Kur’ân-ı Hakîm, bizlere kâinatı yaratıp düzenleyenin, kâinat içinde insanı yaratanın ve yarattığı insana kâinatı izleyecek ve işlerini görecek gözler verenin Allah Teâlâ olduğunu bildirir ve bizleri şöylece ikaz eder:
“Mü’minlere de ki, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki, Allah yapmış olduklarından haberdardır.”[1]
Rahib Bersîsa’nın Kıssası
Ulemâ arasında büyük kıymeti hâiz tefsirlerden olan Rûhu’l-Beyân tefsirinde gözleri haramdan korumakla alâkalı olan Râhib Bersîsa’nın kıssası da câlib-i dikkat bir ibret tablosudur. Gelin o kıssaya hep beraber bir göz atalım;
Râhib Bersîsa fetret döneminde bir manastır yapmıştı. Bu manastırda kalmış, Allah Teâlâ’ya ibâdet etmişti. İblîs bu işi engelleme konusunda başarısız olmuş, onu dalâlete düşürmek konusunda âciz kalmıştı. Bir gün şeytanları topladı ve onlara şöyle dedi: “Sizden bu adam hususunda kim bana yardım eder?” Habîs şeytanlardan birisi: “Bu işe ben yeterim, ondan istediğin şeyi elde ederim” dedi. Râhib elbiseleri ve elindeki asasıyla onun manastırına gitti. “Ben bir râhibim, halvet ve uzlete çekilmek istiyorum” dedi. “Sizinle beraber bulunmak ve halvette Allah’a ibâdet etmemin size ne zararı olabilir ki?” dedi. Bersîsa onunla sohbet etmeye yanaşmadı ona: “Allah’ın ibâdet etmekle o kadar meşgulüm ki seninle sohbete ayıracak vaktim yok” dedi. Namaza başladığında on gün boyunca namaz kılmak, oruç tuttuğunda ise on günde bir iftar yapmak Bersîsa’nın âdetiydi. Şeytan manastırında onunla birlikte onunla namaza durdu. İbâdet konusundaki cehd ve gayreti, Bersîsa’nın ibadetteki gayretinin önüne geçti, hatta o kadar ki şeytan kırk günde bir namazdan çıkıyor ve kırk günde bir orucunu açıp iftar ediyordu. Bunu gören Bersîsa sonunda şeytanın kendisiyle sohbet etmesine müsaade etti. Zira onun ibâdetlerdeki çalışkanlığı ve gayreti karşısında kendi ibâdetlerini noksan görmeye başlamıştı. Şeytan bir yıl sonra ona şöyle dedi: “Benim bir arkadaşım var, zannetmiştim ki senin ibâdet ve gayretin onunkinden fazladır. Şimdi seni görünce zannettiğim gibi olmadığını anladım, onun yanına gidiyorum.” Bersîsa onun gitmesinden rahatsız oldu, gitmemesi için ona samimi bir dostluk gösterdi. Şeytan şöyle dedi: “Mutlaka gitmem gerekiyor, ancak sana bir duâ öğreteyim, kendisine okuduğun her hasta ve çaresize Allah Teâlâ şifâ verir. Bunu yapman senin için, yaptığın her ibâdetten daha hayırlıdır, hem de Allah’ın kullarına bir faydan dokunmuş olur.” Bersîsa şöyle cevap verdi: “Kendi vaktim ve zikirlerimden geri kalarak, insanların işleriyle meşgul olmak sebebiyle yürüdüğüm yolu bırakmak benim işim değildir.” Şeytan o duâyı öğretene kadar çok gayret etti ve sonunda bu meşguliyeti Bersîsa’nın başına sardı.
Şeytan Bersîsa’dan ayrılarak İblîs’e geldi ve ona: “Vallâhi bu adam helâk oldu” dedi. Sonra gitti ve ifritlerin musallat olduğunda boğacak hâle getirdiği adam gibi bir adama musallat oldu. Sonra da bir doktor sûretinde o adamın evinin önüne geldi ve şöyle dedi: “Sizin arkadaşınız delirdi, onu tedavi ediniz. Sizin adamınızı, onun cini rahatsız ediyor, eğer isterseniz onu tedavi ederim.” Şeytan hasta adamı görünce şöyle dedi: “Benim onun cinine gücüm yetmez, ancak duâsıyla şifa bulacağınız bir kimseye gitmenizi size tavsiye ederim O ibâdethanesinde yaşayan Râhib Bersîsa’dır.” Adamı ona götürdüler, duâ etti ve o ifrit ondan uzaklaşıp gitti.
Sonra şeytan, İsrailoğullarının yöneticilerinden birinin kızı olan bir kadının yanına gitti. Kız rahatsızlanmış ve delirmişti. Kadın görenlere dehşet veren bir güzelliğe sâhipti ve üç de kardeşi vardı. Şeytan doktor görünümünde onların yanına gitti ve kızı kendisine gösterdiler. Şeytan şöyle dedi: “Ona rahatsızlık veren uğursuz bir ifrit var. Benim ona gücüm yetmez. Onu rahibe götürün. Bu işin altından ancak o kalkar, duâ eder kız şifa bulur. ” Onlar şöyle dediler: “Korkarız ki bunu yapmaz, bize izin vermez.” Şeytan dedi ki: “Onun manastırının hemen yanına bir manastır yapıp kızı burada yatırın. Ona; “Bu kız bir emanettir, senin yanına koyup gidiyoruz. Allah rızâsı ve sana vereceği sevabı için gözünü ondan ayırma ve ona duâ et ki şifa bulsun” deyin. Kızın kardeşleri şeytanın söylediği şekilde yaptılar, râhib kendi manastırından aşağı indi, güzel kızı gördü ve kızın dehşet veren güzelliğinden içine bir fitne düştü. Şeytan tam da o anda kendisine şöyle vesvese verdi: “İşini gör (zînâ et) sonra tevbe et!” zirâ tevbe kapısı açık, Allah’ın merhameti boldur.” Râhip, şeytanın emrini tutarak (vesvesesine kanarak) kızdan muradını aldı, kız hâmile kaldı. Râhib pişman oldu ve insanlara rezil olmaktan korktu. Şeytan hemen o anda kalbine bu kızı öldürmesini ve ortadan kaldırması gerektiğini fısıldadı. İçinden “kardeşleri geldiği zaman, ifrit onu götürdü derim onlar da bana inanırlar, böylelikle de rezil olmaktan kurtulurum. Sonrada zinâ ve öldürme için tevbe ederim” diye geçirdi. Bersîsa kızı öldürdü ve defnetti. Kardeşleri gelip kız kardeşlerini göremediklerinde de onlara; “Ona musallat olan ifrit geldi ve onu götürdü, ona karşı koyamadım” dedi. Onlar da kendisine inandılar ve geri döndüler.
Şeytan kardeşlerin rüyasına girdi ve “râhib kardeşinizi öldürdü ve falan yere gömdü” dedi. Üç gece üst üste bu şekilde onlara göründü. Böylece onlar kızın gömüldüğü yere gidip öldürülmüş kardeşlerini oradan yerden çıkardılar. Kardeşler, râhibi manastırdan çıkarıp manastırı darmadağın ettiler ve onu zamanın hükümdarına götürdüler. Râhibin yaptığı iş ve günahı ortaya çıkınca hükümdarın fermanıyla onu darağacına götürdüler. O anda şeytan yanına geldi ve şöyle dedi: “Bütün bunları planlayan ve yapan benim. Şayet sana emrettiğimi kabul edersen seni buradan kurtarırım”. Bersîsa “ne emredersen yaparım.” dedi. Şeytan; “bana secde et!” dedi. O bedbaht şeytana secde etti ve kâfir oldu. Onu bu küfrüyle beraber astılar. O anda şeytan şöyle dedi; “Doğrusu ben senden uzağım; Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”[2]
Bakmanın nelere sebep olabileceğine dair bu ibretlik tabloyu daima hatırımızda tutmak ve rahmet-i ilâhiyyeden kovulmaktan son derecek korkmak lâzımdır. Amelimize de güvenmeyip daima boyun kırıklığı içinde Cenâb-ı Hakk Hazretleri’ne dua etmek, bunu yaparken de fiilî duamız olan ibadetlerimizde sebat etmek lâzımdır. Allah Teâlâ’ya sadâkatin timsâli Hazret-i Yûsuf (Aleyhisselâm) gibi kendisine zamanın tüm ziynet ve çekiciliğiyle yaklaşan Züleyhâ’ya istediğini vermeyip, bu uğurda hapsedilmek kendisine daha sevimli olan kimselerden olmak niyazıyla…
Dipnotlar