Vefâtının sene-i devriyesi olan 4 Mart tarihi vesilesiyle, büyük mücahid ve devlet adamı Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh)i başka Kudüs’ün fethi olmak üzere, fetihleri ve zaferleri, Haçlılara karşı verdiği büyük mücadele ve Şia’nın tesirinin kırılmasına yönelik hizmetleriyle hatırlıyor, hayırla, minnetle ve şükranla yâd ediyoruz.
İslâm tarihinin en önemli komutanlarından biri olan Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh), 1137 senesinde Tekrit’te doğdu. Babası, Selçuklu emîri İmâdeddîn Zengî’nin hizmetinde vazifeli bulunan Necmeddin Eyyûbdür. Amcası Asadeddîn Şirkuh da Zengîlerin askerî sahasında önemli bir komutandı. Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh), askerî alan hayli etkili bir ailenin ferdi olarak, iyi bir eğitim gördü. Amcasının himayesinde vazifeye başlamasıyla, komuta kademesindeki fiilî görevlerine başlamış oldu.
Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh), 31 yaşına geldiğinde Suriye birlikleri komutanlığına getirildi ve Mısır vezirliği vazifesi kendisine tevdî edildi. O devirde Mısır’da, Şiî-Fâtımî devleti hüküm sürüyordu. Onların hâkimiyetine son vererek Abbâsî halîfesi adına hutbe okuttu; sünnîliğin, bölgenin resmî mezhebi olduğunu ilân etti.
Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Cihâd Aşkı
Kıtal anlamında cihad, insanı belli ölçüde terbiye eden bir mahiyete sahiptir. Dolayısıyla mücahidler, cihad aşkı ve bu anlamdaki hizmetleriyle olgunlaşırlar. Bu büyük mücahidlerden birisi de Kudüs Fatihi ve Haçlıların hesaplarını boşa çıkartan Selâhaddîn-i Eyyûbî’dir.
Onun cihada olan aşkını Kadı ibnü Şeddâd[1] şöyle anlatmıştır:
“Cihad aşkı, cihad muhabbeti onun damarlarında çağlıyordu ve kalbini, kafasını kaplamıştı. Konuşmalarının konusu daima buydu. Her an onun için hazırlıklar yapıyordu. Onun için gerekli olan malzemeler, silahlar, ihtiyaçlar tesbit edilip temin ediliyordu. O, işe yarayacak insanları araştırıyor; cihadı hatırlatan, ona teşvik eden kimselere yöneliyordu. İşte bu cihad uğruna o, çoluk çocuğundan, sülâlesinden, vatanından, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgârın söküp savurabileceği kadar basit bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Bir kimse onun yanına oturup sohbet etme fırsatı elde etse hemen ona cihadın faziletini anlatmaya başlardı. Cihad harekâtı başladıktan sonra cihad ve mücahidlere yardım dışında hiçbir yere bir kuruş dahi harcamadığına yemin edilebilir.”
(…)
“Savaş alanında sultanın durumu insana, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ciğerinin yanışını, ızdırabını anlatır gibi olurdu. Bir saftan bir safa atının üstünde koşturur, durmadan dolaşır, askerleri cihada özendirir, teşvik ederdi. Bütün ordunun arasında dolaşır, Yâ lelîslâm= İslâm’a yardıma koşun’ diye bağırır, bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanırdı.
Bütün gün boyu sultan bir lokma bile ağzına yiyecek koymadı. Sadece doktorun ısrarı ve tavsiyesi üzerine bir şerbet içiyordu. Saray doktoru bana dedi ki: Bir keresinde sultan cuma gününden Pazar gününe kadar birkaç lokmadan başka bir şey yemedi. Savaş alanından başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor, hiçbir şey aklına gelmiyordu.”[2]
Selâhaddîn-i Eyyûbî ve Kudüs’ün Fethi
Müslümanların, işgal edildiği günden bu güne bir asırdır en önemli gündemlerinden biri olan Kudüs’le ilgili yaşanan sorunlardan bahsedildiğinde akla gelen isimlerin başında Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh) gelir. İlk kez Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) devrinde fethedilen Kudüs, ilerleyen asırlarda İslâm hâkimiyetinden çıkmış ve Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh)in komutasında, yeniden İslâm şehri hâline gelmiştir.
Bu sebeple, Kudüs’ün önemini kavramak ve bu mukaddes şehre sahip olmanın büyük bir dâvâ hâline gelişindeki esasların farkında olmak; Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh)i tanımak ve mücadelesinin farkında olmakla gerçekleşebilecektir.
Çocukluğundan itibaren asker olarak yetiştirilmiş, sayısız seferler gerçekleştirmiş, tarihte onun seviyesinde tecrübeli komutanların pek az bulunduğu bir nitelikle, dağınık halde bulunan birlikleri bir araya getirmek suretiyle düzenli orduyu kurmakla işe başlamıştı Selâhaddîn Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh). Bu hazırlık, tarihte yeni bir dönemin habercisiydi. I. Haçlı seferi sonucunda Kudüs’te kurulmuş olan Kudüs krallığına mensup kimseler, Müslümanlara karşı tacizkâr saldırılarını sürdürüyor, girdikleri yerleri âdetleri üzere yağmalayarak tahrip ediyorlardı. Bu durum, büyük bir muharebeyi artık kaçınılmaz kılmıştı.Neticeleriyle ve sahnelenen taktiklerle bir kahramanlık destanına dönüşmüş olan Hittîn muharebesi günleri, gittikçe yaklaşıyordu. Kudüs Krallığı için artık feci son başlamıştı. İslâm düşmanları, asırlar sonra kalleşçe tekrar ele geçirecekleri Kudüs’ten, uzunca bir müddet ayrı kalacaklardı artık.
Hittîn muharebesi… Kudüs Krallığına mensup ordu ile Selâhaddîn Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh) komutasındaki ordunun, Taberiye kalesi yakınlarındaki Hittîn köyünde, Hittîn tepesi çevresinde gerçekleştirmiş oldukları ve 17.000 haçlının öldürülerek Kudüs’ün hâkimiyetinin Eyyûbîlere geçmesine vesile olan muharebedir.
20 Eylül günü Kudüs’ü kuşatan Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh), miladi 2 Ekim, hicri 27 Recep yani Miraç gecesinin gündüzü, mübarek Cuma gününde, Beyt-i Makdîs’e girmeyi ve böylece şehrin merkezinin kontrolünü ele geçirmeyi başarır. Receb-i Şerîf’in 27. Gecesi bu vesileyle, İsrâ ve Miraç ile kazandığı maneviyatın yanı sıra, İslâm Âlemi için artık yeni bir anlam daha kazanır.
Vefâtı ve Kabri
1193 senesine kadar iki haçlı seferini, komuta ettiği ordusuyla püskürtmeyi başaran Selâhaddîn-i Eyyûbî (Rahmetullâhi Aleyh) bu senenin mart ayında hastalandı ve on dört gün hasta yattıktan sonra 56 yaşında Şam’da vefât etti. Kabri burada (Şâm’da), Emevî Camii’nin hemen yakınında yer alan Medresetü’l-Azîziyye’nin avlusundaki hazîrede bulunmaktadır.
Dipnotlar
[1] Büyük bir devlet adamı, fakîh ve tarihçi olan Kadı ibnü Şeddâd’ın künyesiyle beraber tam adı, “Ebü’l-Mehâsim (Ebü’l-İzz) Bahâüddîn Yûsuf ibnü Râfi‘ ibni Temîm el-Mevsılî el-Halebî”dir. Eyyûbî devrinin önemli tarihçilerindendir. Burada nakil yapılan eseri, “en-Nevâdirü’s-Sultâniyye ve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye (Sîretü Salâhiddîn, es-Sîretü’l-Yûsufiyye)”dir. Müellif bu eserinde, kendisinden evvelki tarihi kesite dair malûmatı güvenilir şahsiyetlerden kaydetmiş, kendi zamanında vuku bulan hâdise ve gelişmeleri ise bizzat müşahedelerine göre yazmıştır.
[2] Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin, İslâm Önderleri Tarihi, adlı eserinden naklen.