İnsanları rızâ-i Hakk’a ulaşmanın yollarını öğreten, mânevî rehberlerin birbiri ardınca eklendiği halkalardan oluşan altın silsilenin 34. halkası Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, Bulgaristan’ın Ahyolu (Ohyo) kasabasında doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Ailesiyle beraber Bandırma’ya hicret etti ve günümüzde Bentbaşı Mahallesi olarak anılan mahalleye yerleşti.
Oldukça zengin bir ailenin evlâdıydı. Annesi Şerife validemiz, hayırsever bir hanımefendi olup imarete önem veren biriydi. Yaptırarak halkın istifadesine sunduğu iki çeşmenin hâlen faal olduğu beyan edilir.
Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, “Bezzâz” unvanından da anlaşılacağı üzere, manifaturacı yani kumaş ticaretiyle ilgilenen biriydi. Son derece varlıklıydı. Birçok dükkânı, mağazaları vardı ve ticareti, sahip olduğu malların ticaretini gemilerle gerçekleştirecek kadar bereketliydi. Buna rağmen, variyet onun kalbini kuşatamamıştı. Oysaki varlıklı olmak, kişinin Allah Te‘âlâ’dan gafil olmasının en büyük sebeplerinden biridir. Mevlâ Te‘âlâ, kendilerinden dahi iyi tanıdığı kullarına bu ikazı açık bir şekilde yapmıştır:
“Ey iman etmiş olan kimseler! Ne mallarınız(la uğraşmanız), ne de çocuklarınız(a vakit ayırmanız, namaz, cihâd ve Kur’ân okumak gibi) Allâh’ın zikrinden (ve ibadetinden) sizi alıkoymasın! İşte her kim bunu yaparsa; işte (değerli ve sonsuz olan bir şeyi, basit ve fâni bir hayat karşılığında sattıkları için) ancak onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir!”[1]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de bu ikazı: “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.”[2] şeklinde ashâbına pek çok kez tekrarlamıştır.
Varlıklı olmak, dinimizde yerilen bir iş değildir. Her şeye bir ölçü konulduğu gibi, buna da birtakım ölçüler konulmuştur. Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, her şeyden önde tuttuğu takvâsını, ticaretinde de muhâfaza etti. Variyetle olan münasebetini, İslâmiyet’in hududlarına ve takvâ ölçüsüne göre geliştirdi. Mürşidi Mevlânâ Halil Nûrullâh Hazretleri’ne intisab ettikten sonra büyük bir teslimiyetle kısa sürede çok mesafe kat etti. Böylece onun hayatı, bir mü’minin variyetle münasebetinin nasıl olması gerektiği konusunda bizler için önemli bir örnek teşkil etti. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “Doğru tüccâr, âhirette peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle birlikte haşrolunacaktır.”[3] müjdesi, onun emsali zâtlara yönelik müjdelerden biridir.
Nakledildiğine göre Endülüs ulemasından Ebü’l-Abbâs Mürsî Hazretleri, ticârette dürüstlükten ayrılmamak gerektiğini bildiren bir sohbetinde bu hadîs-i şerîfi naklederek şöyle buyurmuştur:
“Peygamberlerin husûsiyetleri; emâneti edâ etmek, nasîhatte bulunmaktır. İşte doğru olan tüccâr; emâneti edâ etmek ve başkalarına nasîhatte bulunmak vasıfları ile peygamberlerle birlikte haşrolunur. Sıddîkların husûsiyetleri, hem zâhiren, hem de bâtınen safâ hâlinde bulunurlar. Doğru tâcir, sıddîklarla birlikte haşrolunurlar. Şehidlerin husûsiyetleri odur ki; cihâd ederler. Doğru olan tüccâr ise; nefsi, şeytanı ve hevâsı ile cihâd eder. Bu vasıfları sebebiyle şehidlerle birlikte haşrolunur. Sâlihlere gelince, onlar, helâli alır, haramı terk ederler, doğru olan tüccâr da helâli alır, haramı terk eder. Bu vasıfları sebebiyle sâlihlerle birlikte haşrolunur.”[4]
Halvet der Encümen
Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyyenin: “Halk içinde Hakk’la beraber olmak” esasını, emsal olacak derecede, hayatına önemle tatbik etti. Onların hâlini en açık ve anlaşılır şekilde Mevlâ Te‘âlâ şöyle beyân buyurmuştur:
“Öyle değerli nice erler ki; ne (yolculuktaki) bir ticaret, ne de (memleketlerindeki kârlı) bir satış, onları (dille ve kalple) Allâh’ı zikretmekten, o namaz(lar)ı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymamaktadır. (Çünkü) onlar kendisinde kalplerin ve gözlerin dönüp duracağı büyük bir gün(ün şiddetin)den korkmaktadırlar.”[5]
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri hac farizasını îfâ niyetiyle Hicazdayken Minâ pazarında genç bir tüccara rastlar. Genç tüccar yoğun bir alış-verişin içerisinde, görünüşte tamamen dünyaya dalmış bir hâldedir. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, gencin kalbine teveccüh eder ve kalbinin hep Allâh-u Te‘âlâ’yı zikretmekle meşgul bir hâlde olduğunu anlar. Bu menkıbede nakledilen örnek, daimî zikre ulaşan bir kimsenin hâlinin beyanıdır.
Helâl Kazanç Hassasiyeti
Takvâ ehli büyük bir zât olan Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, helâl kazanç konusunda ciddi derecede hassastı. Satışına haram karışmaması konusunda âzamî dikkat gösterirdi. Şuayb (Aleyhisselâm)ın kavmine yaptığı:
“Ey kavmim! Ölçeği ve mîzânı (fazlasız noksansız olarak tam bir) adâletle tamamlayın ve insanlara (hakları olan mal ve) eşyalarını noksan vermeyin. Bir de bozgunculuk yapan kişiler olarak yer(yüzün)de fesat çıkartmayın.”[6] uyarısı ve aynı ikazı içeren diğer âyet-i kerîmelerin mânâsı, onun ticaretinin âdeta zeminiydi.
Bu hassasiyete bağlı olarak, satışını yaptığı kumaşları eninin ve boyunun her iki tarafından da özenle ölçer, bu tavrını mübalağalı bulanlara şöyle derdi: ”Bir tarafından ölçüp kesersem, öbür kenarından mesela bir santim daha az veya daha fazla eksik olabilir ne kadar az olursa olsun eksiklik kul hakkına girer.”
Mevlâ Te‘âlâ’nın kendisine lütfu olarak değerlendirdiği varlığını, yine O’nun yolunda sarf etti. Takvâsının yanı sıra cömertliği ve yardımseverliğiyle tanınan Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, vefâtından önce malının tamamını sırtında zenbille infâk etti.
Sâlik, Kerâmete İltifat Etmemelidir
Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, tarîkat-ı aliyyenin edeb ve erkânını tatbik, mürîdânın riâyet etmesi gereken ölçüleri muhafaza konusunda tavizsizdi. Müezzini olan Hâfız Süleyman Efendi’nin kerâmete şahid olma yönündeki merakını şöylece izâle etti.
Hâfız Süleyman Efendi bir gün, Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’nin hiç kerâmet göstermediği yönünde bir düşünceye kapılmış ve içinde bir keramet hâliyle karşılaşma arzusu hâsıl olmuştu ki Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri ona:
— Evlâdım gözlerini kapat, sonra da açıp bana bak! dedi.
Merhûm hâfız Süleyman Efendi, Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’ne baktığında, şeyhini baştan aşağı nur kaplamış bir hâlde gördü. Bu hâle dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri ona:
— Görmek istediğin şey bu muydu? Bir daha böyle şeylere heveslenme. Çünkü bunlar marifet değildir. Esas marifet, şeriatta istikamettir, buyurdu.
Kalbi Mâsivâdan Arındırmanın Önemi
Tasavvuf, Allah Te‘âlâ’ya kurbiyet yolunda, kalpte O’na olan muhabbet dışında bir şey bırakmamanın yolu ve usûlüdür. Kalp tezkiyesi ve nefs tasfiyesi de bunun ifadesidir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu husûsa: “…Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”[7] buyurarak dikkat çekmiştir. Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, kalbin mâsivâdan arındırılması konusunda şöyle buyurmuştur:
“Yârini dâvete ne hâcet, yerini boşalt!”
Kalp, îmânın mahallidir. Marifet ve muhabbetin yeri ve Mevlâ Te‘âlâ’nın isim ve sıfatlarının tecelligâhı da kalpdir. “Ben yerlere ve göklere sığmadım; ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.”[8] hadîsi de bu hakikati izhâr eder. Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’nin nakletmiş olduğumuz sözü de: “Sen kalbini mâsivâdan arındırdığında Mevlâ Te‘âlâ’nın nurları zaten kalbine tecellî edecek ve seni kuşatacaktır.” mânâsındadır.
Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri, Hicrî 1330 senesinde Bandırma’da vefât etmiştir ve kabri de bugün Tekke Camii olarak anılan caminin hazîresinde bulunan, önemli bir ziyâretgâhtır. Mevlâ Te‘âlâ sırlarını âlî eylesin. Âmîn.
Yunan Harbi Esnasında Yaşananlar
Şöyle anlatılmıştır: “Yunan harbi esnasında Bandırma’ya kadar ulaşan Yunan askerleri, Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’nin Tekkesini de işgal etmişlerdi. Askerlerin köpeklerinden biri, Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’nin kabrine yönelince dehşetli bir şekilde çarpıldı. Bunun üzerine askerler hiddetlenerek kabri tekmelemek istediler fakat onlar da aynı akıbete uğradılar. Olaya şahid olan askerler de korkarak tekkeden kaçtılar.”
Mevlânâ Ali Rızâ el-Bezzâz Hazretleri’nin Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri’ne
Yazmış Olduğu Mektublar
5 Ağustos 1327 Tarihli Mektub
استعيذ بالله ﴿لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ﴾ صدق الله العظيم
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça (en) iyiye eremezsiniz.” (Âl-i İmrân Sûresi:92)
Ahî fillâhım Ali Haydar Efendi;
Muhabbetnâmelerinizi aldıkça tarikat-ı âliyyemize izhar olunan muhabbetinizden ol derece memnun ve mahzûz oluyorum ki; tarifi kabil değildir. Çünkü büyük Şeyh Efendimizin ‘’Pâk Çeşme’’ tesmiye buyurduğu tarîkat-ı aliyyemiz fi zamâninâ (zamanımızda) bulunur ve bilinir bir nîmeti uzmâ (büyük nîmet) olmayıp ancak tevfîk-i sübhânî ve fazl-ı ilâhiye mahsus olduğundan, zât-ı âliniz gibi bir ihvânın (din kardeşin), bu nimete nâiliyetiniz, âcizlerince pek büyük sebebi iftiharı ise de, malumunuz acizleri esnaflıkla büyümüş ve mektup yazmayı öğrenememiş ve alışmamış olduğundan, mektuplarınızı cevapsız bırakmaktan olan kusurlarımın afvını istirham ederim.
Ancak mâlûm-u âlîleri buyurulduğu vecihle, insan için lazım ve elzem olan şey, mesleğinin nihayetine ermektir. Ve bu ise bâlâda (yukarıda) nakleylediğim âyet-i celîlenin hakikati ile âmil olarak âyet-i celîle-i mezkûrenin (zikrolunan âyet-i kerîmenin) sırrına mazhar olmaktan ibaret bulunduğu cihetle, gece gündüz bunun tahsiline bezl-i himmet buyurmanızı temennî ederim.
Ve minellâhit-Tevfik (Başarı Allah’tandır)
Esselamü Aleyküm ve alâ Ehlibeytiküm Ecmaîn.
5 Ağustos 1327
Ahyolu’dan Hacı Ali (Rıza Bezzâz)
Bandırma’dan.
11 Muharrem 1325 Tarihli Mektub
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ah-î fillâh’ım Ali Haydar Efendi! 4 Muharrem 1325 tarihli mektubunuzu alıp cümlenizin âfiyet ve muhabbet üzere bulunduğunuza memnun ve mahzûz oldum. Cenâb-ı Hak dâim feyizlerini müzdâd buyursun. Rifat Efendi’nin rüyası sizi mahzun ettiği cihetle terakkinize sebep olmuştur. Daima,
“Bu dünyada kör olan kimse, âhirette de kördür. Üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ Sûresi:72) âyet-i celîlesini mülâhaza ederek, huzûr üzere bulunup zikrullâh ve murâkabeye devam ile:
“Muhakkak temizlenen kurtuldu.” (A‘lâ Sûresi:14) âyet-i celîlesinin sırrına mazhar olmak için çalışmalıdır. Kalbi ağyardan muhafazaya gayret etmelidir. “Kalp ağyardan muhafaza olunca, yâri talep etmeye hâcet yoktur.” demişler. “Zikrullâh ve murakabeye devam etmek, kalbin etrafına set çekmektir.” demişler. Öyle talebe filan derdiyle gönlü işgal ederek vakti zâyi etmemeli azizim.
Esselâmü Aleyküm ve alâ Ehlibeytiküm
11 Muharrem 1325
El fakir, el hakir hacı Ali
Bandırma
Not:
İhvânın cümlesine selâm-ı fakirânemi tebliğ buyurunuz. Bandırma’da Sınır Safer Yolu Camii şerifinin ehemmiyetini ve böyle bir Camii şerîfte Cuma ve Bayram namazları kılınmadığından dolayı ahâlinin üzüntüsünü zât-ı âlinize tarife hâcet yoktur. Bu defa hatipzâde Faik Efendi Bandırma’dan mazbatasını alıp Balıkesir’inde muamelesini almış olduğundan evkafça olan muâmele dahi himmetinize kalmıştır azizim.
[1] Münâfikûn Sûresi:9
[2] Tirmizî, Zühd:26
[3] Tirmizî, Büyû‘:4; İbnü Mâce, Ticârât:1
[4] İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, c.8, s.157
[5] Nûr Sûresi:37
[6] Hûd Sûresi:85
[7] Buhârî, Edeb:96; Müslim, Birr:165; Tirmizî, Zühd:50, Daavât:98
[8] el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2/165; İmâm-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3/14