“Ey iman etmiş olan kimseler! (Peygamberimin nasihatlerini dinlerken, iyice anlama isteğiyle sözlerini tekrarlatmak için, sizce: ‘Bizi gözet!’ anlamına gelen, fakat Yahudilerin dilinde sövüp sayma gibi uygunsuz manalara çekilebilen) ‘Râ’inâ!’ (sözünü) demeyin; (Yahudilere fırsat vermemek için bunun yerine, sadece: ‘Bizi gözet!’ anlamına gelip, onların dilinde kötü manaya çekilemeyen:) ‘Unzurnâ!’ (kelimesini) deyin ve (onun sözlerini iyi) dinleyin (ki, sözünü tekrarlatmaya lüzum kalmasın)! Çok acı verici büyük bir azap[, her fırsatta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hakarete yeltenen) o kâfirler içindir.”[1]
Bu âyet-i kerîme “Ey iman edenler! Kendinizi -ifade tarzlarınız, üsluplarınız ve kullandığınız kelimelerle- İslâm’a karşı tavır ve kötü maksatlar içinde olan kâfirlere benzetmeyin” manasını da ifade eder. Nitekim İbni Kesîr (Rahimehullâh), âyetten bunun ve kâfirlere diğer benzeme çeşitlerinin mü’minlere yasaklandığı manasını çıkartmış ve “Kim kendisini bir topluluğa benzetirse, o da onlardandır”[2] hadîs-i şerîfini delil getirmiştir.[3] Bu âyet, Müslümanları İslâm’a dil bakımından da yabancılaştırmak isteyen art niyetli kimselere karşı direnilmesini emretmekte ve “küresellik” adı altında onlara benzemeyi ve özenmeyi de açık bir şekilde yasaklamaktadır.
Kafirlere Benzemenin Çeşitleri
Teşebbüh: Müslümanın kendisini kafirlere benzetmesi veya onlara benzemeye çalışması ya da bir şekilde onlara -bilerek/bilmeyerek benzemesidir. Âyet ve hadîsler tam olarak araştırılınca açıkça görülür ki, bir mü’minin kendini kâfirlere benzetmesi veya onlara benzemesi pek çok şekilde meydana gelmektedir:
Birincisi: Düşünce, zihniyet, inanç ve ibadet şekliyle kâfire benzemek.
İkincisi: Yemek, içmek, gezmek, eğlenmek ve benzeri hâllerde kâfire teşebbüh.
Üçüncüsü: Örf, âdet ve geleneklerde kâfirler gibi olmak.
Dördüncüsü: Bayramlar, merasimler ve benzeri hususlarda kâfire teşebbüh.
Beşincisi: Giyim kuşam gibi şeylerde küfür şiârı olan veya şiâr alâmeti sayılabilecek hususlarda kâfire benzemek.[4]
“Kafirlere Benzemek” Çok Boyutlu Bir Meseledir
Müslüman olmayanlara benzememek demek, Müslüman olmayanları ötekileştirmek, dışlamak manasında değildir. Bu noktaya çok dikkat edilmelidir. Çünkü öteki gibi olmamak başka bir şeydir, ötekileştirmek/ötekini dışlamak ayrı bir şeydir. Burada anlatmak istediğimiz ötekiye benzeyerek ötekileşmek, kendi kimliğini yitirmektir. Müslümanların her zaman ve her yerde kâfirlere karşı ölçülü bir duruşu ve mesafeli bir tavrı mutlaka olmuştur, olmalıdır. Kâfirler gibi yiyip içmek, onlar gibi giyinip kuşanmak, oturup kalkmak, eğlenmek, onlar gibi yaşamak, hissetmek ve nihayet “onlar gibi olmak”tan bağımsız olarak değerlendirilemez.
Hak ile bâtılın fıtrî olarak birbirinden ayrışması ne kadar tabii ve gerekli ise, hak ehli ile bâtıl ehlinin birbirinden kesin hatlarla ayrışması da o kadar tabii ve gereklidir. İslâm, hayatın her alanına ve varlığın görünür görünmez her boyutuna “kendine mahsus” damgasını vuran bir dindir. Müslüman olmanın kendine has hüküm, tarz, sembol ve göstergelerinin muhafazası, bu sebeple Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından ümmetine titizlikle öğütlenmiştir.
Tarih boyunca Müslümanların hep “kendine mahsus” bir hayatı olması, eşya ve olayları bu “mahsus” telâkki tarzıyla değerlendirmesi, kökü buraya dayanan “kimlik bilinci”nin tezahürleridir ve bu bilinç modern döneme kadar titizlikle muhafaza edilmiştir. “Herkes kendi değerlerini yaşasın, Müslüman olmayanlar Müslümanlara benzemeye çalışmasın!” der İslâm. Çünkü herkesin kendisi olarak kalmasını isteyen bir dindir.
Zahirle batın, içle dış arasında -bir çeşit- irtibat ve münasebet vardır. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh): “Ahlâk ahlâka benzemedikçe kılık kılığa benzemez” sözüyle, İbni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh): “Kalp kalbe benzemedikçe kılık kılığa benzemez”[5] sözünü hatırlamanın tam yeridir burası. Rûh-beden bütünlüğüne işaret eden bu sade ama son derece basiretli uyarı, maddî tavır ve davranışların, rûh ve manadan ayrı ve bağımsız düşünülemeyeceğini ihtar etmektedir.
İnsan psikolojisinin özelliklerinden biri de mağlup olan, arkada kalanın hep öndekini takip ve taklit etmesidir. Yüzyıllarca medeniyette önde olan Müslümanları, Müslüman olmayanlar taklit etmiştir ve tarih bunun şahitleriyle doludur. Batı’nın teknoloji, bilim ve sanayide öne geçmesiyle İslâm aleminde bir “geri kalmışlık” sendromu, sancıları baş göstermiş, bu durumdaki bazı Müslümanlar da Batı’yı her yönüyle taklit etme hastalığına düşmüşlerdir. Bugün İslâm dünyasında “kâfirlere benzemek” meselesi karmakarışık bir hâl almış, “küreselleşme”, “moda” furyaları Müslümanların zihin dünyasını istilâ etmiş, kafa yapılarını darmadağın bir hâle getirmiştir. Oysa İslâm’ın bize yüklediği “başkasına benzememe” mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur!
Hatta Türkiye’de bir grup ilâhiyatçının İslâm dinini anlama metotları, ehl-i kitabın kendi kitaplarını anlama metotlarıyla birebir benzeşir. Zira Tevrat ve İncil’i onların din adamları tahrif etmişti. Bizde ise dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet, birtakım batı taklitçilerinin Ehl-i Kitap’tan öğrendikleri metotlarla tahrif edilmeye çalışılıyor. Hermenötik teknikleri, tarihselci bakış vb. oyunlar, Müslüman âlimlerin İslâm’ı anlama-yorumlama usul ve üslûbu olmadığına göre, kimin İslâm düşmanı oryantalistleri birebir taklit ettiği, kimin kime benzediği gün gibi ortadadır!
Meselenin Ölçü ve Sınırları
“Kafirlere benzemenin dinen hükmü nedir?” meselesi, ilk önce Müslümanların günbegün eriyip giden, erozyona uğrayan kimlik, şahsiyet ve değerleri ön plana alınarak ve günümüz Müslümanlarının “Müslüman şahsiyeti” dünya üzerinde ne kadar temsil edebildikleri merkez noktaya konularak konuşulmalı, tartışılmalıdır. Moda, küreselleşme ve modernizmin etkisi altında cılız kalan, soluklaşan, “İslâmî değerlere bağlı Müslüman şahsiyet” zaten çok kan kaybetmiştir. Kâfirlere teşebbüh konusunu, bazısı küfre götüren, bazısı haram olan ve bir diğeri de mekrûh sayılanlar olmak üzere üç farklı şekilde ele almak mümkündür. Birincisi fıkhî olduğu kadar itikadî bir konudur. Nitekim kâfirlerin bayramlarıyla ilgili teşebbüh örneklerinin bazı akîde kitaplarında yer alması da bununla örtüşmektedir. Diğerleri ise yalnız fıkhî konulardır. Kâfirlere özenip onlara benzeme kastıyla olan teşebbühü ilk zeminde; böyle bir kasıt ve özentinin söz konusu olmadığı meseleleri ise diğer zeminlerde ele almak daha doğru olacaktır. Son tahlilde kafirlere benzeyen, onların modasına uyan bir Müslüman her ne kadar dinden çıkmasa bile kendi kimliğini, şahsiyetini kaybetmiş olacaktır. “Şekilci Müslüman olmak” veya olmamak gibi bir ayrıma gidenlerin, “şekle takılmaya gerek yok” diyenlerin ilk önce İslâm’ın “Müslümanın dış görünüşü” hakkındaki hükümleri doğru-dürüst anlamaları, bilmeleri gerekir.
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi, 104.
[2] Ebû Dâvûd, Libas 4031; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No. 8327.
[3] Tefsiru İbni Kesîr, Dâru Tayyibe, Riyâd, 1420, 1/373.
[4] Hüseyin Avni Kansızoğlu, Rıhle Dergisi, Sy. 11, İstanbul, 2011, s. 81.
[5] Vekî‘ ibni Cerrâh, ez-Zühd, Dâru’s-Sumeyi’, Riyâd, rakam 324; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, thk. Muhammed Avvâme, rakam 35690.