İbrahim (Aleyhisselâm) ve İsmail (Aleyhisselâm)ın kıssalarının Cenâb-ı Hakk’ın kerim kitabında yer alması, onların ortaya koydukları teslimiyetin Allah katında ne denli kabule şâyân olduğunu gösteriyor bizlere. Zira İbrahim (Aleyhisselâm)ın teslimiyetinde ihlâs, istikâmet ve Allah’a (Celle Celâluhû) giden yolda şeytanın iğvasına kapılmama örneği var.
İsmail (Aleyhisselâm)ın teslimiyetinde ise, Allah (Celle Celâluhû) yolunda feda edilmek üzere canımız dahi mevzu bahis olduğunda korkmadan ve sarsılmadan büyük bir sabır ve metanetle emanetini cennet karşılığında sahibine teslim edebilme timsali var. İbret alabilen için büyük hikmetler barındıran ne muazzam bir kıssadır bu.
Kurban ibadetinin temsil ettiği “teslimiyet” örneğini çift taraflı değerlendirmemiz gerektiği çıkıyor ortaya. Hem kurban eden kişide hem de kurban olunanda bulunması icap eden bir teslimiyet tablosundan söz ediyoruz. Böylesine bir sonuç da kurban edilende aranan şartların bir benzerinin kurban eden kişide de aranması gerektiğini intaç ediyor. Zira kurban edilenin aklı ve izanı olmayan bir varlık olması, teslimiyetini de zorunlu kılıyor. Buna rağmen İslâmiyet’in kurban edilen hayvanda dahi belli vasıflar araması, bu ibadetin gelişi güzel bir ibadet olmadığının en büyük kanıtıdır.
İbadetin makbuliyet şartı olarak akılsız bir varlıkta aranan şartlar, bu ibadeti yerine getiren akıl ve izan sahibi insanın da belli vasıfları haiz olmasını gösteriyor bizlere. Kurban edilen hayvandaki şartları fıkıh kitaplarımızda derli toplu bir şekilde bulma imkânımız var elbette. Peki, kurban edendeki şartlar ne ola ki?
Bu sorunun cevabını da kurban meselesiyle alakalı olan bir diğer kıssa; Habil ve Kabil kıssasından öğrenmemiz mümkündür. Cenâb-ı Hak onların kendisine kurban olarak sundukları şeylerle ilgili “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti”[1] buyurarak; birinin kurbanının kabul edildiğini diğerinin ise kabul edilmediğini zikretmektedir. Bu noktadaki ayrımı belirleyici unsura baktığımızda şunu görüyoruz: Kurban edenlerden birisi koyun sahibi olup en güzel ve semiz koyununu seçerek Allah’a (Celle Celâluhû) adamış, diğeri ise tarla sahibi olup ekininin en kötüsünü seçip kendince kurban etmişti.[2] Bu birinci faktördü. Bu faktör, esasında adına kurban edilen zâta verilen önemi ifade ediyordu. Koyun sahibi gözünde Cenâb-ı Hak ve onun dini, beşer takati nispetinde en güzele layık olduğu için malik olduğu şeyin en güzelini seçmişti. Diğer bir deyimle Allah’ın (Celle Celâluhû) bu yöndeki emrine tam teslim olabilmişti. Tarla sahibi ise kurban ettiği kötü ekininden, Allah’a (Celle Celâluhû) ve onun yoluna bakışın keyfiyetini ele veriyordu aslında. Onun nazarında Allah’ın (Celle Celâluhû) dini bir sivrisineğin kanadına dahi denk gelemeyecek “kaliteli bir dünyalığa” dahi tekabül etmiyordu.
Bu gün, işi biraz daha ucuza kapatabilmek için kurban ettiği hayvanın alım satımı veya evsafı gibi konularda türlü entrikalara başvuran veya en güzel mallarını insan elinin kiri mesabesindeki paraya lâyık görüp en kötü mallarını ise Allah’ın (Celle Celâluhû) rızasına layık görerek (!) zekâtını kalıntı mallardan veren yahut evine layık görmediği yiyecekleri, Kur’ân kurslarına ve medreselere lâyık gören müslümanlarla Kabil’in tutumu ne kadar da benzeşiyor değil mi? Bu tespitin insan nefsine ağır gelmesi gibi bir durum söz konusu ise de hakikatin acı olması gerçeğinden hareketle, bu gerçek mecburen dillendirilmelidir. Zira amel-i sâlih olarak işlediğimizi sandığımız bir kısım fiiliyyatın, yarın karşımıza amel-i talih olarak çıkma tehlikesi var. Bu ayet-i kerimenin günümüze verdiği mesajlardan biri de bu olmalıdır. Allahu a’lem.
Kurbanı kabul edilen zatın gönüllü olarak malını Allah’a (Celle Celâluhû) adamış olması, kabul edilmeyenin de gönülsüz oluşu, bu kıssada mevzu bahis edilen; kabul edilme ve edilmeme noktasındaki bir diğer faktördür. Buradan hareketle bu kıssanın günümüze hitap eden dili; Hususiyle mâlî ibadetlerimizi bir kayıp olarak görmememiz, aksine Allah’ın (Celle Celâluhû) rızasına götüren bir vesile ve ahiret metaı kabul etmemiz gerektiğidir. Gönülsüz yapılan ibadetlerin kabul edilmeme tehlikesi büyüktür. Zira yaptığımız ibadetteki gönül hoşnutluğumuz tam bir teslimiyeti haber verirken kalbî huzursuzluğumuz da “teslimiyetsizliği veya teslimiyet eksikliğini” ihbar eder.
Âyetin sonundaki “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” şeklindeki ifade de ibadetlerin Cenâb-ı Hak tarafından kabulle karşılanmasındaki çok önemli bir unsuru bildiriyor bizlere; takvalı olmak. Yani Cenâb-ı Hakk’a karşı haşyet duyguları içinde ibadetlerimizi yerine getirmek. Ona kulluğumuzu gösterme adına yaptığımız ibadetlere enaniyet, kibir, riya, süm’a gibi takva kavramıyla asla bağdaşmayacak işleri karıştırmamak. Ona karşı yaptığımız ibadetlerin verdiği nimetlere karşı bir borcumuz olamayacağını zira borcu olan kişinin kendisine ait bir şeylerin olması gerektiği düşüncesiyle, O’nun karşısında bir hiç olduğumuzun bilinciyle ibadet etmek. Varlığımızın anlamının ona kulluk etmek ve aldığımız nefeslerin onun yolunda tüketilmek üzere bize tevdi edilmiş birer emanet olduğu bilinciyle yaşam sürmek. Onun emri veya nehyiyle dünyevi bir menfaatimiz çakıştığında hiç düşünmeden O’nu tercih edebilecek bir imana sahip olabilmek. İşte, takva tünelinin “teslimiyet” menziline, teslimiyetinde sahil-i selâmete açılıp son bulduğu uzun hem de çok uzun mesafe burası…
İsmailağa Kurban Organizasyonu
İsmailağa camiasının merkezi olarak, vâcib kurbanlarınızı vekâletleriniz tek tek okunmak suretiyle fıkhî esaslara ve temizlik koşullarına tam bir riayetle, ülkemizin nezih kesimhanelerinde kestiriyoruz. Sizler de kurbanlarınızı İsmailağa güvencesiyle kestirebilir, böylece talebelerin yetişmesine katkıda bulunabilirsiniz. Bağışlamış olduğunuz kurbanlarınızın etleri, talebelere ve ihtiyaç sahiplerine yönelik her gün 3000 kişilik sıcak yemek ikramında bulunduğumuz iki ayrı aşevimizin bir yıllık et ihtiyacı kapsamında değerlendirilmektedir. Kurbanlarınız ayrıca ihtiyaç sahibi ailelerin hanelerine de sene boyunca ulaştırılmaktadır. Bizleri tercih ettiğiniz için şükranlarımızı sunar, kurbanlarınızın Mevlâ Te‘âlâ katında makbul olmasını dileriz. Detaylı malûmat ve vekâletleriniz için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Mâide Sûresi:27
[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, 5/162-63