Allah Teâlâ Hazretleri’ne îmân edebilmek için evvela onu bilmek lâzımdır. Allah Teâlâ Hazretleri’ni bilmek ise indirmiş olduğu Kur’ân-ı, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın tercümanı olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den veya Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vârislerinin birinden öğrenmekle, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı tekrar tekrar okumakla, müzâkere etmekle, zikrullâha çalışmakla, farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, edepleri yerine getirmekle, haramlardan ve mekruhlardan kaçınmakla olur.
Dinimiz Nakilledir!
Kulluğu, kuluna yine Allah (Celle Celâlühü) öğretir. Allah Teâlâ’ya tazim, onun emirlerine tam teslim olmaktır. İnsan abdülkafa (kafasının kulu) olmamalıdır. Bir insanın kafası Mevlâ’nın (Celle Celâlühü) razı olduğu ve olmadığı yolları seçerek kendisini Mevlâ’nın (Celle Celâlühü) Cemali’ne ve Cennetine kavuşturacak kadar anlayışlı değildir. Ancak emirleri yerine getirmek ve yasaklardan kaçınmakla bu nimete ulaşılır.
Dinimiz nakilledir. Âyet ve hadisledir. İnsanın aklı doğru yolu yalnız başına bulamaz. Şimdi öyle insanlar çıktı ki “İşte benim aklım bunu almıyor, benim felsefeme uymuyor” derler. Bunlar hiçbir şey ifade etmez. Mesnevî sahibi ne güzel buyuruyor:
“Mevlâ’dan edebe muvaffak olmak istiyorum,
Zira edebi olmayan Mevlâ’nın lütfundan mahrumdur.”
Benî İsrâil’in İbretlik Kıssası
Mevlâ Teâlâ Hazretleri yardım etmese, kulun elinden tutmasa, kul hiçbir şey yapamaz. Eğer yapabilseydi, Hazret-i Mûsâ (Aleyhisselam)ın ümmeti 40 sene ovada dolaşmazlardı. Yürü yürü, akşam bakıyorlar yine aynı yerdeler. Cenâb-ı Hakk, Mûsâ (Aleyhisselam)a emir vermişti “Cebâbire kavmiyle muharebe edeceksin, onların yerini feth edeceksin.” Ve orduları teçhiz ettiler. Yürüdüler, oraya yakın bir yere geldiler. Dediler: “Casus gönderelim, oranın durumunu anlayalım”. Giden casuslar oranın insanlarını çok uzun boylu ve kuvvetli görünce: “Biz onlarla başa çıkamayız, onların kuvvetleri bizden fazladır. Onlar beldelerinden çıkmadan biz elbette oraya giremeyiz” diyerek muharebeye gitmeyeceklerini beyan ettiler. Ancak içlerinden Allah’tan korkan iki tanesi dediler ki: “Yürüyün, o şehrin kapısından girin, şüphesiz galip olacaksınız.” Bunun üzerine Musa Aleyhisselam’ın ordusundan bazı kişiler dediler ki: “Cebabire kavmi Arz-ı Mukaddes’te bulundukça biz ebediyyen oraya girmeyiz.” “Sen ve Rabb’in beraber gidin onlarla savaşın, biz burada oturucularız.”[1]
O zaman Musa Aleyhisselam, Mevlâ Teâlâ’ya ilticâ ederek: “Ya Rabbi! Ben ancak kendi nefsime ve kardeşime malikim. Artık bizim aramızla o fasık kavmin arasını ayır” diye dua etti.
Cenâb-ı Hak Hazretleri (Celle Celâlühü) de: “O yer, onların üzerine kırk sene haram kılınmıştır. O yerde mütehayyirane (şaşkın) bir şekilde dolaşıp duracaklar. Artık o fasıklar kavmine acıma” buyurdu.[2]
Şu hâlde bundan anlaşılıyor ki, insan sadece aklıyla bu dini anlayıp, vazifeleri îfâ edebilseydi, Mûsâ (Aleyhisselam)ın kavmi de o sahradan gidecekleri yere vasıl olabileceklerdi. Demek ki akıl tek başına kâfi değildir. Aklın önüne bir rehber lâzımdır. İmam-ı Rabbanî (Kuddise Sirruhu) buyuruyor ki: “Akıl hüccettir ama hüccet-i bâliga (yegâne maksada ulaştırıcı) değildir. Hüccet-i bâliga, peygamberlerin gönderilmesiyle tamamlanmıştır.”
Dipnotlar