Rize’nin önemli şahsiyetlerinden biri olan ve daha çok ‘Zavendikli Mustafa Efendi’ olarak bilinen Mustafa Yıldız hocamızı vefâtının sene-i devriyesi vesilesiyle rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Hocamızın hayatı ve ilmî tedrîsât usûlüne dair daha evvel yayımlanmış olan içeriklerimize erişim sağlamak için tıklayınız…
Vatanî Vazife Günleri
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kendisine en faziletli amelden soran bir sahâbîye;
“اَلصَّلَاةُ لِوَقْتِهَا وَبرُّ الوَالِدَيْنِ ثُمَّ الجِهَادُ فِي سَبِيلِ للّٰهِ”
“Vaktinde kılınan namaz, anne babaya iyilik ve Allah (Celle Celâluhû) yolunda cihâd.”[1] şeklinde verdiği cevabı ve askerliğin faziletlerinden bahseden hadîs-i şerîfleri hakkıyla anlamış olan Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), bu şuurla vatanî vazifesini ifa etmek üzere askere gider.
Allâh-u Zülcelâl’in “Rabb” (terbiye eden, kemale eriştiren) ismi şerifinin tecellisinde, ilâhî bir hikmetle, acemi birliğinden sonra Evliyalar diyarı, ilim yurdu, şehidler makberesi Erzurum’un Karskapı kışlasına gönderilir.
Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)i bu kışlada mülâkata tabi tutan Binbaşı ona: “Ne iş yaparsın lazoğlu?” diye sorar. Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh): “İmam-hatibim efendim” diye cevap verir. Binbaşı: “Hâfız mısın, hoca mısın Mustafa?” dediğinde, Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) komutanına, imâni bir cesaret ve mü’mine yakışır bir vakarla: “Ben hem hâfızım, hem hocayım” diye cevap verir. Binbaşı bu gözü pek askere: “Öyle mi? O zaman şu âyete bir mana ver bakalım!” diyerek;
﴿أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ﴾
“Hiç Yaratan yarattığını bilmez mi? O, Latiftir, Habîrdir, her şeyden haberdardır.”[2] âyet-i kerîmesini okur. Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in büyük bir ilmî yetkinlikle, âyet-i kerîmenin mealini Binbaşıya, beklediğinden daha yüksek bir seviyede izah etmesi üzerine, Binbaşı teşekkür etmekten kendini alamaz ve hoca efendiyi hizmet eri olarak himayesine alır.
Böylece Zavendikli Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in hayatında ilmî ve mânevî birçok inkişafa vesile olacak Erzurum günleri de başlar.
Ehl-i irfana sordum: Şu ilmin sonu nedir?
Dediler “Bilmez misin? İlim cehle gebedir.”
mısralarıyla beyan edilen hakikatin idrakiyle Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), ilim tahsil ettikçe bilmediklerini de öğrenme arzusuna bürünerek, vatanî vazifesi esnasında da ilim okumaktan geri kalmamış ve kitaplarından ayrılmamıştır. Boş zamanlarında ve hafta içi vazifeli olmadığı günlerde, sabık Erzurum Müftüsü Müderris Sakıp Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)den ilm-i fıkıh tahsiline gayret etmiştir. Hususiyetle “feraiz” ilmini Sakıp Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)den ahzetmiştir.
İzin günlerinde hocalarını ziyaret eder, ahvalden sual eder ve dualarını alırdı. Hususiyetle askere gitmeden evvel okuttuğu talebelerine dersler vermeyi de ihmal etmezdi.
Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), Erzurum hatıralarını şöyle dillendirir:
“Rabbim o Binbaşı komutanımdan razı olsun. Erzurum merkezde 25 medrese hizmet vermekteydi. Biz o medreselerden nasibimiz olan Zeynel medresesini, Şeyhler medresesini tercih ettik. Bu medreselerde o dönemin büyük âlim ve mutasavvıfları var idi. Sırasıyla Erzurum müftüsü Hacı Sakıp Danişmen Hoca Efendi, Erzurum müftüsü Solakzade Hacı Sadık Efendi, Divrikli Hacı Faruk Hoca Bey ve Hafız Ahmet Efendi’lerden (Rahmetullâhi Aleyhim) istifade etmek nasip oldu.”
“Askerlik esnasında beş iftarı taburda, diğerlerini medresede yaptım. Komutanımın izniyle kışlanın ortasında 190 kişiye teravih kıldırdım. Gurbette olduğum hâlde, zevkini ömür boyu unutamayacağım bayram namazını Lala Paşa Camii’nde kıldım.”
Lütuf Üstüne Lütuf…
Lütfi… Der-i dergâh-ı ilahîde sebat et canan, canan…
Nazlı niyaz et; hakka temenna, neler eyler…
(Alvarlı Efe Hazretleri)
Neler eyler Mevla… Mustafa kulunu lütfu ile alır, Erzurum’un buz kesen soğuğunda “Lütfi” ile pişirir.
Evet, Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), Erzurum’un meşhur evliyasından “Alvarlı Muhammed Lütfi Efe” hazretlerinden istifade eder ve onun iltifatına mazhar olup hissesine yazıldığı üstatların üstadına kavuşmadan önce, manevi tekâmülünde bir merhale daha kat etme şerefine nail olur.
Askerlikteki izin günlerinde, Naim hoca, merhum Hafız Osman Demirci, merhum Tayyar Baba, merhum Cemal Efendi, merhum Nusret Bey ve Konya emekli vaizi, Alvarlı Efe Hazretlerinin halifesi Abdurrahman Öksüz Hoca efendilerle (Rahmetullâhi Aleyhim) beraber birçok cami, türbe ve kümbet ziyaretlerinde bulunmuştur.
1956 yılında aldığı terhisle tekrar Zavendik’teki cami ve Kur’ân kursu vazifesine avdet etmiştir. Askerlik sonrasında da Erzurum’u unutmamış ve birkaç kez hususî ziyarette bulunmuştur.
O “Nil” Gibidir… Derinden Akar…’’
(Benim yolumda birbirini sevenlere muhabbetim vacip olur)[3]
Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in hocaları ile arasında ayrı bir muhabbet bağı var idi. Kendisinden Arapça ve şer‘î ilimler tahsil ettiği Rize, Salarha, Müderrisler köyünden, Müderris Sabit Efendi oğlu Müderris Civelekzade Mustafa Efendi ile aralarındaki muhabbetin rengi bambaşkadır. Öyle ki, Civelekzade Mustafa Efendi, güzide talebesine hitabını gönlünce yapmak için ona “Avni” lakabını vermiştir.
Kendisinden Ulûm-u Şer’iyye’yi ve hususen ‘Makamat-ı Harirî’yi okuduğu meşhur âlim Yusuf Karali Hoca Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)e karşı derin bir sadakati bulunan Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), her gün okuttuğu derslerde ona rahmet okuyup hayır dua etmeyi vazife addetmiştir. Ders verdiği talebelerine: “Bu dünyaya bir Müftü Yusuf Karali daha gelmez. Size ne öğretebildimse, ne duydumsa hep ondandır. O çok büyük bir âlimdi. Müftü Efendinin notlarını dikkatli okuyun. Aman ha! Ona rahmet okumayı, onu yâd etmeyi unutmayın. Kabrini mutlaka ziyaret edin” şeklinde nasihatte bulunurdu.
Yusuf Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)de Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)i çok sever ve onu taziz ve tekrim ederdi. Kurra Hâfız Abdullah Hatipoğlu Hoca Efendi’ye bizzat şöyle söylediği nakledilir: “Mustafa Hoca Nil’e benzer. O, gizli ve derinden akar…” Yusuf Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in cenaze namazını da yine Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) kıldırmıştır.
Efendi Hazretlerimizle Vuslat…
Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) bir “çağlayan”dı. Çatlağını arayan bir “çağlayan!” Ruhuna şifa olacak, kemal noktasında pişeceği bir vuslat gerek idi ona. Başka âlemlere olan aidiyetini hissedebilmesi için o âlemlerden bir nida “gel” demeliydi. Ve dedi… Takvimler 1963 senesini gösterirken…
Üstadların üstadının dizinin dibine çökme bahtiyarlığını tüm zerrelerinde hissettiği, hâline ve makaline yansımıştı. Bambaşka bir irfan vardı dudaklarında. Efendi Hazretlerimize olan muhabbeti coştukça, ziyaretine koşar ve ruhundaki çağlayanı teskin ederdi. Bu hâli vefâtına kadar da devam etmiştir.
Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), bir gün Efendi Hazretlerimizi ziyarete gelir. Efendi Hazretleri: “Mustafa Efendi sen ne kadar tatlısın. Sen ne kadar sevilmeye layıksın. Bu dünyada seni sevmeye doyamadım. Rabbim ahirette de bizi beraber eylesin.” cümleleri ile onu taltife boğar. Ne büyük şeref… Ne imrenilecek bir bahtiyarlık…
Mustafa Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) iyi bir sarraftı. Bu methiyeyi sık sık tahdis-i nimet babından etrafındaki talebelerine aktarır ve her dillendirişinde o anı yaşar gibi ayrı bir zevk alırdı. Mevlâ Te‘âlâ rahmet eylesin. Âmin. Hayatı hakkında detaylı malûmata buradan ulaşabilirsiniz…
Dipnotlar
[1] Buhârî, No. 504, 7096; Benzeri rivâyetler için bkz. Müslim, No. 85; Nesâî, No. 610; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, No. 3998; İbnü Hibbân, es-Sahîh, No. 1477; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, 5286; Taberânî, No. 9805; Beyhakî, No. 2984.
[2] Mülk Sûresi:14
[3] Ahmed b. Hanbel, r.19457-22834; Tahavi, Müşkilü’l-asar, r. 3276; İbn Hibban, r. 577; İbn Hibban,7314; İbn Ebi Şeybe, r. 35235; Taberani, 154-376; Beyhaki, 20857; İbn Ebi’d-dünya, İhvan, r.9; Ebu Nuaym, el-Hilye, 5/121.