Bir topluluk karşısındaki konuşmayı ifade eden hutbe, özel manada belli gelişmeler ve ibâdetlerle münasebeti bulunan bir mefhumdur. Hutbenin genel anlamıyla ilgili bilgilere erişim sağlamak için tıklayınız…
Hutbenin belli gelişmeler ve ibâdetlerin dışında kalan bazı merasimlerde okunuşuna örnek olarak, halîfe ya da emîr olan kimsenin bu makama gelişini ilân için îrâd ettiği hutbe zikredilebilir. Nitekim Hazreti Ebû Bekir es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ve hilâfet makamında onun ardından bulunmuş olan Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (Radıyallâhu Anhum) da halifeliklerini ilân etmek üzere hutbe îrâd etmişlerdir.[1]
Emevîler ve daha sonra kurulan devletler döneminde hutbe; devlet reisliği, emirlik ve hilâfet makamlarının önemli bir sembolü hâline gelmiştir. Ecdâdımız Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de hutbe mefhumu, bu özelliğini muhafaza etmiştir.
Hilâfetin Îlânı Niteliği Taşıyan Hutbeler
Halifenin nüfûzunun geniş coğrafyaya yayılmasının ardından halife kendisi hutbe îrâd ettiği gibi halifeye biat hâlinde bulunan emir ve hükümdarlar da yine halife adına hutbe îrâd etmişler ve okumuş oldukları hutbelerde biat hâlinde bulundukları halifenin adını anmışlardır. Bu durumun aksi yönünde bir hareket, halifeyi tanımama ya da biattan vazgeçme olarak değerlendirilmiş hatta zaman zaman bir sefer ve hatta savaş sebebi telakki edilmiştir.
Hutbenin siyasî açıdan bir başka yönü de toplu biat merasiminin bir nevi tezahürü hâline gelmiş olmasıdır. Devletler ve halifenin hâkimiyeti altında bulunan coğrafya genişleyip de halktan tek tek biat almak zorlaşınca, îrâd edilen ve hilâfetin yahut devlet reisliğinin ilânı olan hutbe, katılanların biatının toplu hâlde alındığı bir merasime dönüştü. Zira halife tarafından tanınmayan bir devlet reisi, diğer devletler tarafından da hükümsüzdü. Adı hutbede halifeyle beraber anılan devlet reislerinin yanı sıra taşrada vazife yapan devlet yetkilileri de meşruiyet kazanır, halk tarafından kabul görürdü.
Hutbeler, İslâm tarihinde zaman zaman ortaya çıkmış olan hilâfet tartışmalarında ve devlet reislerinin muhtelif sebeplerle farklı bir kimseyi halife olarak tanımaları hususunda da belirleyici olmuştur.[2]
Hutbe ve İbâdetler
Hutbe mefhumunun ibâdetlerle münasebeti konusunda akla evvelâ Cuma ve Bayram namazları gelir. Bu namazlarda okunan hutbelerin dışında İstiska (yağmur namazı) için okunan hutbeler ve Hac menâsikinin îfâ edildiği günlerde okunan hutbeler, bu konu bağlamında zikredilmesi gereken hutbelerdir.
“Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke’de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menâsiki) öğretmek”[3] Hacc’ın sünnetlerindendir. Ayrıca vazifeli olan hatip Arafat’ta, “zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife’de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir.”[4] “Kurban Bayramının ilk gününde bir hutbe okumak ve haccın geri kalan görevlerini anlatmak”[5] da yine hutbenin sünnetleri arasında zikredilmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) veda hutbesi olarak bilinen vedâ Haccı sırasında îrâd buyurduğu hutbelerden sonra, son hastalığı günlerinde de iki ayrı hutbe îrâd etmiş ve ashâbına son uyarılarını gerçekleştirmiştir.
İstiskā ve Küsûf Namazlarında Hutbe
“İmâmeyne göre yağmur duâsına çıkıldığında bu iş için tayin edilen imam aşikâre okuyuşla Cuma namazı gibi iki rekât namaz kıldırdıktan sonra bayramlarda olduğu gibi hutbe okunur. Hatib minbere çıkmaz, yerde durur. Kılıç, ok veya sopa gibi bir şeye dayanarak hutbelerini okur.”[6]
Hutbe okunmasının bazı fakihlerce müstehab görüldüğü bir başka namaz da “Küsûf” yani güneş tutulması namazıdır. “Küsûf namazında İmâm-ı Âzam’a, İmâm-ı Malik’e ve İmam Ahmed’e göre, hutbe okunmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), güneş tutulması olayından dolayı namaz kılınmasını, duâ edilmesini ve sadaka verilmesini öğütlemiş; hutbe okunmasını ise emretmemiş ya da öğütlememiştir. İmam Şâfiî ile İbni Hacer ve bazı âlimlere göre, küsûf namazından sonra hutbe okunması müstehabdır.”[7]
Dipnotlar
[1] Mustafa Baktır, “Hutbe”, DİA, c.18, s.425
[2] a.e. s.426-427
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, (Sad. Hüsamettin Vanlıoğlu, Abdullah Hiçdönmez, Fatih Kalender, Emin Ali Yüksel), Yasin Yayınevi, İstanbul-2015, s.494
[4] a.y.
[5] a.y.
[6] a.e.g. s.274
[7] a.e. s.275-276