“Soy bağı”, “atalar-dedeler silsilesi”, “baba tarafından olan akrabalık/hısımlık” anlamlarına gelen nesep, genel örf nazarında olduğu gibi yüce dinimiz İslâm nazarında da değer atfedilen, “zarûriyyât” kapsamında sayılan hususlardan olmuştur. Nitekim Allah Teâlâ’nın insanoğluna bahşettiği nimetleri de konu edinen Furkân Sûresi’nde şöyle buyurulmaktadır: “Yine ancak O’dur, O Zât ki; (meni gibi hakîr bir) sudan (mükemmel) bir insan yaratmıştır da böylece onu (iki kısma ayırarak, kimini) nesep ve (soy bağını sağlayan erkekler, kimini de evlilik bakımından) hısım(lık kazandıran dişiler) yapmıştır. Senin Rabbin dâima (her şeye hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.”[1]
Diğer taraftan birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde Müslümanın akrabalık bağı bulunduğu kimselerle bağını canlı tutması, ziyaret vb. yoluyla onlarla iyi ilişkiler kurması şiddetlice teşvik edilmiştir. Nitekim İmam Buhârî (Rahimehullâh), sahih hadîs-i şerîfleri topladığı eseri Sahîh-i Buhârî’sinde hadîs-i şerîflerin öncesinde koyduğu başlıklardan bir tanesinde “Babu Fadl-i Silati’r-Rahim” (Sıla-i Rahim’in/akrabalık bağlarının gözetilmesinin fazîleti) başlığını koymuş ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh)ın rivâyet etmiş olduğu şu hadîs-i şerîfi zikretmiştir: “Bir kişi gelip Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: ‘Ey Allah’ın Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)! Bana (riayet ettiğimde) cennete girmeme vesile olacak amel söyle’ deyince, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) cevaben: ‘Allah Teâlâ’ya ibadet edip, ona hiçbir şeyi şirk (ortak) koşma, (namazını) dosdoğru kıl, zekâtını edâ et ve sıla-i rahimde bulun’ buyurmuştur.”[2]
Bununla beraber, İslâm’ın nesebe atfettiği değer sebebiyledir ki, nesebin karışması anlamına gelen zina ve hatta zinaya yaklaştıracak her türlü fiiliyat, İslâm’da sadece kökünden haram kılınmamış; ayrıca Kebâir’den (büyük günahlardan) sayılmıştır.[3]
Nesebin İslam Dininde Yeri
Elbette İslâm dininde nesep sadece ihlâs ve sâlih amel bulunması durumunda anlam ve değer kazanacaktır. Nitekim âyet-i kerîmede buyurulmaktadır ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz sizi (Âdem adındaki) bir erkekten ve (Havvâ namındaki) bir dişiden yarattık! (Hepinizin anne-babası bir olduğuna göre; soyla sopla iftihârın ne anlamı olabilir?) Böylece Biz sizi (birbirinize hava atasınız için değil,) tanışasınız (da kimin kime varis olacağını tespit edebilmek için soyları belirleyesiniz ve kimleri arayıp sormakla mükellef olduğunuzu anlayarak sıla-i rahim yapabilesiniz) diye birtakım kavimler ve kabileler yaptık!..”[4] Aynı mânayâ atfen bir hadîs-i şerîfinde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurmaktadır: “Ameli kendisini geri bırakan kimseyi nesebi öne çıkarmaz.”[5] Dolayısıyla dünyada ameli olmayan veya eksik olan kimseyi nesebi ahirette sâlih amel işleyen kimselerin mertebesine/katına çıkartacak değildir.[6]
Câhiliye Araplarının Nesep Bağına ve Nesep İlmine Atfettikleri Önem
Cahiliye Arapları arasında kabilecilik anlayışının da çok kuvvetli olması sebebiyle nesep bağlarına önem verilmekte, kabile ve şahısların nesepleri ezberlenip daha sonraki nesillere aktarılmasına özen gösterilmekteydi.”[7] Cahiliye Arapları sadece bununla da yetinmeyip atlarının ve develerinin dahi nesep bağlarını önemseyip ezberlemekteydi.[8]
Kendilerine “Nessabe” ismi verilen nesep ilminde mâhir olan kişilere Cahiliye toplumunda ayrı itibar gösterilirdi.[9] Nitekim bu şekilde nesep ilminde mâhir olan kimselerden biri Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh),[10] diğeri ise onun kızı, anamız Âişe (Râdıyallahu Anhâ) idi.[11] Nesebe geçmişten itibaren verilen bu değer İslâmiyet’le birlikte ayrı bir önem kazanmış ve Müslümanların bu konunun muhâfazası noktasında son derece ilgili ve dikkatli davranmışlardır.
Dipnotlar
[1] Furkân Sûresi, 54.
[2] Buhari, No. 5983.
[3] Bkz. İsrâ Sûresi:32; Furkân Sûresi: 68; Nûr Sûresi:2; Buhârî, No. 2475 ve 6861.
[4] Hucurât Sûresi: 13’ten.
[5] Müslim, c. 4, s. 2074.
[6] Kâdî İyâz, İkmâlü’l-Mulim bi Fevâid-i Müslim, c. 8, s. 195.
[7] İbn Faris, es-Sâhibî, Mektebetü’l-Mearif, s. 76-66.
[8] Cevad Ali, el-Mufassâl fî Târihi’l-Arâb kable’l-İslâm, c. 8, s. 329.
[9] Cevad Ali, el-Mufassâl fî Târihi’l-Arâb kable’l-İslâm, c. 8, s. 329.
[10] İbn Ebî Hayseme, et-Târîhu’l-Kebîr, c. 2, s. 249; Ebu Nu‘aym el-İsfehânî, Mârifetü’s-Sahâbe, c. 2, s. 518.
[11] Ebü’l-Kâsım et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No. 6067.