Tarih vahiy ve akıldan sonra insanoğluna yol gösteren en önemli ilimlerden biridir. Korunmuşluğu ve günümüze kadar intikâl etmesinde hiçbir şüphe bulunmayan mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Hakîm’in bizzat kendisi insanlık târihinin nasıl başladığını bizlere haber vermektedir. Târih insanı terbiye etmek ve ona sünnetullâhı öğretmek içindir. Kur’ân-ı Hakîm’de bizzat “tarih” ismiyle değil de eyyâmullâh (Allâh’ın günleri) kasas, nebe ve çoğulu tarihî olay için hadîs kelimeleri ile kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Hakîm’de Tarih
Kur’ân-ı Kerîm kâinatın ve insanın yaratılışına, geçmişe, yaşanılan zamana ve âhirete dikkat çekmek, peygamberlerle insan hayatının çeşitli yönlerine yer vermek, geçmiş kavimlerin iyi ve sâlih davranışlarından örnek, kötü ve sapkın olanlarından ise ibret alınmasını tavsiye etmek, ilk insanın aynı zamanda ilk peygamber olduğunu ifade ederek peygamberlerin birbirinin ardı sıra gönderilmesine vurguda bulunup ehl-i İslâm’ın tarihe duydukları ilgiyi beslemiştir. Kur’ân’a göre tarih insanoğlunun ve âlemin tarihidir. Çünkü Cenâb-ı Hakk âlemlerin rabbidir. İnsan ise Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Ona düşen vazife sünnetullâha uygun bir cemiyet ve medeniyet oluşturmak suretiyle yeryüzünü imar etmek ve kendini tanımak ve Cenâb-ı Hakk’a kulluk vazifesini îfâ etmektir.
İbret Vesîkası Peygammberlerin Kıssaları
Târihten ibret alındığında tekerrürden ibâret olmaktan çıkar ve geleceğe daha sağlam adımlar atmamızı sağlar. Mü’minlerin nihâî gelecek olarak gördükleri şey ise âhirettir. Ahirette hüsrâna uğramamak adına Cenâb-ı Hakk bizlere târîhî vesikalar olan peygamberlerin ve gönderilmiş oldukları kavimlerin kıssalarından haber vermektedir. Bu kıssalar hem târihî bir hakikat hem de birer ibret vesikâsıdır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in hadîs-i şeriflerinde geçen, geçmiş peygamberler ve ümmetleri, yaptıkları savaşlar ve imtihân olundukları şeyler ve âkıbetlerine dair ümmetine aktarmış olduğu haberler de hep bu minvalde değerlendirilmelidir.
Ancak şunu unutmamalıyız ki Kur’ân-ı Kerîm bir psikoloji, sosyoloji kitabı olmadığı gibi bir târih kitabı da değildir. Kur’ân insanı edebî saadete kavuşturacak olan inanç ve ahkâmı bildiren ilâhî bir kitaptır. Bu yüzden bu kıssalara âhirete faydası dokunacak bir ibret nazarıyla bakmamız son derece mühimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıssalarla çeşitli milletlerin yaşayış ve düşünüşleri, davranışları, kaderlerini etkileyen çarpıcı unsurlar vurgulanarak onların kaderlerini yönlendiren unsurlar ibret alınması için bütüncül bir yaklaşımla ortaya konmuştur. Bu husus, “Muhakkak ki onların kıssalarında, (selîm) akıl sâhibleri için bir ibret vardır. (Bu Kur’ân,) uydurulacak bir söz değildir; fakat kendinden önce gelen (kitab)ların tasdîki, herşeyin açıklaması ve îmân edecek bir topluluk için bir hidâyet ve bir rahmettir.” [1] meâlindeki âyetle ifade edilmiştir. Bunun yanında Cenâb-ı Hakk “(Ey Resûlüm!) De ki: Yeryüzünde dolaşın da öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş, bakın! Onların çoğu müşrik kimseler idi” [2] buyurarak geçmiş kavimlerin âkıbetlerine bakmamızı ve onlardan ibret almamızı istemiştir. Yaratılış gayesine uygun hareket eden ve tevhid inancına bağlı olan insanların doğru yola ulaşmalarını sağlayan bu kıssalar, herhangi bir ırkın veya milletin tarihine odaklanmayıp insanlık tarihini bir bütün halinde ele alması da bir Müslümanın tarih usulüne nasıl bakması gerektiği hususunda ufuk açıcıdır.
Kur’ân Meselleri Hidâyete Matuftur
Kur’an tarihi ele aldığında, tarih öğretmek veya tarihten derli toplu tam bir rapor sunmak ve tarih kitabı telif etmek amacında değildir. Kur’an-ı Kerim’in nüzûlunun sebebi olan hidayet ve aydınlanma tarihten de bazı örneklerin verilmesini gerekli kılmaktadır. Bunun için Kur’ân-ı Hakîm tarihten yapılan alıntı ve açıklamaları ders ve ibret dolu örnek demek olan mesel olarak nitelendirir. Bir mesel, anlatılmak istenen asıl konunun anlaşılması ve aydınlanmasında sağladığı katkı oranında kendisinden yararlanılır. Fakat mesel hiçbir zaman asıl konunun yerini almaz. Bundan dolayı Kur’an’ın tarihten ve geçmiş peygamberler ile kavimleri hakkında sunmuş olduğu kısalar hiçbir zaman târihî bir anlatım şeklinde olmamıştır. Hazret-i Âdem (Aleyhisselâm), Hazret-i Nuh (Aleyhisselâm), Hazret-i İbrahim (Aleyhisselâm), Hazret-i Yûsuf (Aleyhisselâm), Hazret-i Mûsâ (Aleyhisselâm) ve Hazret-i İsâ (Aleyhisselâm) gibi büyük peygamberlerin ve kavimlerinin kıssaları anlatılırken, târihî bir sıralama yapılmamış ve hidayet ve aydınlanma açısından önemli olmayan ayrıntılara yer verilmemiştir.
Cenâb-ı Hakk İnsana Tarih Yapabilecek Bir Şuur Vermiştir
Kur’ân-ı Hakîm’e çerçevesinden bir tarih anlayışına göre insanlık târihini onu yaşatmakla Cenâb-ı Hakk başlatmış ve ona târih yapabilecek bir varlık ve şuur vermiştir. İnsana isimlerini öğretmiş ve kıymet atfetmiştir. Onu mükellef tutarak harekete geçiren ve tarihe katılma irâdesi veren bir varlık kılmıştır. İnsanı bezm-i elest’te âlemlerin rabbi olduğuna şâhit tutmuş, yaptıklarını kaydetmek ve daha sonra amel defterini vermek sûretiyle insanı kendisine karşı bir şahit kılmıştır. Şüphesiz ki din tarihin temel unsurudur. Ahirette ise bizzat kendisi târihî bir unsur olan insan tarihte yaptıklarının hesabını verecektir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi tarihini bilen ve ibret alarak istikbâline yön veren şuurlu Müslümanlardan eylesin.
Dipnotlar