Lügatta, danışma, öğüt, başvurma, akıl alma manalarına gelir. Meşveret, meşûre, müşâvere, şûra ve teşâvür de istişâre’nin yakın anlamlara gelir. Istılahta ise âmirlerin ve bahusus devlet başkanının vazife alanlarına giren işler hakkında başkalarına danışıp onların görüşlerini dikkate almasını ifade eder.
İstişare ve benzeri kelimeler, arı kovanından bal almak manalarına da kullanılmaktadır. Bu durumda lügât ve ıstılah manaları arasında bir bağ vardır. Nasıl ki bir bal, farklı çiçeklerden toplanıp bir araya gelerek, güzel bir tat oluşturuyorsa; güzel kararlarda, farklı kişilerin görüşlerinden toplanıp bir araya gelmektedir.
Kurân’da İstişâre
“Artık (sana karşı yaptıkları yanlışları) onlardan affet, (Bana karşı yaptıklarından dolayı) kendileri için de mağfiret talep et. Bir de o (harple alâkalı konuda olduğu gibi, hakkında vahiy bulunmayan ve uygun gördüğün her) işte (gönüllerini hoş etmek için) onlarla istişârede bulun. ”[1] ayeti ile Mevlâ Te’âla hazretleri, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e uygun gördüğü işlerde, müminlere danışmasını ve böylece onlara değer verdiğini göstermesini istemektedir. Tabi ki hakkında vahiy olan işler bundan müstesnadır. Çünkü bu meselelerde istişare yapılmaz.
“Eğer (anne-babadan) her ikisi kendilerinden (kaynaklanan) karşılıklı bir rızâ ve (çocuğun genel durumu hakkında) iyi bir istişâreden dolayı (çocuğu iki yıldan önce sütten kesip) ayırmak isterlerse, her ikisi üzerine de (bunda) hiçbir günah yoktur. (Ama tek taraflı istek, bâzen annenin bıkmasından, bâzen de babanın pintiliğinden kaynaklanacağından, iki tarafın rızâsı ve aralarında iyi bir danışma olması şarttır)”[2] ayetinde ise çocuğun iki yıl bitmeden sütten kesilmesine eşlerin karşılıklı istişare neticesinde karar verebilecekleri beyan edilmektedir.
Hadislerde İstişâre
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ashabını istişâreye teşvik etmiş; kendisi de Bedir’de Ebû Sufyân’ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensar’la istişâre etmiş; ayrıca Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek savaşlarında, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, İfk hadisesinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda sahabe efendilerimizle istişâre etmiştir. Hatta Ebû Hureyre (Radiyallâhu Anh) Rasûlullah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)den daha çok ashabıyla istişâre eden kimse görmediğini belirtmektedir. [3]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem), Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargâh yapmak istedi. Bu sırada Ashab’tan Hubâb el-Cümuh (Radiyallâhu Anh), Peygamberimiz (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)e “Yâ Rasûlallah! Burayı, Allah (Celle Celâluhû)’nun seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri gitmeğe yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sordu. Resûlullah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) ise“Hayır; bu bir görüş ve bir harp taktiğidir” dedi. O zaman sahâbi “O halde Yâ Rasûlallah! Burası uygun bir yer değil, orduyu kaldır. Düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin. “ dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlu (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) “Sen güzel bir fikre işaret ettin” buyurdu ve sahabînin dediği şekilde hareket etti.
Ecdâdımız ise istişarenin önemini şu veciz sözler ile ifade etmiştir:
Meşveretsiz kim ki bir iş işleye
Şol nedamet parmağın çok dişleye
Dipnotlar
[1] Ali İmran Suresi,159
[2] Bakara Suresi, 233
[3] Tirmizî Cihâd, 35