Silsile-i Aliyye (Kaddesallâhu Esrârahum)un dördüncü altın halkası Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)dır. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın torunu olup, Tâbiînin en büyük isimlerinden, Medineli meşhur yedi fakihten biridir.[1] Mevlânâ Selmân-ı Fârisî (Radıyallâhu Anh)dan kesb ettiği yüce tarîkat yolu kendisinden sonra Mevlânâ Ca‘fer es-Sâdık (Radıyallâhu Anh) ile devam etmiştir.[2]
İsmi, Künyesi ve Şemâili
İsmi, el-Kâsım ibni Muhammed ibni Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşî et-Teymî el-Medenî’dir. Künyesi Ebû Abdirrahman’dır.[3] Bazı kaynaklarda Ebû Muhammed şeklinde de geçmektedir. İmam Müslim, el-Künâ ve’l-Esmâ’da her ikisini de zikretmektedir.[4] Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye’de Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ın şemâili şöyle zikredilir: “Kâsım ibni Muhammed ibni Ebî Bekr (Radıyallahu Ahumâ) esmer tenliydi. Sakalı ve gözleri siyahtı. Sakalının yan tarafları seyrekçe idi. Uzun boyluydu. Alnında secde eseri olarak bir nur vardı. Allah (Celle Celâluhû) korkusundan dolayı devamlı boynu bükük durur, gözlerinden yaşlar akardı.”[5]
Ailesi, Dünyaya Gelişi ve Çocukluğu
Mevlânâ Kâsım (Radıyallâhu Anh)ın babası Muhammed ibni Ebî Bekr (Radıyallâhu Anhumâ), annesi ise Yezdicerd’in kızı Sevde’dir. Yezdicerd’in ikinci kızı, Hazreti Hüseyin (Radıyallâhu anh)ın hanımı ve İmam Zeynelâbidîn (Radıyallâhu Anh)ın annesi, üçüncü kızı ise Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anh)ın hanımı olup Sâlim’in annesidir. Amcası Abdurrahman’ın kızı Kureybe ile evlenen Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ın; Abdurrahman, Ümmü Ferve, Ümmü Hakîm ve Abde adında çocukları oldu. Mevlânâ Ca‘fer-i Sâdık (Radıyallâhu Anh), kızı Ümmü Ferve’den olma torunudur.[6]
Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh), Ömer (Radıyallâhu Anh)ın hilâfeti zamanında, 651 (h. 31) yılında dünyaya geldi.[7] Babası hicrî 38 senesinde Mısır’da bir hımar leşinin içinde yakılarak öldürüldükten sonra, halası Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın yanında büyüdü.[8] Bu, onun küçüklüğünden itibaren hadis ve fıkıh ilimleriyle çokça meşgul olmasını sağladı.[9] Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hadislerini bizzat Âişe (Radıyallâhu Anhâ)dan dinleyerek nakletti. Âişe (Radıyallâhu Anhâ), yeğeninin güzel bir şekilde yetişip büyümesi için onunla çok ilgilenirdi.
İlmi Şahsiyeti ve Ulemanın Onun Hakkında Söylediği Sözler
Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) zâhirî ve bâtınî olarak çok yüksek bir ilme sahipti.[10] Mescidi-i Nebevî’de ilim halkaları kurar, dersler verirdi. İlmi gizlemenin helâl olmadığını daima vurgular, kişinin cevabını bilmediği soruları cevaplandırmaması gerektiğini söylerdi. Hadîs rivâyet ederken çok titiz davranır, lafzî rivâyete çok önem verirdi. İbn Avn onun harfî nakle çok önem verdiğini zikretmiştir. Bütün kaynaklarda sika (güvenilir) râvî olarak zikredilen Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) ilmi ile olduğu kadar edebî ve takvasıyla da Tâbiîn’in en önde gelen ismlerindendi.[11]
Kütüb-i Sitte’de rivayetleri bulunan Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) başta halası Âişe ve babaannesi Esmâ bint Umeys (Radıyallâhu Anhumâ) olmak üzere, Abdullah ibni Abbâs, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Zübeyr, Ebû Hureyre ve Muâviye ibni Ebî Süfyân (Radıyallahu Ahumâ) gibi sahâbîlerden rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de Mevlânâ Ca‘fer-i Sâdık, Sâlim ibni Abdillâh, Şa‘bî, Zührî, Süfyân-ı Sevrî, Sâlim ibni Abdillâh, Abdullah ibni Avn, Yahya ibni Sa‘îd el-Ensârî, Ebû Bekir ibni Hazm ve Eyyûb es-Sahtiyânî (Rahmetullâhi Aleyhim) gibi râvîler hadîs rivâyet etmiştir.[12]
Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) hakkında büyük İslâm âlimlerinden birçok rivâyet bulunmaktadır. İmam Mâlik (Rahimehullâh) şöyle buyurmuştur: “Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh), bu ümmetin fakihlerindendir.”[13]
İmam Buhârî et-Târîhu’l-Kebîr’inde İbn Uyeyne (Radıyallâhu Anh)ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Kâsım ibni Muhammed, zamanının en faziletli âlimiydi.”[14]
Ebu’z-Zinâd (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)dan daha iyi fıkıh ve sünnet bilen birisini görmedim.”[15]
Yahyâ ibni Sâ‘îd el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Medine’de Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)dan daha fazîletli birine ulaşmadık.”[16]
Ömer ibni Abdilazîz (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: “Şayet imkânım olsaydı Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ı halife yapardım.”[17] Âlimlerin ölümleriyle birlikte ilmin yok olmasından endişe eden Ömer ibni Abdilazîz, Medine valisi Ebû Bekir ibni Hazm (Rahimehullâh)dan, Amre bint Abdirrahmân ve Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anhumâ) nın rivayetlerini araştırıp yazmasını istemiştir. Vali de bu emri yerine getirerek rivâyetleri derleyip göndermiştir. Süfyan ibni Uyeyne (Rahimehullâh) şöyle demiştir: “Âişe (Radıyallâhu Anh)ın rivâyetlerini en iyi bilenler Kâsım, Urve ve Amre (Radıyallahu Anhum)dur.”[18]
Sözleri ve Sohbetleri
Bir gün Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ın yanına bir bedevî geldi ve şöyle dedi: “Sen mi daha âlimsin, yoksa Sâlim mi?” Şu şekilde cevapladı: “Onun ‘sâlim’ bir makamı vardır.” Bedevî oradan kalkana kadar da tekrar tekrar sormasına rağmen başka bir söz eklemedi. Muhammed ibni İshak (Rahimehullâh)[19] bu durumu şöyle açıklar: “Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh), ‘o benden daha âlimdir’ demeyi çirkin buldu; çünkü o takdirde yalan söylemiş olacaktı. ‘Ben daha âlimim’ de demedi; bu da kendini üstün görmek olacaktı.”[20]
Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) son derece cömert ve dünya metaından uzaktı. Asla dünya nimetlerine yönelmez, daima âhiret sermayesine önem verirdi. Rivâyet edildiğine göre; bir gün kendisine Yemen’den değeri sekiz yüz dinar olan bazı kumaş parçaları getirildi. Bunlardan kendisine hiçbir şey bırakmayıp hepsini fakirlere dağıttı.
Süfyân-ı Sevrî (Kuddise Sirruhû) şöyle anlatır: “Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)a taksim etmesi için sadaka getirilmişti. O da fakirlere paylaştırdı ve namaza durdu. Oradakiler aralarında konuşmaya başladılar. Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ın oğlu onlara şöyle dedi: ‘Taksim konusunda öyle birine başvurdunuz ki ihtiyacı olmasına rağmen kendisine en ufak bir pay almadı.’ Bunun üzerine namazını bitiren Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) oğluna şöyle dedi: ‘Evlâdım, bildiklerin hakkında konuş!’ Süfyân-ı Sevrî (Kuddise Sirruhû) şöyle der: ‘Aslında oğlu doğru söylemişti. Fakat Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) bu şekilde ona konuşma ve gizleme hususunda edep öğretmişti.”[21]
Ebu Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ’da şöyle anlatır: “Abdülmelik ibni Mervân (Rahimehullâh) öldüğünde, Ömer ibni Abdilazîz (Radıyallâhu Anh) çok üzülmüş, yemeyi içmeyi terk etmişti. Onca nimetin içindeyken hepsinden yüz çevirmişti. Onu bu hâlde gören Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) şöyle buyurdu: “Bizden öncekiler musibetleri rızâyla, nimetlerin gelişini ise tevazu ve şükürle karşılarlardı.”[22]
Hammâd ibni Zeyd, cerh-ta‘dil ulemasından olan Eyyûb’ün şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)a bir şey soruldu, ‘bilmiyorum’ dedi ve ekledi: ‘Vallahi sorduğunuz her şeyi bilemiyorum. Şayet bilsem sizden asla saklamazdım. Çünkü ilmi gizlemek helâl değildir.”[23]
Abdurrahman b. Ebu’z-Zinâd babasının şöyle dediğini nakletmiştir: “Sünneti Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)dan daha iyi bilen birisini görmedim. Onun güzel sözlerinden birisi de şudur: ‘Biz her sorulanı bilemeyiz. Kişinin Allah Te‘âlâ’nın üzerinde olan hakkını bildikten sonra cahil yaşaması bilmediklerini konuşmasından daha hayırlıdır.”[24]
Vefâtı
Mevlânâ Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh) hicrî 101 yılında bir hac veya umre yolculuğundayken Kudeyd mevkiinde vefât etti.[25] Mübarek bedeni Medine’ye nakledilerek oraya defnedildi. Vefât etmeden üç sene önce gözleri görmez olmuştu. Vefât anı yaklaştığında oğluna şöyle buyurdu: “Beni dedem Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın kefenlendiği kadarıyla,[26] kendi giysilerimden kefenleyin ve yeni elbiseden kaçının! Nitekim dirilerin yeni elbiseye ölülerden daha çok ihtiyacı vardır. Ben ölünce toprağı üzerime at, kabrimi düzelt ve ailenin yanına git! Asla arkamdan mersiye yazma; sâlih amel işlemeye koyul, sana fayda verecek olan odur!”[27]
Dipnotlar
[1] Diğerleri: Said ibni Müseyyeb, Urve ibni Zübeyr ibni Avvâm, Ebû Bekir ibni Abdirrahmân ibni Hâris, Ubeydullah ibni Abdillâh, Hârice ibni Zeyd ibni Sâbit, Süleyman ibni Yesâr (Radıyallâhu Anhum). Bkz. Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Tabakâtü’l-Fukahâ, Dâru’r-Râdi el-Arabî, Beyrut 1970, s. 60.
[2] Ahmed Hilmi Hocazâde, Mir’ât-ı Bâyezîd-i Bestâmî ve Ebu’l-Hasan el-Harakânî (Hadîka içinde), Dersaadet, 1319, s. 17.
[3] el-Buhârî, et-Târîhu’l-Evsat, s. 253; İbn Hayyât, Halîfe, Tabakât, Dâru’l-Fikr, s. 424.
[4] Müslim, el-Künâ ve’l-Esmâ, 1984, II/723.
[5] Ahmed ibni Süleyman en-Nakşibendî, Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye, M. Ü. İ. F. Kütüphanesi, nr. 770-2, vr. 3b.
[6] İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdir, V/187.
[7] İmam Kevserî (Rahimehullâh) Kâsım ibni Muhammed (Radıyallâhu Anh)ın doğum tarihini bu şekilde verir ve doğrusunun bu olduğunu vurgular. Bkz. el-Kevserî, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 30.
[8] el-Buhârî, et-Târîhu’l-Evsat, I/288; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dârul-Fikr, IX/250.
[9] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1415, I/56.
[10] Muhammed ibni Hüseyin el-Kazvînî, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 4a.
[11] İbn Hibbân, es-Sikât, V/302; Meşâhîru Ulemâi’l-Emsâr, Dâru’l-Vefâ, 1991, s. 105.
[12] el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, Müessesetü’r-Risâle, XXIII/429; ez-Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I/95; Zeynüddîn el-Irâkî, Tarhu’t-Tesrîb fi Şerhi’t-Takrîb, I/91; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, VII/118.
[13] eş-Şîrâzî, Tabakâtü’l-Fukahâ, s. 59; İbn Hallikan, Vefeyâtü’l-A‘yân, Dâru Sâdir, Beyrut, IV/59.
[14] el-Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, Dâru’l-Meârifi’l-Usmâniyye, VII/157; ez-Ziriklî, el-A‘lâm, V/181.
[15] es-Suyûtî, Tabakâtu’l-Huffâz, s. 45; ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, V/56.
[16] ez-Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz, I/74; Zeynüddîn el-Irâkî, Tarhu’t-Tesrîb fi Şerhi’t-Takrîb, I/92.
[17] Dara Şükûh, Sefînetü’l-Evliyâ, Kanpur, s. 31.
[18] el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 306.
[19] Muhammed ibni İshâk el-Medenî. Eski Arap tarihçilerden ve hadîs hâfızlarından biridir. Bağdat’ta vefât etmiştir. ez-Ziriklî, el-A‘lâm, VI/28.
[20] ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, V/56; Abdülmecîd b. Muhammed el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, thk. Muhammed Hâlid el-Harse, Dâru’l-Beyrûtî, 1. Baskı, Dımaşk 1997, s. 305.
[21] el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 306.
[22] Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ, I/283.
[23] Muhammed ‘Îd Abdullah Ya‘kûb el-Hüseynî, es-Silsiletü’z-Zehebiyye fî Menâkıbi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, Dâru’l-Fârâbî, Dımaşk 2004, s. 83.
[24] ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, V/57.
[25] İbn Hallikan, Vefeyâtü’l-A‘yân, IV/5. Vefât tarihiyle alâkalı hicrî 102, 103, 108 ve 112. sene rivayetleri vardır.
[26] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Ma‘rife, III/253.
[27] Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ, II/184; ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, V/60.