Kur’ân-ı Kerîm’de mukaddes bir yer olduğu bildirilen Mescid-i Aksâ’nın tarihi, aynı zamanda Peygamberler tarihidir. Bu mukaddes yer tarih boyunca Benî İsrâil’in Peygamberlerinin karargâhı olmuştur. Peygamberler, yeryüzüne tevhîdi yaymak ve Allah Te‘âlâ’nın hükmünü hâkim kılmakla vazifelendirilmiş kimselerdir. Onların hepsinin getirdiği din, inanç esasları bakımından birdir. Şeriatlarda ise muhtelif farklılıklar söz konusu olmuştur. Dolayısıyla Kudüs ve çevresi muvahhidlere aittir. Bu topraklar, başka bir hâkimiyeti asla kaldırmaz. Nitekim mezkûr toprakların sakinleri tarih boyunca ne zaman ki hak yoldan sapmışsalar büyük mezâlime, sürgüne veya helâke sürüklenmişlerdir. Buna mukabil ne zaman ki Hakk’a yönelmişseler, bahtiyar olmuş ve felâh bulmuşlardır.
Bu topraklar günümüzde Hakk’ın hâkimiyetine susamış durumdadır. Allah Te‘âlâ’nın göndermiş olduğu peygamberlerin vârisleri, sadece ve sadece muvahhid mü’minlerdir. Dâvûd (Aleyhisselâm)a vaat edilen topraklar, Süleyman (Aleyhisselâm)ın inşâ ettiği mâbedin kalıntıları ve Benî İsrâil’in Peygamberlerinden kalan bütün unsurlar, müslümanlarındır. Şirke, küfre düşerek onların yolundan ayrılmış kimseler kendilerini onlara ne kadar nispet etmeye çalışırsalar çalışsınlar, bu terekeden hiçbir nasibleri yoktur.
Kudüs Toprağında Tebliğde Bulunmuş Nebîler
Tufandan sonra Hazreti Nûh (Aleyhisselâm)ın, Arapların atası olan oğlu Sâm’a, Mezopotamya, Bâbil ve Nil çevresini kapsayan toprakları vermesiyle Beytü’l-Makdis’in tarihi de başlar. Buranın bir merkez hâline gelişi elimizdeki tarihî verilere göre Yâkub (Aleyhisselâm)ın Harran’da bulunmaktayken Beytü’l-Makdis’e gitmekle emrolunmasıyla gerçekleşir.
Taberî ve İbnü’l-Esîr’in de tarihlerinde kaydettikleri bilgilere göre Hazreti Yûsuf (Aleyhisselâm)ın atıldığı kuyu da Beytü’l-Makdis sınırları içinde kalan bir kuyudur. Hazreti Mûsâ ve Hazreti Hârûn (Aleyhimesselâm)ın kıssalarında da Beytü’l-Makdis’te geçen devreler önemli bir yer tutar.
Bahis mevzuu ettiğimiz mukaddes topraklar bir başka bağlamda Yûşâ‘ ibni Nûn (Aleyhisselâm)ın fethiyle gündeme gelir. Hazreti Mûsâ (Aleyhisselâm)ın vefâtının ardından muvahhidlerin yerine küfür ehlinin eline geçen topraklar, Yûşa‘ bin Nûn (Aleyhisselâm)ın fethiyle yeniden muvahhidlerin yurdu hâline gelmiştir.
Yûşa‘ bin Nûn (Aleyhisselâm) mukaddes toprakları fethettikten sonra Mısır’a yönelmeden evvel Kâlib bin Yuhannâ (Aleyhisselâm)ı vekil bırakmıştır. Beytü’l-Makdis ve çevresi onun hâkimiyeti altında şirk ve küfür sebeplerinden uzak, tevhide dayalı bir dönem geçirmiştir.
Kâlib bin Yuhannâ (Aleyhisselâm)ın vefâtından sonra İsrailoğulları’nı, oğlu Yusakus yönetmiş ve tevhîdi onlar arasında hâkim kılmıştır. Onun vefâtının ardından bu bölge Hızkîl (Aleyhisselâm) tarafından idare edilmiştir.
Huzur ve Güven, Nebevî Dâvete İcâbetle Mümkündür
İsrailoğulları, kendilerine gönderilen kıymetli peygamberlere ittiba ettikleri süre içerisinde dünyevî ve uhrevî anlamda hep güven içinde oldular. Ne zaman ki kendilerini sakındıran peygamberlerden ve sâlihlerden yüz çevirdilerse, Allah Te‘âlâ onlara, kendilerinden daha âsî bir topluluğu musallat etti. Bu tasallut esnasında yerleri ve yurtları tamamen yıkıldı. Bir kısmı öldüler, bir kısmı ise sürgüne gönderildiler. Hata yaptıklarını anlayıp Allah Azze ve Celle’den, kendilerine yeniden peygamber göndermesini dilediler. Böyle bir vetirede Şemuyel (Aleyhisselâm) ile müjdelendiler ve onun vesilesiyle kurtuldular.
Nübüvvet ve Hükümdarlık Hânedânları
İsrailoğulları tarih boyunca biri Nübüvvet diğeri hükümdarlık hânedânı olmak üzere, iki hânedân tarafından irşâd ve idâre edildiler. Mûsâ ve Hârûn (Aleyhimesselâm), Lavi ibni Yâkub (Aleyhisselâm)a dayanan Nübüvvet hânedânından; Dâvûd ve Süleyman (Aleyhimesselâm) ise Yehûza ibni Yâkub (Aleyhisselâm)a dayanan Hükümdarlık hânedânına mensup idiler. Nübüvvet hânedânının son temsilcisi olan Şemuyel (Aleyhisselâm) hükümdarlığın Tâlût’a nasib olacağını haber vermiş ve Kur’ân-ı Kerîm’de de yer alan kutsal tâbût da bu bağlamda gündeme gelmiştir. Câlût ile mücadele de mukaddes topraklarda, Şemuyel (Aleyhisselâm) ile başlayıp Dâvûd (Aleyhisselâm)a kadar uzanmıştır.
Beytü’l-Makdis’de Hükümdar Peygamberler Devri
Şemuyel (Aleyhisselâm)ın ardından, Câlût’u öldüren Hazreti Dâvûd (Aleyhisselâm) ile birlikte bölgede Hükümdar Peygamberler devri başlamış ve mukaddes topraklara bir mâbedin inşâ edilmesi de gündeme gelmiştir. Dâvûd (Aleyhisselâm)ın inşaatını başlattığı mâbed, Hazreti Süleyman (Aleyhisselâm) tarafından tamamlanmıştır.
Kıssaları Kur’ân-ı Kerîm’de detaylı bir şekilde aktarılan Dâvûd ve Süleyman (Aleyhimesselâm) ile birlikte Beytü’l-Makdis bizlere, oğluna yönelik nasihatleri Kur’ân-ı Kerîm’de hepimize tebliğ edilen Lokman (Aleyhisselâm)ı da hatırlatır.
Şa‘yâ (Aleyhisselâm), Irmiya (Aleyhisselâm), Danyal (Aleyhisselâm) ve Kur’ân-ı Kerîm’de yüz yıl ölü hâlde bırakıldıktan sonra diriltildiği beyan edilen Üzeyr (Aleyhisselâm) da, Bühtünnâsır ve İsrâiloğulları’nın tevhidden saptığı dönemlerde kendilerini hak yola çağırmakla vazifelendirilmiş olan Nebîler; Beytü’l-Makdis’in pek kıymetli sakinleriydiler.
Beytü’l-Makdis, Hazreti Zekeriyyâ ve Yahyâ (Aleyhimesselâm)ın da hayatının geçtiği yerdir. Onların tebliğ, irşâd ve hizmetlerinin merkezi, Beytü’l-Makdis idi. Hazreti Meryem (Aleyhesselâm)ın nâil olduğu müjde ve mûcizeleri ihtivâ eden kıssasının mahalli de Beytü’l-Makdis idi.
Kıyâmet alâmetlerinden bir alâmet olan ve âhir zamanda yeryüzüne inecek olan Îsâ (Aleyhisselâm) da Beytü’l-Makdis’de doğdu ve oraya adanıp oraya vakfedildi. Hazreti Îsâ (Aleyhisselâm) dirilttiği ölüyü de Beytü’l-Makdis’e bağlı bir karyede diriltti. O’nun ref’ edilinceye kadar hayatının geçtiği yer de Beytü’l-Makdis’den başka bir yer değildi.
Uzun Süreli Pagan ve Hristiyan Hâkimiyetinin Ardından Hazreti Ömer’in Fethi
Devrin Roma İmparatoru Konstantinos’un Hristiyanlığı resmî din olarak kabul etmesinin ardından bu din, mukaddes topraklara da büyük ölçüde hâkim oldu. İslâm’ın doğuşuna kadar büyük mücadeleye sahne olan Kudüs, Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) tarafından fethedilince yeniden Allah Te‘âlâ’nın hükmünün tatbik edildiği bir yer hâline geldi; yani aslına döndü. Ubâde ibni Sâmit (Radıyallâhu Anh) Kudüslülere, o toprakların yoğrulmuş olduğu tevhîd inancını ve İslâm şeriatının esaslarını öğretti. Emevîler devrine gelindiğinde şehir, Kubbetü’s-Sahre ve Mescid-i Aksâ gibi sembollere kavuştu.
Emevîler ve Abbâsîlerin devrinde önemli âlimlerin medreselerde istihdâm edilmesiyle büyük âlimlerin yetiştiği şehir sırasıyla; Tolunoğulları, Ihşîdîler ve Fâtımîlerin hâkimiyetinde kaldıktan sonra, Selçuklu-Türkmen yönetimine geçti. 11. Asırda 1. Haçlı seferi sonucunda Haçlıların eline geçen şehir tamamen tahrip edildi; Yahudiler de dâhil halkın kanı döküldü. Seksen sekiz sene süren bu zulme, Selâhaddin Eyyûbî son verdi. Eyyûbîlerin hâkimiyetinin sona ermesinin ardından şehre, Memlükler sahip oldu ve bu durum mukaddes şehri Yavuz Sultan Selim Hân’ın 1516 senesindeki fethine kadar devam etti.
Günümüzde Yaşanan Süreç Bir Geçiş Dönemidir
Bölge üzerine kurulu türlü türlü planlar, netice vermeyecektir. Bölgede yaşanan, bir süre sonra noktalanacak bir geçiş sürecinden ibarettir. Mescid-i Aksâ’yı yıkıp yerine ‘Süleyman Mâbedi’ni yeniden inşâ etmeyi hedefleyenler, Süleyman (Aleyhisselâm)a da, onun mukaddes mâbedine de layık değillerdir. Gün gelecek ve Kudüs, tarihte sahne olduğu altın bir devre yeniden kavuşacaktır. Dün olduğu gibi yeniden, büyük bir İslâm merkezi olacaktır inşâAllâh!