Yeni bir Ramazan ayını daha idrak etmenin vermiş olduğu sevinç, huzur ve mutluluğu yaşıyoruz. Bizleri bu aya kavuşturduğu gibi, evliyâ kulları vesilesiyle bu ayın hayır ve bereketini de idrâk etmekten mahrum etmeyen Allah’u teâlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlâr olsun.
Bu mübarek ayın hayır ve bereketinden daha fazla hissedar olabilmek için; bu ay ile ilgili bilgi dağarcığımızı genişletmeye zahirî anlatılan şeylerden öte bâtınî tarafa yönelmekle hâsıl olacaktır. Bu da, ya ulvî bir ruha sahip olarak lâhûtî âlemin derinliklerini müşahâde etmek veyahut da bu âlemleri bizzat müşahâde eden rabbânî zatların izini sürmekle mümkün olacaktır. Tam da bu noktada akla gelen isim hiç tereddütsüz İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû)dur.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu meyanda birçok kimsenin vasıl olamadığı derinliklere vakıf olmuş ve bu ilâhî sırları, yazdığı mektuplar vasıtasıyla hem yaşadığı asra hem de kendinden sonra ki gelecek nesillere miras bırakmıştır.
Bunlardan bir tanesi de Hâce Muhammed Sıddîk’a yazdığı “Ramazan ayının fazileti, Kur’ân-ı Kerîm ile münâsebeti”ni ele aldığı 1. Cilt, 162. mektubudur. Bu konuda, -ne kendisinden önce, ne de kendisinden sonra- hiç kimsenin değinemediği manalara değinerek bizleri bir kez daha irşat etmiştir.
162. Mektub
- Hâce Muhammed Sıddîk’a yazılmıştır
- Ramazan ayının fazileti, Kur’ân-ı Kerîm ile münâsebeti
Hak Sübhânehû’nun adı ile başlarım…
Bilmelisin ki; zâtî şu’ûnlar arasında bulunan kelâm şe’ni daha önce de değinildiği üzere[1] zâtî kemâllerin ve sıfatlarla ilgili şu’ûnların hepsini toplayıcıdır. Ramazan ayı da bütün hayırları ve bereketleri toplar. Hayır ve bereketin hepsi Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin zâtından doğar. Bunlar, O’nun şu’ûnlarının bir sonucudur. Varlık sahnesinde ortaya çıkan şer ve noksanlıkların hepsinin kaynağı ise hâdis (sonradan olan) zât ve sonradan yaratılan sıfatlardır. “Ey insanoğlu! Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.”[2] âyeti bu konuda açık ve kesin olan bir nasdır.
O halde bu Ramazan ayında bulunan tüm hayırlar ve bereketler, kelâm şe’ninde toplanan zâtî kemâlâtın neticesidir. Kur’ân-ı Kerîm de bu câmî (kapsayıcı) olan şe’nin hakîkatinin tamamından hâsıl olmuştur. Dolayısıyla Kur’ân’ın, tüm kemâlâtı toplaması ve bu ayın da o kemâlâtın sonuçlarını ve semerelerini içermesi açısından bu mübarek ayın Kur’ân’la tam bir münâsebeti vardır.
İşte bu münâsebet Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda inmesinin sebebi olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidâyeti, doğruyu ve yanlışı ayırdedip açıklayan Kur’ân’ın indirildiği aydır.”[3]
<<Efendi Hazretlerimiz(Kuddise Sirruhû) 50 seneyi aşkın bir süre devam ettiği pazar sohbetlerin hemen ertesi günü hanımlara yönelik yaptığı sohbetlerinde bu mektubu izah ve beyân sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Aya niçin “şehîr” denildi? Meşhûr olduğu için. Bu Ramazan-ı Şerif ayı öyle bir aydır ki bu ayda Kur’ân-ı Kerîm levhi mahfuzdan birinci kat semadaki Beytü’l-İzzet’e indirildi, sonra oradan Rasûlüllâh’a âyet âyet indi.
“İndi Kur’ân âyet âyet beyyinât *** Zahir oldu nice türlü mü’cizât”
Ya Rabbi bize bu Kur’ân’ın kıymetini bildir. Bu Kur’an’dan kıymetli yok diyorum size. Bu Kur’an-ı Kerîm kelâm sıfatının eseridir. Ne kadar şu’ûnâtı zâtîye (zâtî şu’ûnlar) ve şu’ûnâtı sıfatiye varsa Kur’ân-ı Kerîm hepsini içine alıyor. O şu’ûnâttan hâsıl olan bütün bereketle beraber Ramazan-ı Şerifte iniyor. Onun için Kur’an-ı bu ayda hatmeden ve bu ayda nafile namaz kılan diğer aylardakinden kat kat daha fazla sevap alıyor.” 15-01-1996 Pazartesi Sohbetleri>>
Bu ayda bulunan Kadir gecesi bu ayın hülasası ve özüdür. Kadir gecesi çekirdek yerinde olup bu ay da o çekirdeğin kabuğu yerindedir. Ramazan ayı cem‘iyyet haline bürünmüş bir kimseye uğrarsa ve o kişi de bu ayın hayırlarından ve bereketlerinden nasiplenirse tüm sene boyunca cem‘iyyete ulaşmış olur. O aydaki hayırları ve bereketleri elde etmiş olur.
Allah Sübhânehû böylesine mübarek olan bir ayda bizleri hayırlara ve bereketlere ulaştırsın ve en büyük nasiple rızıklan-dırsın.
Peygamberlerin Sonuncusu (s.a.v.) “Sizden biriniz orucunu açacağı zaman hurma ile açsın. Çünkü hurma berekettir.”[4] buyurmuş ve Peygamber (s.a.v.) de hurma ile oruç açmıştır.
Hurmanın bereket olması; ağacı olan nahlenin insan gibi câmi‘iyyet (kuşatıcılık) ve a‘deliyyet (adalet) vasfı üzerine yaratılmış olması sebebiyledir. Bundan dolayı Adem’in (a.s.) yaratıldığı çamurunun arta kalan kısmından yaratıldığı için Efendimiz (s.a.v.) hurma ağacını “Âdem oğlunun halası” olarak isimlendirmiştir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Halanız hurma ağacına değer veriniz. Çünkü o, Âdem’in (a.s.) toprağının arta kalanından yaratılmıştır”[5]
Hurmaya bereket denilmesi bu câmi‘iyyet özelliğine itibarla olabilir. Cüz’iyyet alakasına itibarla nahlenin meyvesi olan hurma ile oruç açmak hurmayı, oruç açan kişinin bir parçası yapar ve hurmanın kapsayıcı olan hakîkati hurma ile oruç açanın hakîkatinden bir parça olur. Bu itibarla, hurmayı yiyen kişi, câmi‘ (kuşatıcı) vasfını taşıyan hurmanın hakîkatinde var olan sonsuz üstünlükleri toplamış olur.
Bu anlattığımız mânâ mutlak olarak hurmanın yenmesi ile gerçekleşir. Ancak oruçlunun, arzularının önündeki engellerin kalktığı ve fânî lezzetlerden yararlanma anı olan iftar vaktinde yenmesinin tesiri çok daha fazla olur. Bu mânâ iftar vaktinde en mükemmel ve en üstün şekliyle gerçekleşir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kişinin hurmayla sahur yapması ne güzeldir.”[6] hadisi ile kast olunan mana da, hurma kendisini yiyen kişinin bir parçası olması sebebiyle, insanın hakîkatini tamamlamak olabilir. Yoksa bu hadis-i şeriften, insanın gerçek anlamda ve tam olarak beslenmesini anlamamak gerekir. Bu mânâ oruç esnasında gerçekleşmeyince, bu mânâyı telafi etmek için hurma ile sahur yapılması teşvik edilmiştir.
Hurmanın yenmesi diğer tüm yiyeceklerin yenmesindeki faydayı sağlar. Câmi‘iyyet açısından olan bereketi de iftar vaktine kadar devam eder. Besin açısından olan bu mezkur faydası hurmayla beslenmenin şeriata uygun olması ve bir kıl kadar dahi şeriatın hududunu ihlal etmemesi durumunda ancak gerçekleşir.
Aynı şekilde bu faydanın hakîkati, hurmayı yiyen kişinin sûreti aşıp mânâ ve hakîkate ulaşması ve zâhir yerine bâtınla mutmain olması durumunda ancak mümkün olur.
İşte o zaman yenilenin zâhiri, yiyenin zâhirine yardımcı olur ve bâtını da onun bâtınının tamamlayıcısı olur. Yoksa onun faydası zâhirî bir yardımla sınırlı olup onu yiyen de sığlıktan kurtulamaz.
Yemeği cevhere dönüştürmeye çalış da,
Ondan sonra ne dilersen onu ye!”
Yani yenilenin yiyeni olgunlaştırması, iftarda acele edip sahuru geciktirmenin sırrıdır.
Dipnotlar
[1] 1. Cilt, 4. Mektup.
[2] Nisa, 79.
[3] Bakara, 185.
[4] Tirmizî, nr. 658; Ebû Dâvud, nr. 2355.
[5] Ebû Ya‘lâ, Müsned, nr. 451; Deylemî, el-Firdevs, nr. 198, ‘Ukaylî, ed-Du‘afâ, nr. 1853. Bu hadis ile ilgili daha geniş bilgi için bk. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I. 171-176.
[6] Ebû Dâvud, nr. 2345; İbn Hibbân, nr. 3475; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 7906; Deylemî, el-Firdevs, nr. 6788.