تَجَلِّى إِيتْسَه مُحْيِى اِسْمِيْلَه اُو
دِيسَه مَوْتاَلَرَه اُولْ سِرْلَه قُومُوا
اُولُورْلَرْ بِيلْ اُو مُوْتاَلَرْ حَىْ قَمُو
قاَلْمَه حَيْواَنْ بُو سِرِّى آكْلاَ ياَ هُو
حَماَقَتْدَنْ چِىقُوب حَقَّه كِيدَهلِمْ
جَماَلَ باَ كَماَلَه سَيْر اِيدَه لِمْ
“O Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri Muhyî (diriltici) ismiyle tecellî etse!
Kendisine Muhyî (diriltici) ismiyle tecellî olunan kul kabristana gidip ölülere o sırla kalkın dese,
Bil ki o ölüler(in) hepsi diri olurlar,
Hayvan kalma bu sırrı anla yâhu!
Ahmaklıktan çıkıp Hakkâ gidelim,
Cemali bâ Kemale seyredelim.”
Üzeyir (Aleyhisselâm) hikmet sahibi sâlih bir kişi idi. Bir gün kendine ait bir araziye bakmaya gitmişti. Dönerken kuşluk vakti kendisine bir hararet geldi. Merkebi üzerindeyken bir harap yere girdi, merkebinden indi yanında birinde incir, diğerinde üzüm bulunan iki sepet vardı. O harabe yerin gölgesine yerleşti. Beraberinde bulunan bir tası çıkarttı yanındaki üzümlerden o tasa sıktı. Sonra beraberinde bulunan bir kuru ekmeği çıkararak o çanakta bulunan üzüm suyuna batırıp ıslatarak yemek istedi. Sonra arka üstü yatarak ayaklarını duvara dayadı ve evin tavanlarına baktı, tavanlar çökmüş, duvarlar yıkılmış ehlinin helâk olmuş olduğunu, hatta çürümüş kemikleri görünce “Ölümden sonra Allâh-u Te‘âlâ buranın halkını nasıl diriltecek?” dedi. Allah Te‘âlâ’nın onları dirilteceğinden şüphe etmedi, lâkin taaccüp ederek öyle söyledi.
Bakara Sûresi Âyet: 259
فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ…]
قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ
وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ
[فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
«Allâh Te‘âlâ onu yüz sene ölü olarak bıraktı sonra dirilterek (kendisine): “Ne kadar eğleştin (kaldın)?” buyurdu. O da: “Bir gün yahut bir günün bazısı (bir günden az)” dedi. Allâh (Celle Celâluhû) Ona: “Hayır! Yüzyıl (ölü) kaldın” buyurdu. “İşte yiyeceğine ve içeceğine bak! Henüz bozulmamıştır. Bir de merkebine bak! Seni insanlara ibret kılmamız için (böyle yaptık) ve (merkebin) kemiklerine bak! Onları nasıl (yerden) kaldırıp (cesetteki yerlerine döndürüp birleştirerek) yerli yerine koyuyoruz. Sonra da, onlara et giydiriyoruz.” dedi. O (diriliş) kendisine apaçık belli olduğu zaman, “(artık görerek de) ben biliyorum ki, şüphesiz Allâh Te‘âlâ her şeye hakkıyla gücü yetendir.” dedi.»
Üzeyir (Aleyhisselâm) yüz sene ölü olarak orada kaldı. Bu kadar rüzgârlar vurdu, güneş vurdu bir şey olmadı. Bu kadar insan geçti görmedi. Allâh Te‘âlâ bir insanı gizlerse kim görür? Yemeği, içeceği, suyu hiç eskimemiş, kokmamış, çürümemiş sanki şimdi koymuşsun (gibi). Şimdi buzdolabında (bile) birkaç gün durabilir!
Bütün cihân bir araya gelse ve bütün cihânın profesörleri, kimyagerleri, doktorları bir araya gelse, o merkebi diriltebilirler mi? Onları o yerde saklayabilirler mi? Yok! Cehaletten başka bir şey yok, kuru dava var.
Biliyor musun Allah Te‘âlâ seni neden yarattı? İğne tepesi kadar sudan yarattı. Seni nerede yarattı? Bu gözler, eller ayaklar nerede idi? Eğer sen güneşi çaldıramazsan, bulutlarla havayı kaplayıp bir damla su indiremezsen, yerden buğday tanesi bittiremezsen, otur kafanı iki elinin arasına koy da, düşün! “Eyvah, Allah Te‘âlâ beni iğne tepesi kadar hâlden, bu hâle getirdi,” diye düşün de insan ol, haddini bil. Eğer bugün haddini bilmezsen yarın âhirette bildirecekler. Suçlu olduğunu anlayıp “Beni tekrar dünyaya çevirin de, haddimi bileyim” dersin. Ama bugünden düşünürsen iyi olur.
Rabbin seni cahil bırakmadı. Sana kitap gönderdi, kılı kırk yararcasına manasını söyleyen Peygamber gönderdi. Bakın çalışmakla beraber kadınlar bile Kur’ân’ı anlıyor. Şimdi buldular, bir Yunan felsefesi, gururlarından, kibirlerinden bu fezâya sığmıyorlar. Bir de dini yıkabildik diye iftihar ediyorlar.
Şu insanın cehâletini görüyor musunuz? Bu anlattığımız kıssayı düşünün! Kur’ân buna benzer misallerle dolu. Sen cereyanı yaptı isen (elektriği buldunsa), onu da sana Allah Te‘âlâ yaptırdı. Allah Te‘âlâ bir kuluna Muhyî ismini uzatıp da o da kabristana gidip ölüleri dirilttiği gibi sana o sanatı uzattı, cereyanı yaptırdı. Rabbin sana imkânlar veriyor sen de yapıyorsun. Yani Kur’ân çok büyük, Sahibi de çok büyüktür. Kur’ân’ı bilip onunla amel eden de çok büyüktür. Lâkin onun büyüklüğünü Allah Te‘âlâ gizledi. Üzeyir (Aleyhisselâm)a gizlediği gibi.
Yarın âhirette Kur’ân’la büyük olan kişiyi görünce, “Bu böyle kazanırken biz neredeydik,” diyecekler. Kendinizde eziklik duymayın, en iyisi sizsiniz, Kur’ân sizde olmakla beraber! Asıl dünya ve âhirette menfaat Kur’an’dadır. Öbürlerinde yüz karalığı var. Çünkü sen bir adamı 16 sene meşgul ettin, “Cennet, Cehennem var,” demedin, Allâh, “Lâilâhe illallâh” dedirtmedin, “Şöyle Cehennemden kurtulunur” demedin, Mevlâ buyuracak, “Gel buraya bakalım, seninle benim işim var.” O zaman kimse seni Mevlâ’nın elinden alamaz.
Yâ Erhamerrâhimîn! Yâ Erhamerrâhimîn! Yâ Erhamerrâhimîn!
Tut elimizden, yardım eyle bize, kusurlarımızı affet. Bundan sonra kusur işlemekten muhafaza eyle. İlim, amel, ihlâsı cem etmeyi nasib eyle. Geçmişlerimize rahmet eyle. Duâlarımızı fazlınla kabul eyle. Âmîn.