Çağımızın en büyük hastalık ve tutsaklarından biri de ötekini taklit, şahsiyeti yitirmektir. Taklit, yerine göre iyi, yerine göre kötü olmakla birlikte insanın benliğinden, medeniyet, kültür ve dinî hassasiyetlerinden taviz vermek suretiyle birilerini, herhangi bir kültürü, geleneği veya modayı/akımı körü körüne taklit etmek, akıllı bir insanın yapacağı bir iş değildir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Te‘âlâ şöyle buyurmuştur: “O (müşrik ola)nlara: ‘Allâh’ın indirmiş olduğu şeye hakkıyla uyun!’ denildiği zaman: ‘Hayır! Biz babalarımızı (ve atalarımızı) üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Ya babaları (din adına) hiçbir şey anlamamış(, hiçbir hakikate erişememiş) ve hidâyet bulmamış idiyseler(, yine de onlara mı uyacaklar)?”[1]
Bugün için halifesiz ve parçalanmış bir ümmet olan Müslümanlar, hiçbir alanda aktif olmadıklarından ötürü; üretim, tüketim, teknoloji, sanat, sanayi, bilim ve daha birçok alanda Batı’yı taklit etme zindanına esir olmuşlardır.
İdeal yaşam tarzı olarak Batı insanını örnek alan Müslümanlar, Batı gelenek ve göreneklerini sorgusuz kabul etme yolunda ilerlemekte olup kendi gelenek ve kültürlerinden de bir o kadar uzaklaşmaktadırlar. İşte bu taklit tutsaklarından biri de yılbaşı kutlamalarıdır. Öncelikle yılbaşı kutlamalarının ne olup ne olmadığı hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz:
Her yıl 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece ülkemizde, Hristiyan âleminde ve dünyanın birçok ülkesinde yılbaşı olarak kutlanmaktadır. Ülkemizde bu kutlamaların Hazreti Îsâ’nın doğumu adına yapıldığı ve tamamen Hristiyan dinine ait bir ayinle ilgili olduğu şeklinde yanlış bir kanı mevcuttur. Hâlbuki Hazreti Îsâ’nın doğum tarihi kesin olmamakla birlikte Hristiyan dünyada Hazreti Îsâ’nın doğum günü Batı kiliselerince 25 Aralık olarak kabul edilirken, Doğu ve Ermeni kiliselerince ise 6 Ocak olarak kabul edilmektedir. Bazı Hristiyan mezhepleri, Noel ve yılbaşının, Hristiyan kaynaklı değil de pagan (putperest) kökenli olduğunu söyleyerek bu kutlamalara karşı çıkmışlardır; gerçekte olan da budur! Nitekim Noel kutlamaları yoluyla eski pagan âdet ve gelenekleri, Hazreti Îsâ’nın doğumu adı altında Hristiyanlığa dâhil edilmiş, İslâm dünyasına ve dünyanın diğer bölgelerine de yılbaşı adı altında yayılmıştır.
Yılbaşı Kutlamalarının Altında Yatan Gerçek
Müslümanların yılbaşını kutlamalarının temelinde de dünyevî bir anlayış yatmaktadır. Toplumumuzda yılbaşı dinî bir özellik olarak değil de modern dünya ile yeni bir yılın gelişi şeklinde, sosyal bir âdet ve gelenek olarak kutlanmaktadır. Ancak bu gelenek icra edilirken Noel baba ve Çam ağacı gibi Noel âdetleri, bunun yanında içki, kumar gibi İslâm’da meşru olmayan diğer birtakım uygulamalar, yılbaşı kutlamaları adı altında Müslüman toplumuna dâhil edilmiştir.
Yılbaşı, Müslüman için ne bir bayramdır ne de dinî bir ritüel. Müslümanlar için yeni yılın takvim değişikliğinden öte bir anlamı yoktur. Yeni yılın gelişini hunharca ve haramlarla dolu bir kutlama ile karşılamak bir tarafa, Müslümana yakışan, geçen yılın muhasebesini yapmak ve kendi benliğinin, insanlığının tekâmül sürecine dair planlar yapmaktır. Müslümanlar, başka kültür ve medeniyetleri taklit etmek yerine kendi kültür ve medeniyetlerini oluşturmalı ve korumalıdırlar. Bir millet ancak bu şekilde ayakta durabilir. Zira devletsiz ve geleneksiz bir milletin, başka kültür ve medeniyetlerden etkilenmemesi imkânsızdır.
Nitekim Hristiyan âlemi bir devleti, bir medeniyeti, bir Hazreti Ebû Bekir’i, bir Hazreti Ömer’i olmadığı için pagan kültürünün, Yunan mitolojisinin etkisinde kalmış ve kendi dinlerine özgün olmayan birçok hurafe ve bid‘atları dinlerine dâhil etmek durumunda kalmıştır.
İşte, Hazreti Îsâ’nın doğumu buna bir örnektir. Hristiyan mezhepler arasında ihtilâflı olması bir tarafa, Batı ve Doğu kiliselerince ön görülen tarihleri de kendi kitapları bizzat yalanlamaktadır. İslâm devlet ve medeniyetinin kurucusu Rasûlullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu anlamda önemli adımlar atmış ve gayrimüslimleri taklit konusunda Müslümanları uyarmıştır.
Rasûlullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öteki geleneklere karşın İslâm geleneğini oluşturmuştur. Burada hemen buna ilişkin bir örnek vermek yerinde olacaktır: Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Medîne`ye geldiği zaman Yahudilerin âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu; cevap olarak: “Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrâiloğullarını Firavun’un zulmünden bugün kurtarmıştır. Mûsâ (Aleyhisselâm), Allah’a şükür için bugün de oruç tutmuştur. Biz de tutarız.” dediler. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Biz Mûsâ’nın sünnetine sizden daha yakınız” dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu.[2] Diğer bir rivayette Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Âşûrâ günü oruç tutun, Yahudilere muhalefet edin; Âşûrâ’dan bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutun.”[3]
Medeniyet Şuurunun Önemi
Görüldüğü üzere orucun aslı İslâm dininde olmasına rağmen, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tuttuğu orucun bile Yahudiler ile aynı güne denk gelmesini hoş görmemiş ve Âşûrâ orucunu iki güne çıkartmıştır. Bunu tamamen muhalefet amacıyla yapmıştır. Bu Yahudilere karşı duyulan bir düşmanlıktan ötürü değildir. Bu kendi medeniyetini oluşturma çabasıdır. Çünkü onlarla ortak bir eylemde bulunmak, onları kabul etmek demektir. Ve şu kesindir ki, kendi medeniyetlerini oluşturamayan toplumlar, başkasının tasallutu altında yaşamak zorunda kalırlar. Nitekim işte Hristiyanlar pagan kültürüne karşı duramamış ve o kültürün altında ezilmişlerdir. Bugün aynı belâ ile biz Müslümanlar karşı karşıyayız. Batı kültürüne karşı hiçbir karşı argüman geliştiremiyoruz. O içi boş ama ihtişamlı bir görünüme sahip kültürün altında eziliyoruz. Bu zindandan kurtulmamız ancak ilim ve bilim sayesinde olacaktır. Geriye dönüp kendi öz değerlerimize sahip çıkmalıyız ve üzerlerine sürekli koymalıyız ki, bu kültür, nesilden nesle devam etsin ve hiç kesilmesin. Ancak kendi geleneğimizi savunurken veya oluştururken bunu salt akıl veya nefsânî güdülerle değil, hayat kitabımız olan Kur’ân ve Sünnet kritiği ile birlikte yapmalıyız. Hazreti Ömer döneminde faaliyete geçtiği bilinen Hicrî takvim medeniyet kurmanın en önemli örneklerinden biridir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Müslümanların bugünkü hâllerini bize bildirmiş ve nitekim bildirdiği gibi de olmuştur. Şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki, sizden öncekilerin yoluna karış karış, kulaç kulaç uyacaksınız. Öyle ki, onlar keler deliğine girseler siz de gireceksiniz.” Dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, Yahudi ve Nasrânîleri mi kastediyorsunuz?” Bunun üzerine: “Kim olacaktı?” diye cevap verdi.”[4]
Bu hadis, bugünkü durumumuzu gayet güzel bir şekilde özetlemektedir. Ancak durumun böyle olması içine düştüğümüz bu tutsaktan kurtulamayacağımız anlamına gelmez. Yılbaşı kutlamalarını asla küçümsememek gerekir. Sıradan bir şeymiş gibi görülmemesi gerekir. Zira unutulmamalıdır ki, büyük devrimler, küçük adımlarla başlar. Kültürlerini benimsediğimiz Hristiyanlar hakkında Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki; ‘Gerçekten Allâh, Meryem oğlu Mesîh’in ta kendisidir!’ demiş olan kimseler şüphesiz kâfir olmuştur…”[5] “Andolsun ki: ‘Gerçekten Allâh üçün üçüncüsüdür(; üç ilâhtan biridir)!’ demiş olan (Hristiyan fırkalarına bağlı) kimseler de kâfir olmuştur…”[6]
Müslüman kimi niçin sevdiğine ve kime benzediğine dikkat etmelidir. Müslümanın kendisine rol model olarak görmesi gereken tek kişi, tek önder, sorgusuz, sualsiz kabul edeceği tek kul; Hazreti Peygamberdir. Müslüman, Allah (Celle Celâluhû) için sever ve O’nun için buğzeder.
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi, 170.
[2] Buhârî, Savm, 2004.
[3] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, No. 2154.
[4] Buhârî, No. 3456.
[5] Mâide Sûresi, 17’den.
[6] Mâide Sûresi, 73’ten.