1 Ağustos 1960 senesinde vefât etmiş olan, muhabbetimizi gönlümüzde her dâim canlı tuttuğumuz Efendi Babamız Ali Haydar Ahishavî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerini vefâtının sene-i devriyesi vesilesiyle hayatından kesitleri sizlere takdîm etmek suretiyle bir kez daha hayırla, minnetle ve şükranla yâd ediyoruz. Bu yazımızda, müstehabların ehemmiyetine dair izahatını, Efendi Hazretlerimizin beyanlarıyla birlikte istifadelerinize sunuyoruz. Ali Haydar Ahıshavî Hazretleriyle ilgili arşivimiz için tıklayınız.
Ef‘al-i mükellefin (yükümlü kimselerin sorumlu olduğu fiiller) sıralanırken farz, vacib ve sünnetin artından müstehablar zikredilir. Merhûm Ömer Nasuhi Bilmen Büyük İslâm İlmihâli’nde müstehabı şöyle tanımlar:
“Lügat manası, sevilmiş şey demektir. Din deyiminde, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bazen yaptığı ve bazen de terk ettiği ibadettir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi müekked olmayan sünnettir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), müstehab denilen bazı şeyleri sevmiş ve benimsemiştir. İlk devrin değerli mü’minleri de bunları seve seve yapmışlar ve bunların yapılmasını din kardeşlerine öğütlemişlerdir.
Müstehab olan şeylere; ‘mendub, fazilet, nafile, tatavvu’, edeb’ adı da verilir. Şöyle ki: Müstehab olan şeye, sevabı çok olup yapılması istendiğinden ötürü ‘mendub’ ve ‘fazîlet’ denilir. Farz ve vacib üzerine ilâve olarak yapıldığı için de ona ‘nafile’ denilir. Kesin bir emre dayanmaksızın sadece bir sevap isteği ile yapıldığı için ona ‘tatavvu’ adı verilir. Güzel ve övgüye değer bir iş olduğu için de ona ‘edeb’ denmiştir. Bunun çoğulu ‘âdâb’dır.
Müstehab olan şeyin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmesinde azarlama ve ayıplama olmadığı gibi, tenzih yolu ile de kerahet yoktur.”[1]
Ali Haydar Efendi Hazretlerinin Verdiği Misal
Mahmud Efendi Hazretlerimiz bir sohbetlerinde şöyle anlatmıştır: Bir gün Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) dedi ki: “Oğlum Mahmud! Sana müstehabı öğreteyim mi?” Ben de: “Öğretin” dedim. O da: “Sen bana yüz lira versen, bir ay sonra ödesem, bu mu daha sevgili, yoksa sana borcum olmadığı halde çıkarıp yüz lira versem bu mu daha sevgilidir?” diye sordu. Tabii ki bir borç olmadığı halde yüz lira vermesi daha sevgilidir. İnsan borcu vermeye zaten mecburdur, hediye ise borçlu olmadığı halde verilir. Bu sevgiden ileri gelir. Mesela sen bana hediye verdinse bana olan sevginin nişanı olarak verdin. Sen de benim sevgimi kazandın. Bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hediyeleşin, birbirinizi seversiniz”[2] buyuruyor.
Sevince beraber olunur. Bu da bir tür rabıtadır. Öğle olduğunda, öğle namazını kılmaya mecburuz, üzerimize borçtur. Ama işrak, kuşluk kıldık mı, borçlu olmadığımız hâlde yapıyoruz. İşte, o zaman sevgili oluruz.[3]
Mahmud Efendi Hazretlerimizin Müstehâblar Konusunda Hassasiyeti
Farzların, vaciblerin ve sünnetlerin yanında müstehab, mendub hükmündeki amelleri ve ümmetin sâlihlerinin tavsiye ettiği amelleri işleme konusunda hassasiyeti herkesçe malûm olan Mahmud Efendi Hazretlerimiz, Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerinden aldığı bu yüksek hassasiyeti hayatına tatbik ettiği gibi sohbetlerinde de her daim vurgulamıştır. Bu konu üzerinde önemle durmasının sebebini ise şöyle açıklamıştır:
“Bir yemek yeni pişirildiğinde onun hali salahtır, çok durmakla ekşise, küflense bu hal fesattır. İnsan da farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları, edepleri yapsa, haram ve mekruhlardan kaçsa salah durumundadır. Bunun tersi halde ise fesattadır.”[4]
Ne mutlu bizlere ki fesadın alabildiğine arttığı bir zamanda bizlere bu hakikatleri beyan eden ve fiilî olarak öğreten bir mürşidi tanıma lütfuna mazhar olduk. Efendi Hazretlerimizin (Kuddise Sirruhû), “Aklı başında olan müstehabı bırakmaz. Bir müstehab ile yüzün ak olur. Tamamıyla bu nu yapalım”[5] sözünü tutalım ve bu lütfun şükrünü îfâ edelim. Bir başka sorumluluğumuzun da Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerinden Mahmud Efendi Hazretlerimize intikal eden bu güzel hassasiyetleri sonraki nesillere aktarmak olduğunu unutmayalım.
Dipnotlar
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s. 43.
[2] Muvatta‘, No. 3368, 5/1334.
[3] Mahmud Efendi Hazretlerinden Duyulan Hikmetli Sözler, s. 287.
[4] Mahmud Efendi Hazretlerinden Duyulan Hikmetli Sözler, s. 331.
[5] Mahmud Efendi Hazretlerinden Duyulan Hikmetli Sözler, s. 134.