Ey iman etmiş olanlar! raina demeyin, unzurna deyin ve dinleyin ve o kâfirler için çok acı verici bir azap vardır.[1]
Tefsir-i Kebirde zikredilmiştir ki, Allâh-u Teâlâ, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)‘in gönderilmesinden önce Yahudilerin yapmış oldukları çirkin işleri açıkladıktan sonra, şimdi de Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)‘in şahsını ve din ini tenkit uğrunda ne kadar ciddi bir şekilde çalıştıklarını beyan ediyor. Şu da bilinmelidir ki, Allâh-u Teâlâ Mümin kullarına Kur’an-ı Kerim’in 88 yerinde “Ey iman edenler!” diye hitap etmiştir, İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)’ın buyurduğuna göre, Allâh-u Teâlâ, Tevrat’ta Yahudilere: “Ey miskinler!” diye hitap ederdi. Her halde Mevla başında onlara miskinler diye hitap ettiğinden sonunda da onları fakirlik ve yoksullukla damgalamıştır.
Nitekim Allah-u Teala, “Onlara alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu.”[2]buyuruyor. Bu delalet etmektedir (göstermektedir) ki. Allâh-u Teâlâ bu ümmete başlangıç ta: “Ey İman edenler!” diye hitap ettiğine göre kıyamet gününde de onları ateşten emin edecek (kurtaracak) tır. Ayrıca mümin ismi, isimlerin ve sıfatların en kıymetlisidir. Dünyada bize isimlerin ve sıfatların en şereflisiyle hitap ettiğine göre, fazl-u kereminden ahirette de bize en güzel muameleyi yapacağını umarız.
Begavî. Hazin, Ruhu’l-Beyan, Fuhru’r-Razzî ve Alusi tefsirlerinde zikredildiğine göre bu ayet-i celilenin sebebi nuzülu (iniş sebebi) şudur: Ebu Muaym’ın İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)dan rivayet ettiğine göre, Yahudiler kendi lisanlarında çirkin bir sövme manasında olan (Raina) sözünü gizlice Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında kullanırlardı. Ashab-ı Kiramın da bu sözü Efendimize söylediklerini duyunca, bunu fırsat bilip açıkça söylemeye ve aralarında gülüşmeye başladılar.
Bu meselenin daha geniş izahı şöyledir: Ashab-ı Kiram (Radıyallâhu Anh) Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sohbetinde bulunurlarken, Resul-ü Ekrem e: “Ya Resulallah! Yavaş konuşarak ve tekrar ederek bizi gözet ki, senin kelâmlarını daha iyi anlayalım ve ezberleyelim manasında olan (Raina) sözünü kullanırlardı.
Yahudilerin de bu söze telaffuz (söyleniş) bakımından çok yakın olan (Raiyna) diye bir sözleri vardı ki onunla birbirine söverlerdi. Bu söz İbranî veya Süryanî dillerinde: “Dinle» Ey sözü dinlenmez herif!” veya “Ey ahmak adam!” manasındaydı. Yahudiler, müminlerin Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e “Bizi gözet.” manasındaki (Raina) sözünü kullandıklarını duyunca, bunu fırsat bilerek ve telâffuz (söyleniş) yakınlığından istifade ederek, sövme manasındaki kendi kullandıkları: (Raıyna) sözleriyle Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hitap etmeye başladılar.
Rivayete göre Sahabe-i Kiramdan Sad İbn-i Muaz (Radıyallâhu Anh) diğer bir rivayete göre de Sad Ibn-i Ûbade (Radıyallâhu Anh) onların lisanını bilirdi. Onlardan bu sözü işitince: “Ey Allah’ın düşmanları! Allah’ın laneti üzerinize olsun, canımız kabza-ı kudretinde (kudret elinde) olan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinizin Resulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu sözü söylediğini duyarsam, elbette boynunu vuracağım.” dedi. Onlar siz de bu sözü söylemiyor musunuz? dediler bunun üzerine bu ayet-i celile nazil oldu (indi). İşte bu kapının kapanması, Yahudilerin dillerinin susturulması ve bu karışıklıktan uzak kalınması için müminler bu sözü kullanmaktan nehyolundu (yasaklandılar ve bunun yerine aynı manada olup, kendisinde karışıklık olmayan (umuma) demekle emrolundular.
Ruhu I-Beyan tefsirinde zikredildiğine göre, bu ayet-i celilede iki şeye delil bulunmaktadır.
Birincisi: Birden fazla mana ifade eden sözlerden kaçınmanın gerekli olduğudur zira kişi bu gibi sözlerle karşısındakine eziyet etmiş olur. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hazreti Cabir (Radıyallâhu Anh)’den rivayete göre: “Müslüman, dilinin ve elinin şeninden Müslümanların kurtulduğu kişidir/ buyurmuştur.[3]
Binaenaleyh Müslüman karşısındaki kişileri sıkıntıya düşürecek karışık sözleri söylemekten son derece kaçınmalıdır.
İkincisi: Haddi zatında yasak olmayıp, yasağa sebep olacak şeylerden de sakınmanın lüzumudur. Nitekim bu ayet-i celilede görüldüğü gibi, Mevlâ Teâlâ Hazretleri aslında kullanılmasında hiçbir sakınca olmayan Raina sözünü, Yahudi lisanında sövmek manasında olan söze söyleniş de çok benzediğinden, Müslümanları bu sözü kullanmaktan menetmiştir.
Mevlâ Teâlâ bir ayet-i celilesinde de Müslümanlara şöyle hitap etmiştir.
“(Kafirlerin) Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin, onlar da bilgisizce, düşmanlıklarından Allah’a söverler)[4] Mevlâ Tealâ Hazretleri, Beni İsrail’den bir cemaate cumartesi günü balık avlamayı haram etmişti onlar da cumartesi havuza doldurup pazar günü avladılar. Cumartesi günü havuza doldurmaları, haddizatında haram olmasa da harama sebep olduğundan Allâh-u Teâlâ onları maymun ve hınzıra çevirdi.
Aişe (Radıyallâhu Anha)’dan rivayet edilmiştir ki Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme (Radıyallâhu Anhuma) validelerimiz Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Habeşistan’da gördükleri bir kiliseden bahsettiler ki, onda Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in suretleri bulunmaktaydı. Bunun üzerine Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“İşte şüphesiz onlar, İçlerinde bulunan salih (iyi) bir adam öldüğünde, kabrinin üzerine bir mescit bina edip, orada o suretleri yaparlardı. İşte onlar kıyamet günü Allah indinde mahlûkatın en şerlileridir[5]
Ulema buyurdu ki: Evvelkiler bunları, sonradan gelenler bu suretleri görerek geçmiş büyüklerin iyi hâllerini hatırlasınlar da kabirlerinin başlarında Allâh’a ibadet etsinler diye yapmışlardı. Böylece bir zaman geçtikten sonra onların gayelerini bilmeyen birtakım zürriyetler türedi, şeytan da onlara: “Sizin babalarınız ve dedeleriniz bu suretlere taparlardı/ diyerek vesvese verdi. Onlar da o suretlere tapmaya başladılar.
Bundan dolayı Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu gibi şeylerden sakındırmış ve böyle yapanları şiddetle tehdit etmiştir. Nitekim: Ata İbn-i Yesar (Radıyallâhu Anh)‘dan rivayete göre, Resulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Allah’ım! Benim kabrimi tapınılan bir put yapma. Peygamberlerinin kabirlerini mescit edinen bir kavme Allah’ın gazabı çok şiddetli oldu.”[6] buyurdu.
Abdullah İbn-i Amr İbn-i As (Radıyallâhu Anh)‘dan rivayete göre, Resulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz kişinin anne-babasına sövmesi büyük günahlardandır.” buyurdu. Bunun üzerine Ashab.ı Kiram: “Ya Rasulullah! Kişi anne ve babasına söver mi?” dediler. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Evet bir kişinin babasına söver o da onun babasına söver, annesine söver o da onun annesine söver” buyurdu.[7] Böylece Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kişinin anne ve babasına sövülmesine sebep olmasını kendi sövmesi gibi saymış oldu.
İbn-i Kesir tefsirinde zikredilmiştir ki, Allâh-u Teâlâ, bu ayet-i celilesinde müminleri kafirlere benzemekten menetmiş (sakındırmış)tır. Çünkü onların bütün sözlerinde ve işlerinde Rasulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)‘e ve Müslümanlara hakaret vardır. Nitekim ayeti celilede mesele açıkça görülmektedir.
Hadis-i şeriflerde de zikredilmiştir ki, Onlar Müslümanlara selâm verirken: “Essamu aleyküm.” derlerdi. Sam İse ölüm demektir. Yani “Selam sizin üzerinize olsun.” diyormuş gibi göstererek, telâffuz yakınlığından istifade edip: “Ölüm sizin üzerinize olsun.” diye beddua ederlerdi, bundan dolayı biz onlara sadece “Ve aleyküm.” – “sizin üzerinize olsun.” demekle emrolunduk ve bizim onlara yaptığımız bedduanın kabul olacağı ama onların bize yaptıklarının kabul olunmayacağı ayrıca hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
O hâlde Müslümanlar uyanmalı ve her fırsatta kendilerine düşmanlık düşünen bu kâfirlere hiçbir hususta benzememelidirler.
Abdullah İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anh)‘dan rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Ben hiçbir ortağı olmayan, Allah’a ibadet edilsin diye kılıçla gönderildim, rızkım mızrağı gölgesinin altına kondu, alçaklık ve küçüklük benim emrime muhalefet eden (karşı gelen) lere verildi. Ve her kim bir kavme (millete) benzerse, o onlardandır.”[8]
Bu hadis-i şerifte sözlerinde, işlerinde, elbiselerinde, bayramlarında ve bize meşru edilmemiş olan sair işlerinde, kâfirlere benzemekten büyük bir nehiy (yasaklama) ve tehdit (korkutma) vardır.
“Ehli kitap (kendilerine Tevrat ve İncil gibi kitaplar verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlar)dan ve müşriklerden hiçbiri sizin üzerinize Rabbiniz tarafından bir hayır (vahy)’in indirilmesini arzu etmezler. Allâh-u Teâlâ ise rahmetini dilediğine tahsis buyurur (özellikle verir) ve Allah-u (Teâlâ) pek büyük ihsan (iyilik) sahibidir.[9]
Yahudilerden bir fırka Müslümanlara sevgi gösteriyorlar ve onların hayrını istediklerini iddia ediyorlardı. İşte bu ayet-i kerimenin onları yalanlamak için indirildiği rivayet edilmiştir.
Tefsir-i Hazin ve Alusi’de zikredilen diğer bir rivayete göre ise: Müminler, Yahudilere: “Muhammed (Aleyhisselâm)e iman edin.” dediler. Onlar da: “isterdik ki sizin dininiz bizimkinden daha hayırlı olsaydı da ona uysaydık.” diye cevap verince, bu ayet-i celile nazil olarak onları yalanlamıştır.
Ayet-i celilede geçen hayırdan murat: Ya vahiy veya Kur an veya yardım veya Resulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e mahsus olan diğer meziyet üstünlükler veya bütün hayırlardır. Zira Yahudiler düşmanlıklarından ve hasetlerinden, bu anlatılanlardan hiçbirinin müminlere verilmesini istemezler.
Rahmetten murat ise: İlâhî vahiydir. İmam-ı Mücahidden rivayete göre: Rahmet, Kur’ân ve İslam’dır. Nesefi tefsirinde zikredildiğine göre: Burada, vahyin Allah’ın ihsanı olduğuna, nübüvvetinde Mevlâ’nın büyük fazlından sayıldığına bir işaret bulunmaktadır.
Hasılı Mevlâ Teâlâ burada müminlere şöyle buyurmak istemiştir: Gerek Yahudiler gerekse müşrikler kendilerini nübüvvete ve vahyi ilâhîye daha lâyık görerek, size haset etmiş (bu nimetlerin size ulaşmamasını istemişler)dir. Ve size hiçbir şey indirilmesini istememişlerdir. Yahudiler sizi ümmî (okuma yazma bilmeyen dolayısıyla anadan doğma cahil kabul edip aslında Allâh Teâlâ’nın sizi öğrettiğinden gafildirler) kendilerinin ise kitap ehli ve vahyin indiği yerlerde yetişen peygamber çocukları olduklarını iddia ettiler. Müşrikler ise Peygamberlik mertebesinin dünya riyasetleri gibi zenginlik ve şöhrete bağlı olduğunu zannederek bu kanaate varmışlar. Bundan dolayı da: “Şu Kur’an iki karye (Taif ile Mekke)nin büyük adamlarından birine niçin indirilmedi?”[10] demişlerdir.
İşte bu ayet-i celilenin sonunda Mevlâ Teâlâ Hazretleri: “Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder (özellikle verir), zira Allâh (Teâlâ) büyük fazl (-u kerem) sahibidir.” buyurmakla, onların bu asılsız sözlerine cevap vermiştir. Ruhu’l-Beyan tefsirinde zikredilmiştir ki, Allâh-u Teâlâ’nın mümin kullarına ihsan ettiği nimetleri reddetmeye kalkışanlar, işin hakikatini bilmemişlerdir. Hukeme (hikmetli söz sahibi olan zatlar) dan bazısı buyurmuştur ki: Haset eden kişi beş yönden Rabbine karşı gelmiş olur.
1- Kıskandığı adama verilen bütün nimetlere buğz eder. (kızar) 2- Allâh-u Teâlâ’nın taksimine kızar ve Rabbine: “Şöyle taksim etmiş olsaydın daha iyi olurdu.” demiş olur. 3- Allah-u Teâlâ fazl-u keremini dilediğine verir. O ise, Allâh’ın fazlına karışarak cimrilik eder. 4- Allâh’ın dostunu rezil etmeye çalışır, çünkü Allah’ın seçtiği bir kulunun elinden bütün nimetlerin alınmasını ister. 5- Allâh’ın düşmanına (İblis’e) yardım etmiş olur. Ey haset eden (başkalarını çekemeyen) insan! Şunu da bil ki, senin hasedin düşmanına değil, ancak sana işler. Aslında uykuda veya uyanıkken hâlin sana gösterilecek olsa, kendini öyle bir adam gibi görürsün ki, o adam düşmanın gözünü çıkarmak için bir taş atar, o taş düşmana dokunmaz, döner onun sağ gözünü çıkarır. O kişinin öfkesi bir kat daha artar, evvelkisinden daha kuvvetlice bir taş atar, bu seferde o taş döner onun sol gözünü kör eder. Hasetçinin tamamen kızgınlığı artar. Bir daha taş atar, bu seferde o taş dönüp onun kafasını yarar, düşmanı ise sapasağlam durmaktadır, attığı taşlar tekrar tekrar kendisine dönmektedir, düşmanları ise etrafında alay ederek gülmektedir.
[1] Bakara Sûresi, 104.
[2] Bakara Sûresi, 61
[3] Müslim, İman/65, Buharî, lman/5,5 Rikak/26
[4] Enam Sûresi, 108.
[5] Buharî, Salât: 48, Neseî, Mesacid:!3, Ahmet İbn-I Hanbel:6/51
[6] İmam-ı Malik, Muvatta, Sen: 85
[7] Müslim, İman: 145, Tirmizî, Birr: 4, Ahmed İbn-i Hanbel: 2/164
[8] Ahmed ibn-l Hanbel: 2/50
[9] Bakara Sûresi, 105.
[10] Zuhruf Sûresi, 81.