Mevlânâ İmâm-ı Rabbânî (Kaddesallâhu Sirrahu’s-Samedânî): “İnsanın yediği lokmaya dikkat etmesi lâzım gelir.” buyuruyor. İnsan mükerremdir, muhteremdir. Her bulduğunu ağzına atamaz. Her bulduğunu içemez. Önce, helâl mi, haram mı? Alınan gıda veya meşrubat, şeriat bakımından helâl mi, haram mı? Önce bu kontrol yapılacak, ondan sonra alınacaksa alınacak; alınamayacaksa terk edilecek! Çünkü insan başıboş yaratılmadı. Araziye salınmış, nasıl istersen öyle otla misali varlıklar gibi yaratılmadı ki, aklına gelen şeyi istediği gibi yapsın. İnsanın Rabbi vardır. Rabbinin razı olduğu işler vardır, râzı olmadığı işler vardır. Allah (Celle Celâluhû) bütün peygamberleri, razı olduğu ve olmadığı işleri kullara bildirsin diye gönderdi. Onun için Allah Te‘âlâ’nın elçilerine kulak vermek gerek, onları dinlemek gerekir.
İnsan da Bir Memlekettir
Muhyiddîn-i ibni Arabî (Kuddise Sirruhû) buyuruyor ki: “İnsanın yaşamış olduğu memlekete, memleket-i kübra diyelim. İnsanın bedeni ise memleket-i suğradır.” İnsan da bir memlekettir. Ama ne güzel tabir! İnsan da bir memlekettir, bir ülkedir diyor. Nasıl ki yaşamış olduğun, ayak bastığın bu toprağı muhafazaya özen gösteriyorsun, amirinin dediği şeyleri yapıyorsun, aynı şekilde Allah Te‘âlâ’nın sana ihsân ettiği şu beden mülkünü de muhafazaya mecbursun.
Allah Te‘âlâ, insan boğazını çöp tenekesi olsun diye yaratmadı. İnsan, çöplük değil! Ne buluyorsan at olmaz. İnsan bakmalı, etmeli ne yiyip içtiğine. Yahudiler hayvan kesiyorlar ama haham denetiminde. Haham geliyor, hayvanı kestiriyor. Sonra da hayvana koşer diye damga basıyor ki, bu hayvan Yahudi dininin gerekleri ve usulüne göre kesilmiştir, bilinsin diye. “Ey Yahudi, rahatlıkla yiyebilirsin!” diye. Herkes kendi davasında, kendi inancını yaşama noktasında gayretli iken, benim yiyip içtiğime dikkat etmememin hiçbir mantığı ve manası yoktur. En büyük kemâlât sahiplerine bakıyorsun, onlarda bir şey göz kamaştırıyor; yiyip içtiklerine son derece dikkat ediyorlar.
Cüneyd-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû)nun Menâkıbından
Cüneyd-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) konuşurken dili azcık takılıyordu. “Efendi hazretleri, bu rahatsızlığınız neden kaynaklandı?” dediler. O da şöyle anlattı: “Dünyaya geldiğim zaman nur topu bir çocuktum. Bir gün babam evden çıkarken anama, ‘Hanım bu çocuğu senden başkası emzirmeyecek’ dedi ve babam evden çıktı. Az sonra komşunun hanımı geldi. Kadın beni bir gördü; nur topu gibi bir çocuk. Hemen emzirmek istedi ve bana süt emzirdi. Babam da evde bir şey unutmuş geri döndü. Eve girdi baktı ki komşu bana süt veriyor. Babam, ‘Hanım!’ diye haykırdı. Anam, ‘Buyur bey’ dedi. ‘Ben sana bu çocuğu senden başkası emzirmeyecek demedim mi?’ İşte, o komşunun sütünde şüpheli gıdalardan alıntı vardı. Ondan dolayı bende bu rahatsızlık var. O şüpheli gıdalardan hâsıl olan sütü emdiğim için dilim takılıyor konuşurken.”
Benim akşam yediğim şüpheli, sabah yediğim şüpheli! Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in buyurduğu gibi; yediğin haram, içtiğin haram, giydiğin haram. Allah Te‘âlâ senin duânı niye kabul etsin?! Allah Te‘âlâ senin namazını, naz-u niyâzını niye kabul etsin! İnsan duâsız yapamaz. Yahya ibni Muâz (Kuddise Sirruhû) buyuruyor ki: “Duâya dikkat edin! Duâ, Müslümanın anahtarıdır. Duâ anahtarının iş görmesi ise dişlerinin tam olmasına bağlıdır. Bu anahtarın dişlerinin tam olması ise helâl gıdadır; haram ve şüpheli şeylerden sakınmaktır.” Öyleyse anahtarın dişlerine dikkat! Hatta ve hatta haram veya şüpheli şeylerle beslenen insana Allah (Celle Celâluhû)nun rahmeti ulaşmıyor.
İbrahim ibni Edhem (Kuddise Sirruhû)nun Menâkıbından
İbrahim ibni Edhem (Kuddise Sirruhû) Lübnan dağlarında iken hurmacıdan hurma aldı. Hurmayı alırken üst üste tablalar vardı. Alt tabladan hurma alırken üst tabladan bir hurma alt tablaya düştü. Demek ki kalite farkı var. Bu üst tabladan düşen hurmayı da aldığı alt tablanın hurmalarıyla beraber kese kâğıdına koydu. Bakkal tarttı. O da aldı ve gitti. Neticede hurmaları yedi. Dağda ağaca yaslanmışken iki melek gördü. Meleklerden biri, “Bu İbrahim iyi bir kuldur” dedi. Diğer meleğe: “Buna bir teveccüh eder misin?” diye sordu. Diğer melek, “Etmem!” dedi. “Niye” diye sorduğunda, “Çünkü az önce hurma alırken üst tablanın hurmasını da alt tablaya katarak aldı.” dedi ve teveccüh etmedi.
İbrahim ibni Edhem (Kuddise Sirruhû) yandı, yakıldı, ağladı, ağzını-burnunu topraklara sürdü ve kendisini affettirdi de ondan sonra teveccühe mazhar oldu. Kalitesi düşük bir hurmaya kalitesi yüksek olan tek bir hurma bile katanın teveccühle falan alakası kalmıyor. Onun için; okunan Kur’ân-ı Kerîm, çekilen tesbihat bana gereği gibi tesir etmiyor. Çünkü benzine su karıştı. Benzine su karıştıktan sonra istediğin kadar marşa bas, motor marş yemeyecektir. Çünkü arabanın yapısına ters!
Düşmanlarımız Bizi Gıda ile Vuruyorlar
Allah (Celle Celâluhû), razı olmadığı işleri insana yasaklıyor. Bu yasağı Kur’ân-ı Kerîm’de birçok kez tekrarlıyor. Bir kere söyleyip geçse tamam ama birçok âyet-i kerîmede, “Yediklerinize dikkat edin!” buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm, bunu amirdir.
Bu işin ne kadar ciddi ve hassas olduğunu elin gâvuru bizden daha iyi biliyor ve bize uyguladığı metotla da haram ve şüpheli şeyleri yedirmeyi gaye ediniyor. Projeleri, milletin gıda ve beslenme sistemini allak bullak etmek suretiyle milletleri çürütmeyi, eritmeyi ve yok etmeyi hedefliyor. Devrin İngiltere Başbakanı, Çanakkale Harbinde: “Bu Türkleri Kur’ân’dan ayırmadıkça mağlup etmenin yolu yoktur. Yapılacak yegâne şey bu adamlarla Kur’ân arasına hendekler, barikatlar koymaktır” diyor. Kur’ân-ı Kerîm’in ihtivâ etmiş olduğu temel meselelerden biri de işte bu gıda ve beslenme meselesidir. Alınan gıdalar, insanların karakterlerini yönlendiriyor. İnsanların birtakım değişik istikametlerde ahlâk sahibi olmasını gerektiriyor. Ama müspet ama menfi…
İmam eş-Şiblî (Rahimehullâh)ın Menâkıbından
İmam Kuşeyrî (Kuddise Sirruhû) anlatıyor: “Mevlânâ İmam eş-Şiblî (Rahimehullâh) bir şey yiyeceği zaman elini uzatırdı. Eğer yiyeceği şey şüpheli ise şehadet parmağı oynardı. ‘Bu şüpheli, yeme!’ dercesine. Zünnûn-i Mısrî (Kuddise Sirruhû) bir şey yiyeceği zaman eğer yiyeceği o şeyde şüphe varsa, eline-koluna yüklenirdi yemek için ama eli-kolu oynamazdı, oynatamazdı. Her seferinde elini uzatıyor ama elini birisi geri çekiyordu. Eli gitmiyordu.”
Bakınız ihtiyat insanı nereye götürüyor. Sultan Abdülaziz Han cennet-mekân buradan Avrupa’ya ilk seyahate giden Osmanlı padişahıdır. Avrupa’ya giderken abdest suyunu beraberinde götürmüştür. “Padişahım, Avrupa’da çok güzel sular vardır” dediklerinde ise: “Elin gâvuruna güven olmaz. Onlardan abdest suyu isteriz, onlar da içine bir şey atarlar, bizi öldürürler. En iyisi ben işimi sağlama alayım” demiştir. Dede, Avrupa’ya seyahate giderken abdest suyunu beraberinde götürüyordu efendi! Cenâb-ı Hak, bizleri böyle eylesin!