Yokluktan varlığa geçiş olan yaratılış, başlangıcında olduğu gibi her daim zıtlıklar üzeredir. Buna göre, maddî açıdan varlık ve yokluk da yeryüzünde insanoğlunun yaratılışından itibaren her daim var olagelmiştir. Dolayısıyla, ilâhî tebliği ulaştırmak üzere gönderilen peygamberler yokluk ve varlık arasındaki dengeyi, varlık sahiplerinden ihtiyaç sahiplerine uzanan yolu daima muhafaza etmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de maddî ve manevî anlamda “yardım” üzerinde çok durulmuş ve bu vurgular 80’i aşkın âyet-i kerîmede yer almıştır. Bu vurgular, cemiyet içerisinde sosyal yardımdan dayanışma ve sosyal güvenliğe kadar birçok noktada öne çıkmış, aslolanın ise, “karşılıksız yardım” olduğu ifade edilmiştir.
Mevlâ Te‘âlâ’nın; “O hâlde siz (kıbleye yöneliş gibi, iki cihan saâdeti kazandıracak) hayırlı işlere koşuşun…”[1] hitâbı, Hazreti Zekeriya ve hanımına yönelik, “Şüphesiz ki onlar hayırlarda koşuşmakta idiler, bir de (mükâfatımıza karşı) güçlü bir istek ve (azabımızdan) büyük bir korkuyla Bize yalvarmaktaydılar.”[2] methiyesi ve “sâbikûn” olarak anılan kullar ile ilgili, “(Hayırlı amellerde) öne geçenlerdir ancak (Allâh’ın rahmetine ve cennetine doğru) öne geçiciler!”[3] beyânı bizlere mühim noktalar sunmaktadır.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin Ashâbını Teşviki
Cerîr (Radıyallâhu Anh)ın anlattığına göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kıldırdığı bir namaz sonrası bir kısım dinî hakikatleri beyan ettikten sonra, “Herkes ya dinar, ya dirhem veya elbise veya bir sa’ buğday veyahut bir sa’ hurma versin! O da olmazsa, birazcık hurma getirsin!” buyurmuş ve dinleyenler seferber olmuş, neleri varsa birbiri peşine elindekileri getirmişler ve ortaya dökülenler öbekler hâlini almıştır.
Nebevî hitap şu müjde ile son bulmuştur: “Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, hem kendi yaptığı iyiliğin karşılığını, ecrini alır, hem de kendinden sonra o iyiliği yapanların ecirlerini alır, onların ecirlerinden de hiçbir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, hem kendi yaptığı kötülüğün günahını, hem de o kötülüğü yapanların günahlarını alır. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”[4]
Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh)ın rivâyet ettiğine göre, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz ilk hutbesinde dahi yardımlaşma konusunu önemle vurgulamış ve şu nasihatte bulunmuştur: “Ey insanlar, Allah (Celle Celâluhû) sizin için din olarak İslâm’ı seçti. O hâlde, birbirinize karşı cömert ve iyi muamele edin. Şunu iyice bilin ki, cömertlik bir cennet ağacıdır. O ağacın dalları dünyadadır. Sizden kim cömertlik yaparsa, o ağacın bir dalından tutar da Allah (Celle Celâluhû) onu cennete sokar. Yine iyi bilin ki, cimrilik bir cehennem ağacıdır. Onun da dalları dünyadadır. Sizden kim cimrilik ederse, o ağacın bir dalından tutar da Allah (Celle Celâluhû) onu cehenneme sokar.”
Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) daha sonra: “Allah (Celle Celâluhû) yolunda cömert olun, Allah (Celle Celâluhû) yolunda cömert olun!” buyurmak suretiyle sözlerini tamamlamıştır.[5]
İnfakın Sosyal Adalet ve Huzur Tesisi Açısından Önemi
Farz, vâcib veya nâfile olan malî ibâdetler, sosyal adaleti ve huzuru sağlayan ilâhî hükümler ve hikmetlerle vaz’ edilmiştir. Bilhassa, farz olan zekât ibadetinin diğer ibadetlerden farklı olarak faydası kişinin şahsından çok topluma yansımaktadır. Zekâtın ve diğer malî ibadetlerin ifasıyla zenginlerden fakirlere karşı şefkat ve merhamet; fakirlerden zenginlere karşı ise sevgi ve hürmet hisleri meydana gelmektedir. Malî ibadetlerden geri durulduğunda, özellikle de zekât ibadeti terk edildiğinde ise zenginlerde üstünlük ve kibir; fakirlerde buğz ve kin hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Netice olarak bu durum, anarşi ve terörü doğurup tamiri çok zor olan zararlara sebep olmaktadır.
İnsanlar arasında adaleti sağlamak ve sevgiyi tesis etmek için infakın yaygınlaştırılmasına ve ribanın (faizin) terkine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.
Asrımızda, dinin tanzim tesirini “çağdışı” olarak yorumlayan kesimler her ne kadar göz ardı etse de, tarih bize sosyal adaleti sağlayan yegâne olgunun “din ve maneviyat” olduğunu göstermektedir. Bir fikir adamımızın ifadesiyle, “Her hastalığı ithale memur bir anonim şirket olan Batı’nın”, on dokuzuncu milâdî asırda ‘aydınlanma’ adı altında ithal ettiği hastalık sosyal burhandan başka bir şey olmamıştır.
Dîn-i Mübîn-i İslâm, sosyal huzur ve refahın sigortasının infak olduğunu öğütlemekte, bize ise bunun lüzumunu yerine getirmek düşmektedir.
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Sosyal Yardımlar
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine uzanan mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
.
İsmailağa, biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3 bin kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Hizmetlerimiz kapsamında zekât ve sadakalarınız, talebelere ve hakikî ihtiyaç sahiplerine hassasiyetle ulaştırılmaktadır. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.
.
Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda detaylı bilgi için tıklayınız.
.
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi, 148’den.
[2] Enbiyâ Sûresi, 90’dan.
[3] Vâkıa Sûresi, 10.
[4] el-İsbehânî, et-Terğîb ve’t-Terhîb,1/53.
[5] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 3/310.