Son asrın başlarında Müslümanların yeniden canlanışı evvelâ camilere yeniden yöneliş ile başlamıştır. Önce camilerin yosunları ayıklandı, daha sonra da harap camiler onarılmaya başlandı. Dahası yeni camiler yapıldı.
Şimdi camiler, inanmış insanları çekip topluyor. Toplayıcı demek olan cami, isminin anlamına bir kez daha kavuşuyor. Camilerin ve namazın dirilişidir bu!
Bilelim ki, caminin ruhu öldürülemez! Belki duvarı yıkılabilir, sütunu devrilebilir, kandillerinin tozlanması sağlanabilir; ama caminin ruhu daima canlı ve aydınlıktır. Ve insanın insana kul-köle olmasını reddeden ezan, camilerden daha gür duyulmaya devam edecektir.
Cami Kurtuluştur!
Gören gözler için cami; Hazreti Nûh’un gemisi, Hazreti Mûsâ’nın asâsı, Hazreti İsmail’in kuyusu, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in korunmuş mağarasıdır. Görmüyor musunuz? Yaşlanmış camilerin yanında dipdirileri her mahallede, her yerleşim biriminde yükselmeye başladı. Filizlenen İslâm gençliği meyvelerini verir oldu.
Cami; mihrabıyla bir ibâdethâne, minberleriyle bir İslâm fermanı, kürsüsüyle bir medrese hâlini aldı.
İslâm toplumunda halkla cami iç içedir. Camiler, Müslümanın etine kemiğine kaynamıştır.
Her Müslüman camiden bir iz, alnında bir secde nişânesi taşır. Cami, kıyamete kadar ezanlarıyla bütün insanlığı Allah Te‘âlâ’ya çağıracak, namazla Müslümanı Allah Te‘âlâ’nın katına yükseltecek, hutbesiyle en büyük insanlık dersi verecektir.
Cami, bu dünyada Sırat köprüsünün eşi, Hak’la halk arasında kurulmuş bir köprüdür.
Cami minareleri, halkın gökyüzüne kalkmış şehâdet parmakları, şadırvanlar da yüzlerimizin îmân suyudur.
Camiler; bu dünyada, âhiretin en gerçek şâhidi, en sağlam belgesidir. Camilerimizle ayakta duruyoruz. Bunun farkında değil misiniz?
Bir Süleymaniye, bir Selimiye, bir Sultanahmet Camii olan millet asla ölmez!
Caminin yüzü yalnız âhirete değil, bu dünyaya da dönüktür. Hayatın her şubesine ilk ışık camiden yansır.
Medreselerle camilerin kapıları, birbirlerini davet edecek şekilde açık ve birbirini çağırır hâldedir İslâm toplumunda.
Cuma hutbesi, bir haftalık toplum hayatını gözden geçiren, geriye doğru bir yorum, ileriye doğru bir hamlenin başlangıcıdır. Yani geçmişi muhasebe, geleceği aydınlatmadır.
Cami Merkezli Bir Hayat
Cuma’dan sonra “yeryüzüne dağılın” emr-i ilâhî’si; cami ile hayatın birbirine nasıl raptolunduğunu ne güzel anlatmaktadır.
Günün her vakit dilimine bir namaz koyan İslâm, din ile hayatın ayrılmaz ikili ve insan saadetinin olmazsa olmazı olduğunu haykırır.
Dünya Müslümanları olarak ne zaman ki camiyi hayattan sürmeye başladıysak, âdeta ilâhî bir ceza olarak biz de hayattan sürülme cezasına çarptırıldık. İslâm âleminin acıklı hâli bunu göstermiyor mu?
Yalnız hayattan bezenler intihar etmez; hayata fazla tapanların sonu ise çok kere bir intihardır.
Camilerin bedenlerini, duvar ve kubbelerini onarmak ve canlandırmak yetmez, ruhlarını da diriltmek, onları doldurmak, mânen de dimdik ayağa kaldırmak gerekir.
Çok çalışmalıyız. Cami, hayatımızın merkezidir. Bu gidiş ise hayatın çok kıyısında kalmış olmanın sinyallerini vermektedir.