Mevlânâ Habîbullâh Cân-ı Cânân el-Mazhâr (Kuddise Sirruh)
Mevlânâ Câmî’nin (Kuddise Sirruhû) Nefahâtü’l-Üns’te naklettiğine göre Seyyid-i Taife Cüneyd-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Meşâyıh-ı Kirâm (Kaddesallâhu Esrârahum) Allah’ın ordularından bir ordudur. Onların hayatlarını anlatmakla kalplere kuvvet gelir.”[1] Kendisine, “Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) hayatlarını hikâye etmekte müritlere ne gibi bir fayda vardır?” diye sorulduğunda şu ayet-i celîle’yi okumuştur:
وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءَكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“O (ümmetleri tarafından inkârla karşılanıp, büyük eziyetlere maruz kalmış bulunan kıymetli) peygamberlerin haberlerinden her birini, o kendisiyle senin gönlüne (sabır ve) sebat vereceğimiz şeyleri böylece sana peşpeşe anlatmaktayız. İşte bu (sûrenin kıssaları)nda sana, o (yaşanmış pek çok) hak (ve hakikatleri ihtiva eden bilgiler), büyük bir vaaz(u nasihat), inananlar için de iyi bir öğüt gelmiştir.”[2]
Böylelikle ayet-i kerimenin ifadesine göre Hazreti Risâletpenâh Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Peygamberler’in (Aleyhimüsselâm) kıssalarından agâh edilmesinin gayesi küffarın eziyetlerine karşı mübarek kalb-i şerifini tesbit ve tatmin etmek olduğu gibi[3] Salihlerin hayatları da sabır, tahammül ve tevekkül konularında Müslümanlara yol göstermektedir.
Muhterem üstadımız Hacı Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Salih zatların ve büyüklerin hikâyelerini dinlemek ve onların hallerini mütâlaa etmek müritler için bir terbiye yoludur. Onların azim ve sebatlarını artırır. Ayrıca bundan başka Hak dostlarının sözlerini dinlemek, onları sevmeye sebep olur.”[4]
Nakşibendiyye büyüklerinden (Kaddesallâhu Esrârahum) oluşan altın silsilenin yirmi sekizinci halkası, ilâhî nurların kendisinde zuhûr ettiği, âsâr ve huzur kaynağı, âgâhî olan, Tarîkat-ı Ahmediyye’yi devam ettiren, Sünnet-i Nebeviyyeyi ihyâ eden, asrının bir tanesi, rabbânî ilhamlar ve kerametler sahibi, ehl-i yakînin canlarının canı, mazhar-ı berakât-ı Yezdân, mahbûb-ı Rahmân, envâr-ı Sübhân, Mevlânâ Şemsüddîn Habîbullah Hazretleri Mirza Cân-ı Cânân-ı Mazhar’dır (Kuddise Sirruhû). Silsile-i Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) yirmi yedinci halkası olan Mevlânâ Muhammed Bedâyûnî Seyyid Nûr’un (Kuddise Sirruhû) manevi terbiyesinde yetişip yüksek makâmât elde etmiş, hakîkî uyanışla uyanmıştır.
حبيب الله اوياندى كل كيده لم
جمال با كماله سير ايده لم
“Habîbullah uyandı (meydana çıktı) gel gidelim,
Cemâl-i bâ kemâle seyr idelim.”[5]
Çocukluğu ve Eğitimi
Mevlânâ Habîbullah Cân-ı Cânân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) hazretleri 1111 (m. 1700) yılı Ramazan-ı şerifin on birinde Cuma günü Serhend’de dünyayı teşrif buyurdular.[6] Mübarek nesepleri yirmi sekiz göbek sonra, Muhammed ibni Hanefiyye (Rahimehullah) yoluyla Hazreti Ali ‘ye (Radıyallâhu Anh) dayanır.[7] Bundan dolayı kendisine Hindistan’da asaletli ailelere ve seyyidlere verilen Mirza unvanı verilmiştir.[8] Babası Mirza Cân zenginlikten yüz çevirip fakirliği tercih eden, üstün meziyetler sahibi bir zat-ı muhteremdi. Bu meziyetleri Mevlânâ Mirzâ Mazhar’ın (Kuddise Sirruhû) doğduğu sene elde ettiği rivayet edilir. Ninesi, vezir Esed Hân’ın kız kardeşi olup pekâlâ saliha bir hanımdı.[9]
Mevlânâ Habîbullah Cân-ı Cânân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) küçüklüğünden itibaren hidayet ve rüşt eserlerini haiz idi. Dönemindeki ehl-i basiret ondaki meziyetleri fark eder, büyüdüğünde kâmillerin önderi olacak bir çocuk olduğunu söylerlerdi. Öyle ki daha dokuz yaşındayken Hazreti İbrahim’in (Aleyhisselâm) manevî güzelliklerine şahit olmuştu. Ne zaman yanında Ebû Bekir-i Sıddık (Radıyallâhu Anh) anılacak olsa, sureti gözünün önüne gelirdi. Kezâ İmam-ı Rabbânî’nin (Kuddise Sirruhû) suretini de böyle görürdü.[10]
İşte böyle vasıflarla muttasıf olan bir çocuk olması haysiyetiyle babası onun talim ve terbiyesine çok önem verirdi. Ona zamanın kıymetinden, boş yere geçirilmemesi gerektiğinden ve gençliğin ganimet bilinmesinin öneminden bahsederdi. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِرَجُلٍ وَهُوَ يَعِظُهُ
اغْتَنِمْ خَمْسًا قَبْلَ خَمْسٍ شَبَابَكَ قَبْلَ هِرَمِكَ وَصِحَّتَكَ قَبْلَ سَقَمِكَ وَغِنَاءَكَ قَبْلَ فَقْرِكَ
وَفَرَاغَكَ قَبْلَ شُغْلِكَ وَحَيَاتَكَ قَبْلَ مَوْتِكَ
“Beş şeyden önce beş şeyi ganimet bil: Yaşlanmadan önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, yitirmeden önce zenginliğini, meşguliyetinden önce boş zamanını ve ölmeden önce hayatını!”[11]
Mevlânâ Şâh Abdullah Dehlevî’nin (Kuddise Sirruhû) Makâmât-ı Mazhariyye isimli eserinde belirttiğine göre, Mevlânâ Cân-ı Cânân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Ben on altı yaşındayken babam vefat etti, bana şöyle vasiyet etti: “Ömrünü boş işlere harcama. Babanı başında, hayatta say. Babanın varlığının maksadı hüner sahibi olmanı ve kemale ermeni temin etmektir.” Babamın vasiyetinin bereketiyle vakitlerimi ilim, amel ve dostlarımızın, sevdiklerimizin sohbetine ayırdım. Bu hususlarda hayatımdan büyük bir haz elde ettim.”[12]
Mirza Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) on sekiz yaşına geldiğinde ehl-i sünnet ve’l-cemâat tariki üzere medrese tahsilini itmam edip ilmin her canibinde akranı arasında imtiyaz etti. Tarikat-ı Nakşibendiyye büyükleri, ehl-i sünnet ve’l-cemâat yolunda akaidi tashih etmeyi her şeyden önemli görmüşlerdir. Mevlânâ Hâce Ubeydullâh Ahrâr (Kuddise Sirruhû) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Bana bütün haller ve vecidler verilse ama hakikatim ehl-i sünnet ve’l-cemâat itikadına muvâfakat etmese, ben bu halleri ancak şakîlik ve rezillik olarak görürüm. Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat itikadı verilip bununla birlikte hallerden tamamıyla mahrum olsam bundan dolayı kederlenmem.”[13]
Tarikat Yolundaki İlk Ayak Sesleri
Bu evreden sonra Hazreti Pîr’in (Kuddise Sirruhû) hayatında birçok manevî taltîfât ve makâmâtın ayak sesleri gelmeye başladı. Zira hakikatler madeni olan Mevlânâ Muhammed Bedâyûnî Seyyid Nûr’un (Kuddise Sirruhû) huzuruna erişmiş ve ondan inâbe almıştı. Seyyid Nûr (Kuddise Sirruhû) onu istiharesiz bir şekilde kabul etti.[14]
Artık Mevlânâ Mirza Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) kemal tahsili derdiyle şeyhinin hizmetinde bulunarak şey’en feşey’en ilâhî mertebelere kavuşmaya başladı. Şah Raûf Ahmed’in (Kuddise Sirruhû) şeyhi, Mevlânâ Pîr Abdullah Dehlevî’nin (Kuddise Sirruhû) sohbetlerinde işittiklerini cem’ ettiği Dürru’l-Me’ârif isimli kitabında şöyle anlatır:
17 Cemâziyelâhir Perşembe günü feyiz hazinesinin huzurlarındaydım. Buyurdular ki: “Hazreti Îşân Şehit Mazhar-ı Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Otuz yıl pîrânı kirâmın hizmetinde bulundum. Şöyle ki, dört yıl Hazreti Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî ‘nin (Kuddise Sirruhû) hizmetlerinde bulunarak teveccüh aldım. Vefatlarından sonra altı yıl nurlu mezarlarına gittim.[15]
Mevlânâ Mirza Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) yanından hiç ayrılmadığı şeyhinden Tarîkat-ı Nakşibendiyye-i Aliyye’nin düsturlarını ve adabını öğrenip uyguladı, böylelikle kısa zamanda çok mertebe katetti. el-Hadâiku’l-Verdiyye sahibinin naklettiğine göre bir teveccühüyle beş letâifi cereyân etti.[16] Artık Hazreti Pîr (Kuddise Sirruhû) hem şeyhine olan hizmetine devam ediyor hem de aşk-ı ilâhî ile yanıp sahralarda uzlete çekiliyordu. Uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi çok az yapar hale geldi. Her an murâkabe halindeydi. Şeyhinden gelen cezbelerle kalbi masivâdan günbegün temizlendi.
Bir gün Mevlânâ Muhammed Bedâyûnî Seyyid Nûr (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Vefatımdan sonra Mirzâ Cân-ı Cânân halifemdir.”[17]
Mevlânâ Cân-ı Cânân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) şeyhinin vefatından sonra altı sene Şeyh Gülşenî, on iki sene Şeyh Muhammed Efdal ve Hafız Sa’dullah, sekiz sene Şeyh Muhammed ‘Âbid es-Senâmî ve Şeyh Muhammed Zübeyr (Kaddesallâhu Esrârahum) Hazerâtının sohbetlerinde bulunmuş, Tarîkat-ı Nakşibendiyye-i Aliyye dışında Kâdiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarından da icazet almıştır.[18]
Yüksek dereceleri kat eden Mirzâ Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) şeyhinden sonra talipleri terbiye ve irşat görevini devam ettirdi. İnsanlar sohbetlerinde bulunmak için dört bir yandan akın akın yanına geldiler. Vefat ettiğinde geriye sohbetleriyle kemale eren binlerce kâmil zat bırakmıştı.[19] Mevlânâ Abdullah-ı Dehlevî (Kuddise Sirruhû) başta olmak üzere Şeyh Senâullah Osmânî, Şeyh Mîr Müslüman, Şeyh Gulâm Kâkî, Şeyh Muhammed İhsân, Allâme Kalender Bahşî, Şeyh Abdulğafûr Sindî, Şeyh Mîr Abdulbakî ve Şâh Veliyyullah Senâullah (Kaddesallahu Esrârahum) Hazerâtı bunlardan sadece birkaçıdır.
Mevlânâ Abdullah Dehlevî (Kuddise Sirruhû) Makâmât-ı Mazhariyye’de Şeyh Mirza Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah Teâlâ bizlere kâmil akıl, saltanat işleri ve memleket intizamıyla ilgili geniş ve isabetli görüş ihsan etmiştir. Herkesin haline uygun olanı talim edebilme gibi bir kabiliyet bahşetmiştir. Bundan dolayı zamanın emirleri önemli işlerini bizimle istişare ederler, bize yönelttikleri sorulara aldıkları cevaba göre davranırlar.”[20]
Hazreti Şehid Mirza Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuşlardır:[21] “Bu nefsi kahreden bütün zorluklara katlanmak, Hazreti Resûl-i Kibriyâ’nın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) güzel ahlakına muvafık olarak ahlakı ıslah etmek (tehzîb-i ahlak) içindir. Resulüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِنَّمَا بُعِثْتُ لأُتَمِّمَ مَكَارِمَ الأَخْلاَقِ
“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[22]
Hazreti Pîr’in (Kuddise Sirruhû) birçok kerameti vardı. Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ’da zikredildiğine göre Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) bir keresinde mürîdânından bir grupla azıksız ve bineksiz olarak sefere çıkmışlardı. Ne zaman bir yerde konaklasalar Mevlânâ Mazhar’ın (Kuddise Sirruhû) bir kerameti olarak yiyecekleri önlerine geliyordu. Bir gün şiddetli bir şekilde yağmur yağdı, fırtına esti ve eziyet verici bir soğuk baş gösterdi. Bunun üzerine Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) dua etti. Onun duasının bereketiyle bulutlar dağıldı ve yağmur dindi.[23]
Rivayet edildiğine göre Mevlânâ Mirza (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin müritlerinden Muhammed Kasım diye bir zat vardı. Bu zat Azîmâbâd’a gitmişti. Kardeşi bir gün Şeyh Hazretleri ‘nin (Kuddise Sirruhû) yanına geldi ve kardeşi için dua ve teveccühte bulunmasını istirham etti. Hazreti Şeyh (Kuddise Sirruhû) o zatın sıhhat ve selameti için dua buyurduktan sonra mezkûr kişinin kendisine bir mektup gönderdiğini, ertesi gün eline geçeceğini söyledi. Gerçekten de Allah’ın (Celle Celâluhû) izniyle buyurdukları gibi oldu.[24]
Menkûldür ki Şeyh Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) bulunduğu yerin yakınında bir adam uyuşturucu satıyordu. Yanındakilere bu uyuşturucu zulmetinin kendisini üzdüğünü söyleyince orada bulunanlar o adamın dükkânını yıktılar. Bu durumdan dolayı Hazreti Îşân’ın (Kuddise Sirruhû) sıkıntısı daha da arttı. Şöyle buyurdular: “Bu gayrı meşru iş bizim yüzümüzden meydana geldi. Nitekim bize yakışan o zatı güzellikle tövbeye çağırmaktı. Yüz çevirirse bu yola gidilebilirdi. Sonra o dükkân sahibini yanına getirmelerini buyurdular. Hazreti Pîr (Kuddise Sirruhû) o zata ikram edip, özür diledi. Bu durumu gören adam derhal tövbe edip, Mevlânâ Habîbullah ‘ın (Kuddise Sirruhû) yanındaki en samimi müritlerinden oldu.[25]
Meşayıh-ı Kirâm’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) her biri gibi Mevlânâ Habîbullah’ın (Kuddise Sirruhû) da birbirinden kıymetli kelâm-ı şerifleri vardır. Şöyle buyurmuşlardır: “Ehl-i Beyt imamlarını sevmek, Ashâb-ı Kirâm’a (Radıyallâhu Anhum) tazim etmek kaçınılmazdır. Doğru yol budur.” Yine buyurmuşlardır ki: “Bu zamanda azimet ile amel etmek, takvayı seçmek çok zordur. Çünkü muamelât yok edilmiş, İslâmî hükümlere uymak neredeyse durmuştur. Eğer fıkha göre amel edilip, bidatlerden kaçınılırsa büyük bir ganimettir.”[26]
Mevlânâ Habîbullah’ın (Kuddise Sirruhû) velayeti hakkında ehl-i kalem ve kelam çok sözler söylemişlerdir. Büyük muhaddis ve fakih Şâh Veliyyullah ed-Dehlevî (Kuddise Sirruhû) kendisi hakkında şöyle demiştir: “Bu dünyada Hazreti Mazhar’ın (Kuddise Sirruhû) benzeri bir veli daha yoktur.”[27]
Vefâtı
Şeyh Mirza (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Ölümü sevmeyen kimsenin hali taaccüp edilecek bir durumdur. Ölüm, evliyayı müşahede etmeye ulaştırır, azizlere kavuşmakla sevinç meydana getirir. Ben din büyüklerinin tertemiz olan o ruhlarını ziyaret etmeyi çok arzuluyorum.”[28]
Cenâb-ı Hak’tan (Celle Celâluhû) ilim, irfan, tasavvuf, keşif, keramet ve başka birçok nimetlere kavuşan Mevlânâ Şemsüddîn Habîbullah Can-ı Cânân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) Hazretleri hayatının son demlerinde şehitlik mertebesine erişmeyi de istiyordu. Mevlâ Tealâ Hazretleri o nazlı dostunu bu mertebeye de ulaştıracaktı.
7 Muharrem 1195 (m. 1781) Çarşamba gecesi Şeyh Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) kapısı çaldı. Kapıyı çalanlar üç mecûsî Moğol’du. Kendilerine izin verildikten sonra içeriye girdiler. Şeyh Hazretlerine sordular: “Mirza Cân-ı Cânân sen misin?” Evet cevabını aldıklarında içlerinden birisi hançerini çıkardı ve Mevlânâ Habîbullah Hazretleri’nin kalbine yakın bir bölgeye sapladı. O zaman seksen dört yaşlarında olan Mevlânâ Cân-ı Canân-ı Mazhar (Kuddise Sirruhû) bu yaraya dayanamaz düşüncesiyle öylece bırakıp gittiler. Allah’ın (Celle Celâluhû) has kulu ve dostu olan Hazreti Mirza (Kuddise Sirruhû) kanlar içerisinde yerde yatıyordu.
Fecir vakti olduğunda olayı duyan Hâkim Necef Hân frenk bir hekim gönderdi. Bu canîlerin yakalanıp kısas yapılacağını iletti. Mevlânâ Habîbullah (Kuddise Sirruhû) bu hekimi geriye gönderdi. Onunla Hâkim Necef Han’a da şu haberi yolladı: “Şayet Allah (Celle Celâluhû) bu yaranın iyileşmesini takdir buyurmuşsa her halükârda iyileşirim, başka bir hekime ihtiyacım yok. Eğer bu işi yapanlar bulunursa ben hakkımı onlara helal ediyorum, siz de onları affediniz.”
Mevlânâ Şehid Cân-ı Cânân (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu olaydan sonra üç gün daha yaşadı. Gittikçe zayıfladı, öyle ki sesi bile duyulamaz hale geldi. Cuma günü öğle vakti mübarek ellerini kaldırdı, Fâtiha Sûresini okudu. Mevlânâ Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) de aynı vakitte Fâtiha Sûresini okumuştu. İkindi vakti olunca “Akşama ne kadar var?” diye sordu. Dört saat olduğu söylenince, “Öyleyse çok var” buyurdu. O gün hem Cuma hem de Aşure günüydü. Akşam olduğunda iki veya üç kere nefes aldıktan sonra Refîk-i A’lâ’ya kavuştu.[29]
Cenâb-ı Mevlâ bizleri bereket ve feyizlerinden hissedâr eylesin.
Dipnotlar
[1] el-Câmî, Mevlânâ Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi’î Çelebi, İstanbul, s. 84
[2] Hûd, 11/120; Bk. el-Mazharî, Muhammed Senâullâh, Tefsîru’l-Mazharî, Mektebetü’r-Rüşdiyye, Pakistan 1412, V/129; en-Nesefî, Ebu’l-Berakât, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut 1998, II/91
[3] Ebu’s-Su’ûd Efendi, İrşâdü Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut, IV/248
[4] Mustafa İsmet, Garibullah, Risâle-i Kudsiyye, trc. Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Yayınevi, İstanbul 1995, II/585
[5] Mustafa İsmet, Garibullah, Risâle-i Kudsiyye, s. 97
[6] el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, I. Baskı, s. 56; Abdülmecîd el-Hânî doğum tarihini 1113 (m. 1701) olarak zapt etmiştir.
[7] ed-Dehlevî, Abdullah b. Abdüllatîf, Makâmât-ı Mazhariyye, Hakikat Kitabevi, İstanbul 2002, s. 18
[8] en-Nakşibendî, Necmüddîn b. Muhammed, Hulâsatu’l-Mevâhib, haz. İbrahim Tozlu, Semerkand Yayınevi, 15. Baskı, İstanbul 2015, s. 285
[9] ed-Dehlevî, a.g.e., s. 18
[10] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, Dâru Ârâs, Erbil 2002, 276
[11] Hâkim, el-Müstedrek, IV/341 (No:7846); Ayrıca bkz. Molla el-Kârî, Ali b. Muhammed, Mirkâtü’l-Mefâtih Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2002, VIII/3239; el-Bursevî, İsmail Hakkı b. Mustafa, Rûhu’l-Beyân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, II/401
[12] ed-Dehlevî, a.g.e., s. 23
[13] İmâm-ı Rabbânî, Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî, Mektûbât, Siraç Kitabevi, İstanbul, I/182 (210. Mektup)
[14] Bkz. Risâle-i Kudsiyye, s. 17
[15] el-Müceddidî, Raûf Ahmed, Dürru’l-Me’ârif, Hakikat Kitabevi, İstanbul 1998, s. 77; el-Kevserî, a.g.e., s. 56
[16] el-Hânî, a.g.e., 276
[17] en-Nakşibendî, a.g.e., s. 286
[18] Hocazâde, Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 119
[19] et-Tâlibî, Abdulhayy b. Fahruddîn, Nüzhetü’l-Havâtır ve Behcetü’l-Mesâmi’ ve’n-Nevâzır, Dâru İbn Hazm, 1. Baskı, Beyrut 1999, VI/736
[20] ed-Dehlevî, a.g.e., s. 41
[21] Muhammed Ahmed Dernika, et-Tarîkatü’n-Nakşibendiyye ve A’lâmuhâ, s. 76; el-Hânî, a.g.e., s. 278
[22] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kibrâ, X/191 (No: 20571); Bezzâr, Müsned, XV/364 (No: 8949); Hâkim, Müstedrek, II/670 (No: 4221); Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV/512 (No: 8952) vd. (İkisi aynı ravîden “Sâlih” lafzı ile)
[23] en-Nebhânî, Yusuf b. İsmail, Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ, Merkez-i Ehl-i Sünnet Berakâti Rızâ, Furbender 2001, I/20
[24] Hocazâde, a.g.e., s. 119
[25] el-Hânî, a.g.e., s. 278
[26] ed-Dehlevî, a.g.e., s. 45
[27] en-Nakşibendî, a.g.e., s. 285; el-Hânî, a.g.e., s. 277
[28] Muhammed Ahmed Dernika, a.g.e., s. 76
[29] el-Hânî, a.g.e., s. 281. Müellifler vefat yılında ittifak halindedir.