Duây-ı padişahla cümle ihvân,
Olurlar hep müdavim leyl-ü rûzan.
“Bütün ihvanlar gecelerde ve gündüzlerde hep padişaha duaya devam ederler.”
Duây-ı padişah: Padişaha duâ etmek.
İzafî bir terkiptir. Beyit okunurken “dua” evvel okunur. Mânâ verirken “padişah” önce söylenir.
İhvan: Kardeşler, aynı tarikata mensub olanlar.
Leyl: Gece demektir, Arapçadır.
Rûzan ise cemi bir kelime olup Farsçada gündüzler manasına gelir.
Zeval bulmaz cihan durdukça ey can,
Bu Şehinşâh-ı Cihân Abdülmecid Han.
“Ey canım kardeşim! Bu cihan padişahı Abdülmecid Han durdukça cihan zeval bulmaz.”
Zeval bulmak: Yok olmak.
Bu padişaha nasıl dua edilmez? O hem dinimizin hem dünyamızın muhafazasına uğraşıyor. Kur’ân’dan ve Rasûlüllah’ın sünnetinden ayrılmamamıza yardım ediyor. Onun için duâyı hak ediyor.
Gönülle yardım et Hakk’a gidelim,
Cemâli bâ kemâle seyr idelim.
“Sen de bu cihan padişahına gönülden dua ederek yardım et Hakk’a gidelim. Kemalin ta kendisi olan Mevlâ’nın Cemâli’ne seyredelim.”
Padişahın Din-i Mübin-i İslâm’ı koruması çok önemli bir meseledir. Bu kolay bir iş değildir. Asr-ı saadette Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gece dışarı çıktı, sokaklardan geçerken her evden arı vızıltısı gibi Kur’ân sesleri geliyordu. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Mûsâ el-Eşâ‘rî (Radıyallahu Anh)ın evinin önüne geldiği zaman onun, Kur’an-ı Kerim’i tecvidli ve makamlı bir şekilde okuduğunu duydu. Ve onu sonuna kadar dinledi. Sabah olunca Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ebû Mûsâ (Radiyallahu Anh)a hitaben buyurdular ki: “Ey Ebû Mûsâ elbette sana Dâvûd Aleyhisselâm’ın sesi gibi ses verildi.”[1] Davud Aleyhisselâm, Zebur okurken kuşlar başucunda, diğer mahlûkat etrafında toplanıp onu dinlerlerdi.
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha sonra sahabe-i kirama dönerek: “Dün gece dışarı çıktım. Evlerden arı vızıltısı gibi Kur’an-ı Kerim sesleri geliyordu. Ebû Mûsâ’nın evinin önüne gelince onu dinlemeden geçemedim” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Mûsâ (Radıyallahu Anh): “Ya Rasûlallah! (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Senin dinlediğini bilseydim, daha dikkatli okurdum” dedi.
İşte hakiki Padişah!
Hazret-i Ömer de (Radıyallahu Anh) Emîru’l-Müminîn iken geceleri gezip dolaşır, bekçilik yapar halkın emniyetini sağlardı. Bir gece gene İbn-i Mes‘ûd (Radıyallahu Anh) ile böyle gezerken bir evden şarkı sesi geldiğini duydu. Kapının arasından bakınca yaşlı bir adamın içki içtiğini, bir cariyenin de ona şarkı söylediğini gördü.
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) derhal hiddetlenerek içeri girdi. Ve o adama “Senin gibi birine bu hâl yakışır mı?” dedi. Adam ayağa kalktı. Ve Hazret-i Ömer’e (Radıyallahu Anh) dönerek: “Ya Emîre’l-Müminîn! Allah aşkına beni dinlemeden hüküm verme” dedi.
Hazret-i Ömer de (Radıyallahu Anh): “Söyle” buyurdu. Adam o zaman: “Ben Allah’a (Celle Celâlühü) bir yerde asi olduysam sen üç yerde asi oldun” dedi. Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh): “Nedir onlar?” diye sorunca:
Birincisi: Mevlâ Teâlâ Hazretleri: “Kusurları araştırmayınız…”[2] buyurdu. Sen ise benim hâlimi araştırdın. İkincisi: Cenâb-ı Hakk: “İyilik evlere arka tarafından gelmeniz değildir. Lâkin iyilik muttakî olanların (sakınanların) iyiliğidir. Evlere kapılarından giriniz.”[3] Evlere kapılarından giriniz buyurdu. Sen böyle yapmadın. Üçüncüsü: Mevlâ Teâlâ Hazretleri: “…Kendi evlerinizden başka evlere müsaade istemeden ve sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz…”[4] buyurdu. “Sen izinsiz olarak selâm vermeden girdin.”
Bunları duyan Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh): “Doğru söyledin. Beni affeder misin?” dedi. Adam da: “Seni Allah affetsin” diye cevap verdi. Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) ağlayarak dışarı çıktı. Giderken: “Allah (Celle Celâlühü) Ömer’i affetmezse hâli ne olur?” diyordu.
İşte milletin başına böyle Müslüman idareciler lâzımdır. Eğer böyle idareciler olmazsa çalgıda çalınır, televizyondan kötü şeylerde seyredilir, çıplak da gezilir, içki de içilir, kumar da oynanır, her şey yapılır. Gâvur gibi yaşanılır.
Milyarları olan bir kimse de elli bin lira zekât vermiş. “Ben zekâtımı verdim” diyor. O zekât verilmedi demektir. Malının kırkta birini vermesi lâzım ki, zekâtını tam vermiş sayılsın.
Müslüman idareci ile din tamamlanır. Ancak o zaman Kur’ân okunur, tefsir, fıkıh, Arapça, hadis, akâid, tasavvuf okunur. Gereği üzere amel edilir, doğru fetva verilir. Büyük adamlar bu şekilde yetişir. Valiler, hâkimler, komutanlar, kaymakamlar bunların içerisinden seçilir, ibadetlere dikkat edilir, nikâhlar, talâklar, vekâletler, kefaletler, alışverişler gibi bütün muamelât, insanların işlemiş olduğu suçların cezası olan bütün ukûbât, Kur’ân’ın ahkâmına uygun olarak yerine getirilir.
Bu uygulamalar olduğu vakit dünya cennet gibi olur. Çalışan insanların ibadetleri yerine getirmeleri, namaz için cemaate iştirak etmeleri bunlar hep idarecilerin işidir. Geçmişte bu idareciler sayesindedir ki, batıda Viyana kapılarına, kuzeyde Kırım’a, güneyde Afrika’ya kadar dayanmıştık. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Hicaz hep bizdeydi.
Şimdi ise ne acıdır ki bu imparatorluğun torunları, onları o duruma yükselten İslâm dinini inkâra yelteniyorlar, dinimizi çağ dışı kabul ediyorlar. Kur’an-ı Kerim’i çağ dışı kabul edenlerin kendileri çağ dışı oldular farkında değiller. Oysa Allah Teâlâ onları ahirette rezîl-i rüsvay edecek.
Bugün Müslümana düşen nedir? Vali, hâkim, komutan olamayacak olsa da İslâmî ilimleri okumaktır. Hatta temizlik işçisi dahi olamasa yine de İslâmi ilimleri okumalıdır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ne buyuruyor: “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”[5]
Peygamber varisi olmaktan daha büyük ne olabilir? Bu ilme çok dikkat edelim. Bizi yaratan Rabbimiz, bizi aç bırakmaz. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi; “Kim Allah için ilim talep ederse Mevla Teâlâ onun rızkına ummadığı yerden kefil olur.”[6]
Böyle bir müjdeden sonra rızık endişesini bırakalım. Derdimiz, dinimiz olsun. Bizi yaratanı razı etmek olsun. Her birerlerinizin yüz milyon maaşı olsa Allah (Celle Celâlühü) gökten yağdırmasa, yerden bittirmese paranız neye yarar? Mevlâ Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’in hürmetine gökten yağdırıyor, yerden bittiriyor.
Geçenlerde tefsirde gördüm. Mevlâ Teâlâ iman edenlerin sayesinde iman etmeyenleri helak etmiyor. Zekât verenlerin sayesinde zekât vermeyenleri helâk etmiyor. Oruç tutanların sayesinde oruç tutmayanları helak etmiyor. Zikredenlerin sayesinde zikretmeyenleri helak etmiyor. Namaz kılanların sayesinde kılmayanları helak etmiyor.[7]
Dipnotlar
[1] Buhârî, Fezail-i Kur’ân 31, no: 4761, 4/1925.
[2] Hucurât Sûresi, 12.
[3] Bakara Sûresi, 189.
[4] Nûr Sûresi, 27.
[5] Ebû Davûd, İlim, 1, no: 3641, 2/341.
[6] Suyûtî, et-Teysîr bi Şerhi’l-Câmi‘i’s-Sağîr, 2/429.
[7] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, c.1 s. 211-214.