Allah Te‘âlâ’nın insanoğluna lütfetmiş olduğu en büyük nimetlerden olan zamanın değerlendirilmesi nasıl olmalıdır, zaman nasıl kıymetlendirilir, işlenir? Hayatının her alanında bir yol göstericiye ihtiyaç duyan insan, bu konuda da kendisini örnek alabileceği şahıslara muhtaç olmaktadır. İşte bu “şahıslar”, Peygamber vârisi olan Ulemâ’dır. İlim nasıl ki onlardan öğreniliyorsa, aynı şekilde zamanın değerlendirilmesi, vakitlerin ihyâsı da onlardan öğrenilir. Onların hâllerini ve zamana nasıl baktıklarını konuşmak, bizler için zaman mefhûmunun anlaşılması için öncelikli bir konudur.
İmam Ğazâlî (Rahimehullâh), “Vakitlerin senin ömründür; ömrün ise sermayendir. Ticaretin onun üzerinedir, onunla Allah (Celle Celâlühû) katında ebedî nimetlere ulaşırsın. Senin her nefesin cevherdir ki; ona kıymet biçilemez, bedeli yoktur. Kaçtığı zamanda da dönüşü yoktur. Sakın mallarını ziyade etmekle birlikte, ömürlerini harcayan ve bununla mutlu olan ahmaklar gibi olma! Ömür azalırken artan malda nasıl bir hayır vardır? Sadece ilmin ve amelin arttığında sevin. Çünkü bu ikisi; ailenin, malının ve dostlarının seni bırakıp gittikleri zaman, kabirde sana arkadaş olacaktır.”[1] demek suretiyle, Ulemâ’nın hayata bakış açısını özetle ortaya koymuştur.
Yüksek Gayret ve Büyük Fedakârlık
Ömürlerini, dini yaşamak ve yaşatmak üzerine kurmuş ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan geri durmamış olan âlimlerimiz; sahip oldukları zaman sermayesini en mükemmel şekilde değerlendirmişlerdir. İşte ulemânın bu konuda zirveye ulaşmış olan gayretinden örnekler:
İmâm-ı Âzam (Rahimehullâh), vaktini değerlendirme konusunda son derece titiz ve tavizsizdi. İmâm-ı Âzam (Rahimehullâh), yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılar, her gece seher vaktinde Kur’ân-ı Kerîm’i hatmederdi. Kendisi ile belirli zamanlarda birlikte bulunmuş kişiler, onun hayatında hiç boş geçen bir vaktin olmadığını aktarırlar. Öyle ki; kendisi ile altı ay gibi uzun bir müddet birlikte olmuş olan bir talebesi, onun gece vakti uzandığını hiç görmediğini nakleder. Sıkça namaz ile olan meşguliyetinden dolayı, kendisine veted (direk) adı bile verilmişti.[2]
İmâm-ı Âzam (Rahimehullâh)ın yetiştirdiği, aynı zamanda en gözde talebesi olan İmam Ebû Yûsuf (Rahimehullâh) da hocası gibi, her anını kıymetlendiren ve bizlere örnek olan imamlardandır. Bu büyük zatın talebesi olan Kâdî İbrahim ibni el-Cürâh, hocası ile olan bir anısını şöyle aktarır: “Ebû Yûsuf (Rahimehullâh) hastalanmıştı, ziyaretine gittim. Onu baygın bir hâlde buldum. Ayıldığında: ‘İbrahim, şu mesele hakkında ne dersin?’ diye sordu. Ben de: ‘Bu hâldeyken de mi ilmî müzakere yapacağız?’ dedim. Bunun üzerine: ‘Bunda herhangi bir beis yoktur. Biz müzâkeremizi yapalım; umulur ki (bu meselenin netliğe kavuşması sebebiyle), bir kimse kurtulur.’ buyurdular.”[3]
İmâm Muhammed (Rahimehullâh), geceleri uykusuz geçirir, ders çalışırdı. Bu esnada yanına birden çok kitap alır, birisinden usandığında hemen diğerine geçer, vakit kaybını engellerdi. Kendisine uyku bastırdığı zaman da, su ile uykusunu giderir ve “Uyku hararettendir.”[4] buyurarak, ilim talebelerine yol gösterirdi.
Müslüman, hayatını gelişi güzel yaşayamaz. Mutlak surette yaşamını tanzim etmeli, her an ve her dakikasından istifade etmeyi bilmelidir. Hayatını belli başlı kurallar çerçevesinde yaşamayan insanlar, her işlerinde düzensiz ve başarısız olurlar.
İmam Şâfiî (Rahimehullâh), geceyi üç bölüme ayırır; birinci bölümünde kitap yazımı ile meşgul olur, ikinci bölümünde namaz kılar, üçüncüsünde ise uyurdu.[5] Bu özellik sadece İmam Şâfiî (Rahimehullâh)a ait değildi. Âlimlerimizden birçoğu, vakitlerini taksim edip hayatlarını belli bir takvim çerçevesinde yaşarlardı. Böylece, vakit tasnif ve tanziminin âhiret için uğraşan insanların vazgeçilmez bir düsturu olması gerektiğine vurgu yapar, bu konuda ikazda bulunurlardı.
Hatîb el-Bağdâdî (Rahimehullâh), vakitlerini değerlendirme konusunda nihaî derecede gayretli idi. Kendisi, yolda yürüme esnasında bile kitap mütalâa eder, saniyelerini değerlendirmeye çalışırdı.[6] Mahmûd Efendi Hazretlerinin (Kuddise Sirruhû), yazdığı tefsiri, “tefsirlerin babası” ifadesiyle taltifte bulunduğu Fahrûddîn er-Râzî (Rahimehullâh) da, yemek yeme esnasında, ilimle meşgul olamamasından dolayı dertlenir ve “Vallahi, yemek ile meşgul olduğum esnada, geçen vakte üzülüyorum. Çünkü vakit ve zaman azizdir”[7] diyerek, yemek yemenin bile aslında vakit kaybına sebep olduğunu ifade etmekteydi.
Vakit Nimetinin Künhüne Vâkıf Olmak
İnsan, vakit nimetinin künhüne vâkıf olduğu zaman; bırakın saatleri, saniyeler bile altından daha kıymetli gelir ona! Âlimlerimizden bazıları vardır ki, yolda kitap okumakla meşgul olmalarından dolayı çukura düşmüş, kimileri savaşta at üstündeyken kitap yazmış, kimileri de son nefesine kadar ilimle meşgul olmuştur.[8]
Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, ulemânın hayata, vakitlere bakış açısı hiç değişmemiş, sermayelerini hep hayır üzere kullanmaya gayret etmişlerdir. Onlar, zaman mefhûmunu en iyi şekilde tanzim ettikleri için Allâh (Celle Celâlühû) kendilerine âdeta vakit içerisinde vakitler yaratmış, ömürlerini bereketli kılmış ve onları kıyamete kadar da insanların ağzında her an hayır üzere zikredilmeye muvaffak kılmıştır.
Yakın tarihimizin bu konudaki örnekleri içerisinde en öne çıkanı, kitabiyyât bilginlerinden olan Ali Emirî Efendi’dir. Kendisi vakitlerini değerlendirme maksadıyla dur durak bilmeden gece gündüz kitap okumak ile meşgul olurdu. Uyurken bile gündüz okuduklarını tekrarlar, bundan dolayı yanında kimse yatmak istemezdi.[9] Ali Emirî’nin çağdaşı olan, Batılı Müsteşriklerin, “Kafasının içi, müdürlüğünü yaptığı kütüphaneden daha zengin adam.” diye tavsif ettikleri İsmâil Sâib Sencer Hoca da, aynı şekilde vakit hazinesini en güzel surette ekip en iyi mahsul alanlardandı.[10]
Hulâsa, onlar zamanlarını insanüstü bir gayret ile en güzel şekilde değerlendirdiler ve kazananlardan oldular. Bizlere düşen, onları tanıyarak zamanı anlamaya, onlar gibi yaşayarak da zamanı fevkalâde şekilde değerlendirmeye gayret etmektir.
Dipnotlar
[1] İmam Ğazâlî, Bidâyetü’l-Hidâye, c. 1, s. 41.
[2] Zehebî, Menâkıbu’l-İmâm Ebî Hanîfe ve Sâhibeyhi Ebî Yûsuf ve Muhammed ibni’l-Hasen, c. 1, s. 22.
[3] Ebû Ğudde, Kıymetü’z-Zemen ‘İnde’l-‘Ulemâ’, c. 1, s. 56.
[4] Zernûcî, Ta‘lîmü’l-Müteallim, c. 1, s. 51.
[5] Kâdî Iyâz, el-İlma’ ilâ Ma‘rifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Sema’, c. 1, s. 234.
[6] Zehebî, Tezkiratu’l-Huffâz, c. 3, s. 224.
[7] İbn Ebî Usaybia, Uyûnü’l-Enbâ fî Tabakâti’l-Etibbâ, c. 1, s. 309.
[8] Ebû Ğudde, Kıymetü’z-Zemen ‘İnde’l-‘Ulemâ’, c. 1, s. 82, 83 ve 145.
[9] Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler, c. 1, s. 83 ve 85.
[10] Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler, c. 1, s. 238.