Allah Te‘âlâ İnsan Sûre-i Celîlesinde iyi ve seçkin kullara âhirette verilecek mükâfatlarla kendilerini müjdeledikten sonra, onların iyi ve güzel hasletlerini haber vererek şöyle buyurur: “(Açlık ve kıtlık yüzünden yiyecek ihtiyacına ve) sevgisine rağmen yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler.”[1]
İslâm’a göre mülk ve servetin hakîkî sahibi Mevlâ Te‘âlâ’dır. “O Zât’ın (hayrı ve) bereketi dâima pek çok olmuştur/O Zât dâima pek ulu olmuştur/ ki, mülk O’nun (kudret) elindedir ve O, her şeye Kadîr’dir!”[2] âyet-i kerîmesi bu hakikati ifade eder. Dolayısıyla mal sahibi olan bir kimse, elinde bulunanın emanetçisi olduğunu, bütün variyetinin dünya hayatında son bulmasa bile vefâtıyla birlikte son bulacağını, sahip olduğu her ne var ise hepsinin Allah Te‘âlâ’nın fazl-ı keremiyle kendisine bahşedildiğini bilmeli ve söz konusu variyetin, kendisi için imtihandan başka bir şey olmadığı bilincini taşımalıdır.
İbni Ömer (Radıyallâhu Anh)tan rivâyet edilen Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in şu duâsı, bu şuuru en güzel şekilde açıklamaktadır: “Bana yeten (ve halka muhtaç etmeyen, verdiği ev bark ile) beni barındıran, yediren ve içiren, bana iyilik edip iyiliğini arttıran, bana (nimetlerini) veren ve bollaştıran Allah’a hamdolsun. Allah’a her hâl(im)de hamdolsun, her şeyin besleyip büyütücüsü ve gerçek sahibi ve her şeyîn ma’bûdu olan Allah’ım! (Cehennem) âteş(in)den sana sığınırım.”[3]
Muhtaçları Gözetmek Daimi Bir Anlayış Hâline Getirilmelidir
Bilhassa dünyevîleşmenin her kapıdan girdiği ve hemen herkesi kuşattığı günümüzde, farzları yerine getirme hassasiyeti taşıyan mü’minlerin dahi hataya düştüğü bazı durumlar söz konusu olmaktadır. Zekâtını veren bir kimsenin, mâlî bütün sorumluluklarını yerine getirmiş olacağı düşüncesi de bu hatalardan biridir. Oysaki bir kimse zekâtla mükellef olsun ya da olmasın, mükellef ise zekâtını ödemiş olsun veya olmasın, bazı durumlarda ihtiyaç sahiplerini gözetmek farz olur. Bu durumu Fahreddin er-Râzî (Rahimehullâh) tefsirinde şöyle beyân etmiştir:
“…Zaruret zamanlarında akraba olmayan diğer fakirleri gözetmek de farz olur. Zîrâ bir şeyi olmayan kimse, son dereceye varan ihtiyaç uçurumu üzerine geldiği zaman, elinde imkân bulunan bütün müslümanlara (zekât borcu olmasa da) onun ihtiyacını gidermek farz olur. Yine bunun gibi, bir kimse bir çölde mahsur kalsa, bir müslümanın da onu, emniyetli bölgeye kadar götürecek bir bineği bulunsa, zekât verme borcu olmasa da onu gereken yere götürmek müslümana farzdır.”[4]
Modern zamanlarda çok daha fazla uzaklaşmış bulunduğumuz bu güzel hasletler, İslâm medeniyetinin “imaret” anlayışıyla daimi hâle getirilebilir ve varlığı, Mevlâ Te‘âlâ’nın murâdı ve rızâsına uygun şekilde ve uygun yollarda sarf etme hedefine ulaşılabilir. Talebelerin ve ihtiyaç sahiplerinin daimi olarak gözetildiği aşevleri, bu anlayışın en önemli tezahürüdür.
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Kumanya Organizasyonu
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunma hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleriyle müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır. İsmailağa Câmiası, biri Avrupa, diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3 bin kişiye sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve gıda yardımlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] İnsan Sûresi:8
[2] Mülk Sûresi:1
[3] Ebû Dâvûd, Hadis No:5058
[4] Fahruddîn er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları:18/116-117