Sözlükte “terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen hecr (hicrân) masdarından isim olan hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden müslümanlara muhâcir, Resûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da ensâr unvanı verilmiştir.
Bir hadiste, “Muhacir Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terkeden kimsedir” denilmekte,[1] başka bir hadiste de hicretin “kötü şeyleri terketmek” anlamına geldiği belirtilmektedir.[2] Hicretin ahlâk ve zühd ile ilgisine işaret eden âyet ve hadisleri dikkate alan mutasavvıflar bu kavramı hem “haramları terkedip kötülüklerden uzaklaşmak”, hem de “nefsi terbiye etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak” veya “kalben ve zihnen halkı terketmek” anlamında kullanmış, seyrü sülûk dedikleri mânevî yolculuğu da bir çeşit hicret saymışlardır.[3]
Mekke müşrikleri Resûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e karşı İslâmiyet’i tebliğe başladığı andan itibaren olumsuz bir tavır takındılar. Bu tavır sadece İslâm’ı reddetmekten ibaret kalmadı; Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) alaya alındı, ona inananlara baskı uygulandı ve bu baskılar İslâmiyet’in Mekke’de yayılmaya başlaması üzerine eziyet ve işkenceye dönüştü. Hatta Ammâr b. Yâsir (Radıyallâhu Anh)’in babası Yâsir (Radıyallâhu Anh) ve annesi Sümeyye (Radıyallâhu Anhâ) işkenceyle öldürüldü.
[1] Buhârî, “Îmân”, 4; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 4, “Vitir”, 11
[2] Müsned, IV, 114
[3] Reşîdüddîn-i Meybüdî, I, 58