Tebdîl kelimesi, lügâtta “Değiştirmek” manasına gelir. Tebdîli kıyafet ise, Hükümdar ve devlet erkânının, elbiselerini değiştirerek, halkın arasına karışması ve onların sıkıntılarını öğrenmesi manasına gelir. Birçok Osmanlı Sultanı, bu usül diye halkın arasına karışarak, dertlerini ve sıkıntılarına muttalî olurdu. Böylece bir nevi, sahaya inerek, sorunları direk halkın ağzından dinleyerek, dertlerine derman olurlardı.
Bazı padişahlar ise sevdikleri insanların cenazelerine katılmak için tebdil-i kıyafet yöntemini seçerlerdi. Ayrıca esnaf ve asker teftişi esnasında gene bu yönteme başvurulur ve bu yapılan gezilere tebdil-i câme ismide verilirdi. Bu yöntem sadece Osmanlılara has değildi.
Hazreti Ömer (Radiyallâhu Anh)
Hazreti Ömer (Radiyallâhu Anh)ın gece karanlığında Medine sokaklarında dolaşarak halkın ve ülkesinin durumunu ve yönetimden memnun olup olmadıklarını anlamaya gayret ederdi. Halktan biri gibi giyinen Hazreti Ömer (Radiyallâhu Anh)ın bu davranışı “devriye gezmek” şeklinde ifade edilmiştir. [1] Bu geziler esnasında şu kıssa yaşanmıştır:
Bir defasında Eslem (Radiyallâhu Anh) birlikte Harra taraflarında dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve “Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim. “ dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler.
Hz. Ömer (Radiyallâhu Anh), onlara; “Işıklı aileye selâm olsun. “ dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra, yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer (Radiyallâhu Anh) ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, ona merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve;”Allah (Celle Celâluhû) bunu Ömer (Radiyallâhu Anh)dan elbette soracaktır. “ diye ekledi. Hz. Ömer (Radiyallâhu Anh), ona; “Ömer (Radiyallâhu Anh) bu durumu nereden bilsin ki?” diye sorduğunda kadın; “Madem bilemeyecekti ve unutacaktı, neden halife oldu? ” karşılığını verdi. Hz. Ömer (Radiyallâhu Anh) bu cevap karşısında irkilerek doğruca erzak deposuna gitti. Bir erzak çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. [2]
Kıyafet Seçimi
Kanunî Sultan Süleyman, haremden çıkma sipahi elbisesiyle, Sultan İkinci Osman, bostancı kıyafeti ile, Sultan İkinci Ahmed, Mevlevî şeyhi elbisesi ile, Sultan Üçüncü Osman ulema sınıfı kıyafeti ile, Sultan Üçüncü Mustafa tebdil hasekisi kılığı, Sultan Birinci Abdülhamid şerif kıyafeti, Sultan Üçüncü Selim ise delibaşı, kalyoncu veya zaim kıyafetiyle İstanbul’da tebdil-i kıyafet dolaşmışlardı.
Bu kıyafetler ile yapılan geziler sonucunda, kusurlu görülen memurlar cezalandırılmış, halkın bilinmeyen dertleri öğrenilmiş ve birçok önemli sorundan haberdar olunmuştur. Kayıkla tebdil-i kıyafet gezen padişahın kayığını çeken kürekçilere “tebdîl-i hümâyun hamlacısı” denilmiş, tebdille Boğaziçi’nde bindiği kayığa da “tebdil piyadesi” adı verilmiştir. Abbasi halifeleride bu yöntemi kullanırdı. Harun Reşid ve veziride çarşıda tebdil-i kıyafet halinde teftişe çıkarlardı.
Siftah Ettim
Fâtih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek için tebdil-i kıyafet ile çarşıya çıktı. Bir dükkâna girip selâm verdikten sonra;
“Yarım batman, yağ, yarım batman bal ve yarım batman peynir veresiz” dedi. Dükkân sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra;
“Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşumdan alasız. Zîrâ kim hem onun malı daha yeğdir. Hem de komşum daha siftah etmedi” dedi. Pâdişâh ikinci dükkâna varıp oradan da yarım batman bal alınca, bu dükkan sahibi de;
“Allah’a şükür olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi komşumdan alınız. O daha siftah etmedi” deyince, Fâtih Sultan Mehmed Han; “Bu milletteki bu ahlâkî istikâmet yok mu, ona dünyâlar fethettirir. Milletin ahlâk-ı safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” dedi.
Dipnotlar