”
Yolun miktarının ne kadar olduğuna dair farklı rivayetler gelmiş olsa da aşağı yukarı aynı şeyi işaret etmektedirler. Şöyle ki; devenin yürüyeceği kadar, kâninin yürüyeceği kadar, katırcı yükünü yürüteceği yol genişliği kadar, ana yol sayılacak kadar vesair, hepsi üç aşağı beş yukarı günümüzde araba yolu sayılan veya onun kadar olan caddelerdir.
Nehrin miktarında ise bir ufak gemi aracının yürüyebileceği, üzerinden köprü kurulmadan insanların geçemeyeceği vb tarifler yapılmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da; bu kadar bir boşluğun yolun iki tarafında bulunan cemaatin arasında bulunması durumunda yolun arkasında kalanların namazının sahih olmayacağı, fakat aynı miktar boşluğun imamın arkasındaki saf ile müezzin saffı arasında bulunması durumunda ise namaz mekruh olsa da fasit olmayacağıdır.
Ezcümle: Caminin üst katında olan, alt katında bulunan imama uyması veya aksi şekilde uymasında her hangi bir kerahet söz konusu değildir. Zira mekân aynı olup değişmemiştir. Yeter ki üst katta boşluk olduğunu bilerek alt katta namaza durmuş olmasın. Zira bu durumda namaz mekruh olacaktır.
Yine aralarında duvar emsali engel bulunduğu halde cemaat, imamının halinden haberdar olacağı bir durumdaysa namazları sahih olacaktır.
Ancak şunu tekrar söyleyelim ki her durumda imamın bulunduğu bölümde hala saf tutma imkânı varken imamdan uzak bir yerde saf tutmak doğru değildir. Namazı mekruh yapar.
Cümle İslam âleminin Ramazanını en iyi şekilde değerlendirmesi ve bir niyaz bir dua konumunda tüm muhtaç ve sıkıntılara Allah Teâlâ’dan bir rahmet olması dileğiyle es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhü.