PEYGAMBER EFENDİMİZ EŞYASINI İSİMLENDİRİRDİ
Âlemlere rahmet iki cihan serveri, Fahri kâinat Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) insana kıymet verip hürmet ettiği gibi diğer canlılara da merhamet nazarı ile bakıp sevgi ile yaklaşırlar idi. Emsalsiz nezaket ve ahlak abidesi olan yüce peygamberimiz, sahip olduğu eşyaları isimlendirir ve onlara kıymet atfederler idi. Böylece eşyalarını ihtiyacını gideren donuk nesneler olmaktan çıkarıp şahsiyet ve kıymet sahibi yaparlar idi.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN KILIÇLARI
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ömrü sadetlerinde dokuz adet kılıca sahip olmuşlardır. Eşyalarına isim vermeyi seven Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları da isimlendirmişlerdir. MESÜR, ZÜLFİKÂR, HATF, BETTÂR, KALAÎ, RASÜB, MİHDEM, ADB, KADİB.[1]
Kılıç: Bu kelimenin Türk lehçelerinin genelinde, “Kılıç” nadiren de “Kılınç”, “Kilis” ve “Kiliş” şeklinde telaffuz edildiği işitilmektedir. Arapçada ise helak etmek manasındaki “Seyf” kelimesi ile ifade edilir ve anlamı şudur: Bir veya iki tarafı keskin, saplı, yassı ve uzunca, çelikten yapılmış savaş aleti.[2]
MESÜR isimli kılıç: Namlusundaki nakışlar ve parlaklığı sebebi ile bu ismi almıştır. Peygamber Efendimiz’e Muhterem babasından miras olarak kalan İlk kılıcı idi.[3]
ZÜLFİKÂR isimli kılıç: Lugatta: Sahip manasındaki “zû” kelimesi ile omurga, boğum anlamına gelen “fekar” kelimelerinden terkib edilen zülfekar: İki tarafı keskin, ortası yivli kılıcın adıdır. Kelime Türkçe’ye zülfikar şeklinde geçmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen ganimetleri savaşa katılanlar arasında taksim eder iken uzunluğu yedi karış, eni bir karış olduğu bildirilen boğumlu bir kılıcı kendi hissesine ayırmış idi. Kabzasının ucu gümüşten, bağında bir halkası, ortasında da gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan zülfikarın, Merzûk es-Sakil adlı bir kılıç ustası tarafından yapıldığı rivayet edilir. Zülfikarın Mekke’de Haccâcoğulları’ndan Münebbih ibni Haccâc yahut Nebîh ibni Haccâc’a ait olduğu zikredilmekle birlikte genelde kabul edilen görüşe göre kılıç Bedir’de öldürülen Âs ibni Münebbih’e aittir. Onu öldüren kişi bilinmediği için umumi ganimetler arasına dâhil edilmiştir. Kılıca zülfikar adı, büyük ihtimalle ele geçirildikten sonra yivli ve iki tarafının keskin oluşundan dolayı verilmiştir. Resûlullah Hazreti Ali’ye verinceye kadar Zülfikar’ı kendisi kullanmıştır.[4]
HATF, BETTÂR VE KALAÎ /KULAÎ isimli kılıçlar: Kaynuka kuşatması sırasında Yahudilerden ganimet olarak elde edilmişler idi.[5]
KULAÎ /KALAÎ isimli kılıç: Kula; Arap Yarımadası’nda kılıç yapımı ile meşhur olan bir beldenin ismidir ve bu beldeye nispetle isimlendirilmiştir.[6]
RASÜB VE MİHDEM isimli kılıçlar: Bu kılıçların ikisi de Tay kabilesinden ganimet olarak alınmıştır. Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kabilenin putu Fülüs’ü yıkmak için görevlendirdiği Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh) tarafından ganimet olarak elde edilmiştir.[7]
KADÎB isimli kılıç: Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medine döneminde kuşandığı kılıç idi.
ADB isimli kılç: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Bedir savaşına giderken Sad ibni Ubâde (Radıyallâhu Anh) tarafından Rasulullah Efendimize (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hediye edilmiştir. Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu, bu savaşa hazırlanır iken kuşanmışlardır. Uhud muharebesine iştirak ettiklerinde de yanında bu kılıç bulunmakta idi. Savaş başlamadan önce sahabilerine yönelen Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
-Bunun hakkını kim vermek ister, diye sordu. Bu nidayı duyan bütün sahabiler kılıca talip oldular. Hazreti Ali ve Zübeyr ibni Avvâm (Radıyallâhu Anhumâ) gibi yiğitler de talip olmasına rağmen, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu Ebû Dücâne’ye (Radıyallâhu Anh) verdiler. Kılıcın yeni sahibi olan sahabi efendimiz, kahramanca savaşarak hakkını vermişlerdir.[8]
Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kılıçlarının kını, kabzası, kemeri, halkaları gümüşten mamül idi.[9]
Mezîde adında bir sahabi, Tâlib ibni Hüceyr’in sorusu üzerine Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke Fethi’ne iştirak ettiklerinde kuşandığı kılıcı gördüğünü, kılıcın altın ile gümüş karışımı, kabzasının ise gümüş olduğunu söylemişlerdir.[10]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kılıçlarını bazı zamanlarda mübarek beline bağlar, bazı zamanlarda sol koltuğunun altına gelecek şekilde ay gibi prlak boynuna asarlar idi. Hane-i saadetlerinde ve camii şerifte bulunduğunda veya istirahate çekildiklerinde üzerinde taşımazlar idi.[11]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ZIRHLARI
ZÂT’UL-FUDÜL, SA’ DİYYE, FİDDA, BETRÂ, ZAT’UL-VİŞAH, ZAT’UL-HAVAŞİ, HARNAK[12]
ZIRH: Eski Türkçe’de “YARIK”, Farsça’ “ZIRIH”, Arapça’da “DİR’” şeklinde telaffuz edilen bu kelimenin lügat manası: Savaşlarda ok, kılıç ve süngü gibi silâhlardan korunmak için giyilen demir, tel levha veya köseleden yapılmış bir giysidir.[13]
ZÂT’UL-FUDÜL isimli zırh: Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) en meşhur zırhı idi. Bedir muharebesine giderken Sad b. Ubâde (Radıyallâhu Anh) tarafından hediye edildi. Uhud savaşına giderken giydiği iki zırhtan biri o, diğeri Fidda idi.[14]
SA’DİYYE, FİDDA isimli zırhlar: Her iki zırh’ta Kaynuka Yahudileri kuşatması sırasında ganimet olarak alınmışlardır. Sa’diyye, adını Hemedan’ın zırh yapımı ile meşhur olan Suğd beldesine nisbetle aldığı söylenmektedir.
Muhammed ibni Mesleme (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Zâtu’l-Fudûl ile Fidda isimli zırhlarını Uhud Savaşında, Zâtu’l-Fudûl ve Sa’diyye adındaki zırhlarını ise Hayber savaşı sırasında giydiklerini gördüğünü söylemektedir.[15]
BETRÂ isimli zırh: Bu zırh özellik olarak kısa idi. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) savaşlarda genelde onu giyerdi. Bu zırhı da Sa’d ibni Ubâde (Radıyallâhu Anh) hediye etmişlerdi. Bu zırh Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) maddi sıkıntı içinde iken borç almak için Ebû Şehm isimli Yahudi’ye rehin olarak bıraktığı zırhtır.[16]
Zât’ul-Vişâh, Zât’ul-Havâşî, Harnak isimli zırhlar: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) savaşa iştirak edeceği zaman, üst üste iki çelik zırh giyer, aralarına kumaş bir astar geçirirler idi. Cafer ibni Muhammed’in (Radıyallâhu Anh) babasından naklettiği bir rivayete göre zırhların dört gümüş halkası var idi. Bunlardan ikisi göğüs ikisi de sırt kısmında idi.[17]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN MİĞFERLERİ
Miğfer: Lugatta “örtmek, gizlemek, korumak” gibi anlamlara gelen “g-f-r” kökünden türetilmiş bir ismi alettir. Harp alanlarında savaşçının başını, özellikle alın, ense, burun gibi kısımlarını dışarıdan gelecek kılıç, mızrak, ok ve benzeri darbelere karşı koruması bakımından önem taşımaktadır. Genellikle zırhın bütünleyici bir parçası olarak değerlendirilen miğfer demir ve benzeri metallerden yahut kalın ve dayanıklı deriden yapılır idi. Miğferin üzerine sarık sarılır veya külah giyilir idi.[18]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) harp meydanlarında mübarek başlarını korumak için miğfer kullanırlar idi. Mekke’nin Fethi sırasında mübarek başlarına taktığı miğferleri demirden mamul idi.[19]
Efendimiz’in Müveşşi’ ve Sebûğ adında iki miğferinin olduğu söylenmektedir.
Ayrıca Kaynukâ oğulları savaşında Zû Şebû adında bir miğferin ganimet olarak alındığı da rivayetler arasında yer almaktadır.[20]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN HARBELERİ VE MIZRAKLARI
Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Müsrâ, Münsenî, Anze, Mesvâ, Şenûnî, Kâfûr, Müsnâ adında mızrakları ve Necaşi tarafından hediye edilen bir harbesi var idi.[21]
Mızrak: lugatta “dürtmek; atmak, fırlatmak, delmek” gibi anlamlara gelen “z-r-k” kökünden türetilmiş bir ismi alettir. Sert ve esnemeyen uzun -ince ahşap bir gönder ile ucuna takılmış taş (çakmak taşı, volkan camı) kemik, boynuz, bakır, tunç, demir veya çelikten mamul bir temrenden oluşan dürtücü, delici özelliği olan yakın ve uzak dövüş silahıdır. Hedefe doğru dürtülerek yahut fırlatılarak kullanılır. Çeşitli özellikleri açısından birçok isim alan mızrak türü silahlara genel olarak rumh (çoğulu rimah, ermah) denilmektedir.[22]
Mesvâ, Şenûnî, Kâfûr isimli mızraklar: Kaynukâ kuşatması sırasında ganimet olarak elde edilmişlerdir.
Şenûnî isimli mızrak gümüşten mamül idi.[23]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN HARBELERİ (KISA MIZRAKLARI)
Peygamber Efendimizin Kuba’ /Neba’, Beyzâ ve Anze adında üç harbesi var idi.[24]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN KALKANLARI
Kalkan: Divanü Luğati’t-Türk adlı eserde “Kalkang” şeklinde yazılan bu kelimenin “koruma, kollama, müdafaa, himaye” anlamını taşıyan “kalka” kelimesinden türediği kabul edilmektedir. Ateşli silahların icadından önce savaşçılar ok, gürz, mızrak, kılıç ve benzeri saldırı silahlarına karşı kendilerini sol kollarına taktıkları kalkanları ile savunurlar idi.[25]
Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Futuk, Müveccir ve Zelûk adında üç adet kalkanı var idi. Bunlardan birinin üzerinde kartal, diğerinin üzerinde ise koçbaşı resmi bulunmakta idi. Resimlerden rahatsız olan Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları sildirdiler.[26]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN YAYLARI
Peygamber Efendimizin Revhâ, Safrâ, Şevhât, Beyzâ, Ketûm, Zevrâ isimli yayları var idi.
“Yay” Arapça’da “Kavs” demektir. Kavs ise iki ucu kirişle bağlanarak kavisli hale getirilmiş ok atmaya yarayan alet.[27]
Revhâ, Safrâ, Şevhât veya Beyzâ adlı yaylar, Kaynukâ oğulları kuşatmasında elde edilmiştir.
Ketûm isimli yay ise Uhud savaşına giderken yanına aldığı yaydır.[28]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN SADAKLARI (OK TORBASI)
Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kafûr isminde bir sadağı var idi.[29]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN FUSTÂTLARI (ÇADIRLARI)
Seferlerde (uzun yolculuklarda) mola verildiğinde veya harp meydanlarında Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) için kıl ve deriden imal edilmiş çadırlar kurulur idi. Bu çadırların kırk kişiyi barındıracak kapasitede olduğu rivayet edilir.[30]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN RÂYELERİ (BAYRAKLARI)
“Bayrak” Arapça’da “Rayet” demektir. Rayet ise bir milletin, topluluğun, devletin, askeri birliğin veya kuruluşun işareti veya alameti mahiyetinde olan, bir mızrak parçasının veya gönderin ucuna asılan kumaştan imal edilen bir ablemdir.[31]
İslam ordusunun bayrağı kare şeklinde, Siyah ve beyaz çizgili yünden mamul hırkadan yapılmış ve Ukâb olarak da isimlendirilmiş idi.[32]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN LİVÂLARI (SANCAKLARI)
“Sancak”, Arapça’da “Liva”demektir. Liva ise büyük bayrak ve üzeri yazı işlemeli ve kenarları saçaklı bayrak demektir.[33]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) İslam ordusunun sancağını beyaz, bayrağını ise siyah renkli bir kumaştan yaptırmış idi. Bu Sancak üzerinde “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” ibaresi yazılı idi.[34]
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ATLARI
Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Sekb isimli atı, Düldül isimli beyaz katırı, Yafur isimli eşekleri ve kasva adında da bir devesi var idi.
SEKB isimli at: Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Uhud muharebesine iştirak ettiklerinde üzerine binmiş oldukları ve kendi imkânları ile satın almış olduğu at’tır.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) atlarına çok ihtimam eder ve özen gösterirler idi. Birgün gömleklerinin yeni ile atının yüzünü okşuyor ve seviyor idi. Bu durumu gören sahabiler, hayranlıkla “Ya Rasulullah gömleğiniz ile mi okşuyorsunuz?” diye sual ettiklerinde, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ne yapayım! At’tan sebep Cebrail’den (aleyhisselâm) azar işittim,” buyurmuşlardır.[35]
DÜLDÜL isimli Katır: Mısır Mukavkısı tarafından Peygamber Efendimize (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hediye edilmiştir.
KASVA isimli Deve: Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hicret yolculuğunda üstüne bindiği ve bir rivayete göre Arafat’da Veda Hutbesini üstünde okuğu Devesidir.[36]
Muhaddis Tirmizi Şemail-i Muhammediyye adlı eserin de Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) harp eşyaları ile ilgili dokuz hadis-i şerif nakletmişlerdir.
Enes ibni Malik (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kılıçlarının kabzası (dipçik kısmı) gümüşten idi.”[37]
Sa’id ibni Ebi’l Hasan (Radıyallâhu Anh) naklediyor: “Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kılıçlarının kabzası gümüşten idi.”[38]
Mezide ibni Malik (Radıyallâhu Anh) rivayet ediyor: “Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) fetih günü Mekke’ye teşrif ettiklerinde kılıcının (kabzası) altın ve gümüş ile (süslü) idi.”[39]
İbni Sirin (rahmetullahi aleyh) rivayet ediyor: Ben kılıcımı, Semura İbni Cündeb’in (Radıyallâhu Anh) kılıcı gibi yaptırmıştım. Semura Cündeb (Radıyallâhu Anh) ise kılıcını Hazreti Peygamberin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kılıcı gibi yaptırdığını söylemiş idi. Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kılıcı ise, Beni Hanife kabilesi yapımı idi.[40]
Zübeyr İbni Avvam (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Uhud muharebesinde, Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) üzerinde iki kat zırh var idi. (Sağ olduklarını ashabına göstermek için bulundukları yerde) yüksek bir kayanın üzerine çıkmak istediler. Fakat üzerlerinde bulunan zırhların ağırlığından dolayı buna takat getiremediler. Bunun üzerine Talha (Radıyallâhu Anh) yere eğildi onun sırtına basarak o kayanın üzerine çıkabildiler. O esnada Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Talha’ya cennet vacip oldu” buyurduklarını işittim.[41]
Saib. İbni Yezid (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Uhud günü, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) üzerine iki kat zırh giymişler idi.[42]
Enes ibni Malik (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) fetih gününde Mekke-i Mükerreme’ye teşrif ettiklerinde mübarek başlarında miğfer var idi. Bu sırada ashabından birisi – “Ya Rasulullah şu canını kurtarmak için Kâbe’nin örtüsüne tutunan şahıs, İbn Hatal’dır,” diye söyleyince, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Öldürün onu,” buyurdular.[43]
Yine Enes ibn-i Malik (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Peygamber Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) fetih yılında Mekke-i Mükerreme’ye teşrif ettiklerinde, mübarek başlarında miğfer var idi. Miğferlerini çıkarttıklarında ashabından birisi – “Ya Rasulullah, ibni Hatal Kabenin örtüsüne sarılmış, diye söyleyince, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Öldürün onu,” buyurdular.[44]
İbni Şihab ez-Zühri (rahmetullahi aleyh): “Mekke-i Mükerreme feth edildiği gün, Hazreti Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) teşrif ettiklerinde ihramsız olduğu haberleri bana ulaştı,” der.
İbni Hatal, Mekkeli bir hiciv şairi idi. Bir ara İslâm’ı kabul etmiş ve vahiy kâtipliği mertebesine getirilmiş idi. Kendisine azadlı bir müslüman yardımcı olarak verilmiş ve zekât toplama vazifesi ile görevlendirilmiş idi. Bu sırada yardımcısını döve döve öldürmüş ve zekât malları ile Mekke’ye kaçmıştır. Mürted olmuş ve dinden ayrılmaklada kalmamış, Hazreti Peygamber’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) İslam dinini küçük düşürücü ve alay edici, hakaret içeren şiirler yazmıştı. Mekke fethedilince, genel af ilan edilir ve halk hazreti Peygamberden (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) özür dilerken, İbni Hatal kurtuluş çaresini Kabenin örtüsüne sarılarak saklanmakta arar. Fakat ashab tarafından fark edilince, Peygamber Efendimize (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) haber verilir. Bu haber üzerine Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu gebertin, diye emir buyururlar.[45]
Dipnotlar
[1] Mevahibu-l leduniyye fi şerhi-l şemaili muhammediyye s. 210
[2] D.İ.A Büyük Türkçe Sözlük. Kılıç
[3] Ali b. Muhammed el-Huzai, s. 412
[4] Ali b. Muhammed el-Huzai, s. 412. D.İ.A
[5] Ali b. Muhammed el-Huzai, s. 412
[6] Mevahibu-l Leduniyye fi Şerhi Şemaili Muhammediyye s. 210
[7] Ali b. Muhammed el-Huzai, s. 412.D.İ.A
[8] Vâkıdî e-l Megâzî, 1.cilt. s.210
[9] Ebû Dâvud, no:2583; Tirmizî, no:1561; Müsned, 1.cilt. s.271; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s. 406
[10] Tirmizî, no:1690; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s.407
[11] Vâkıdî,e-l Megâzî, 3cilt.s.988; İbn Cemâa, Sire, s.124. Makrîzî, İmtâ, 7.cilt.s.141
[12] İbn Sad, Tabâkat, 1cilt.s.487; İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1.cilt.s.130; İbn Cemâa, Sire, s. 124; İbn Mibred, Şecere, s.158
[13] D.İ.A
[14] Ebû Dâvud,no: 2590; Tirmizî, no:1692; İbn Mâce, no:2806; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s.414
[15] Vâkıdî, e-l Megâzî, 1cilt.s.179; Makrîzî, İmtâ, 7cilt.s.143; D.İ.A
[16] Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7.CİLT.S.143
[17] Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s.418
[18] D.İ.A.
[19] Ebû Dâvud, no:2685; Tirmizî, 1693; İbn Mâce, no:2805; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s.419; Makrîzî, İmtâ, 7cilt.s.149
[20] Vakıdî,e-l Megâzî, 1.cilt.s.178; Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7cilt.s.149
[21] Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, s.403; İbn Cemâa, Sire,s 126
[22] D.İ.A
[23] İbn Sad, Tabâkat, 1cilt.s.489; Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7cilt.s.152
[24] İbn Mâce,no: 1305; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, 2.cilt s.433; Makrîzî, İmtâ, 7cilt.s.154
[25] D.İ.A.
[26] İbn Sad, Tabâkat, 1.cilt s.489; Taberânî; Kebîr, 3.cilt s.178; İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1.cilt.s.131; İbn Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7.cilts.153
[27] Büyük Türkçe Sözlük
[28] Vakıdî,e-l Megâzî, 1cilt.s.242; İbn Sad, Tabâkat, 1.cilt.s.489; Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7.cilt.s.149
[29] İbn Manzûr, Muhtasar, s.365
[30] Buhârî,no: 6528; Tirmizî,no: 2547; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi,2.cilt s. 441
[31] Büyük Türkçe Sözlük. Bayrak
[32] Ebû Dâvudno: 2591; Tirmizî,no: 1680; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi, 2.cilt s.425; Makrîzî, İmtâ, 7cilt.s.161
[33] Büyük Türkçe Sözlük. sancak
[34] Tirmizî, no:1681; İbn Mâce,no: 2818; Taberânî, Kebîr, no:1161; Ebû Şeyh, Ahlakı Nebi,2.cilts. 421 Tirmizî, no:1680; Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ, 7.cilt.s.161
[35] İbni sa’d 1.cilt.s.489
[36] İbni Sa’d 1.cilt.s.490
[37] Şemail,13.bab.no:99
[38] Şemail,13.bab.no:100
[39] Şemail,13.bab.no:101
[40] Şemail,13.bab.no:102
[41] Şemail,14.bab.no:103
[42] Şemail,14.bab.no:104
[43] Şemail,15.bab.no:105
[44] Şemail,15.bab.no:106
[45] Buhârî, Hac, Cezai sayd babı, 873; Müslim, Hac, Cezai sayd babı, 1357