Silsile-i Aliyye’nin on dördüncü altın halkası ulemanın önderi ve evliyanın serveri olan Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Kendisi zahirî görünüş olarak; orta boylu, güler yüzlü ve esmer tenliydi. Asrında zahir ve batın ilimlerinde benzeri bulunmayan ve bereketi dört bir yana yayılmış olan Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri gizli marifetleri ortaya çıkaran bir veliydi. Hicrî 8. yüzyılın en seçkin zatlarından olup, ariflerin kendisinin keremli eşiğine uğradığı, irşad ocağı etrafında döndüğü kâmil ve mükemmil bir mürşid idi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Mevlânâ Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri Buhara’ya bağlı olan Râmiten kasabasının Semmâs Köyü’nde dünyaya geldi. Genç yaşta aklî ve naklî ilimlerin tahsilini bitirerek her fende derin bir âlim oldu. Mevlânâ Hâce Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine intisap ettikten sonra ise nefs terbiyesine başladı. Feyiz ve kerametleriyle ihvan içerisinde mümtaz birisi oldu. Manevî menzilleri kat ederek sülûkte ulaşılması zor makamlara ulaştı. Şeyhi Hâce Azîzân Ali Râmitenî (Kuddise Sirruhû) hazretleri, vefatı yaklaştığında kendisini irşad makamına bıraktı ve bütün müridlerinin ona tabi olmalarını istedi. O da şeyhinden aldığı bu yüce görevi daha sonra halifesi Mevlânâ Hâce Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerine tevdi etti.[1]
Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) Hazretlerini Keşfetmesi ve Bazı Kerametleri
Nakşibendiyye büyüklerinin her biri yüksek kerametler ve keşifler sahibidir. Resulüllah’a (Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem) ittibayı ilke edinen bu büyüklerin kerametleri haddi zatında Kâinatın Efendisi (Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem) hakkında birer mucize mahiyetindedir.[2] Mevlânâ Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden harikulâde haller zuhur ederdi.
Bir keresinde er meydanından geçerken güreşmekte olan Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerini gördü. Orada durdu ve güreşi seyretmeye koyuldu. Yanındakilerden birisi içinden, “Şeyh hazretleri böyle bir işi acaba neden seyreder ki?” diye geçirdi. Bu düşünce, Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine Allah Teâlâ’nın izniyle zahir oldu. Bunun üzerine orada bulunanlara şöyle buyurdu: “Bu kimseler içerisinde öyle birisi var ki, insanlar ileride onun bereketinden ve sohbetinden çok istifade edecekler, yüksek derecelere nâil olacaklar.”
Bir süre sonra Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû), Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini gördü. İlk bakışında cezbe ile dolan kalbi hemen ona meyletti. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin nur dolu bakışları adeta kalbine işledi. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin peşinden gitti ve ondan inâbe aldı. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri ona: “Artık sen benim manevî evlâdımsın” buyurdu. Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretleri zahiren-batınen şeyhinin sohbetine devam etti ve her an zikir, fikir ve ibadetle meşgul oldu. Böylece onun en büyük halifesi oldu.[3]
Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin köyünde bir üzüm bağı vardı. Ara sıra bu bağa gelerek ağaçları budardı. Yalnız, budama işlemini yaparken çok gecikirdi. Bu gecikmesinin hikmeti istiğrak haline girmesiydi. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri, kendisinden öyle geçerdi ki elinden bıçağı düşer ve uzun süre orada kalırdı.[4]
Mevlânâ Bahâuddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinde bizzat müşahede ettiği kerametleri şu şekilde anlatır:
“Evlenme çağına geldiğimde dedem beni Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin huzuruna göndermişti. Yanına gitmeden bir önceki gece gönlümde bir tazarru ve niyaz fikri oluştu. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin mescidine gittim. İki rekât namaz kıldım ve ‘Allahım! Bana belâlara sabretmeye kuvvet, rabbânî muhabbetinde meydana gelecek olan mihnetlere tahammül etmeye tâkat ihsan eyle’ diye dua ettim. Sabah olunca Hâce Muhammed Baba Semmasi (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin yanına gittiğimde bana şöyle buyurdu: ‘Ey Oğul! Duanı şöyle yapmalısın: Yâ Rabbi! Rızây-ı ilâhîn neyde ise beni ona muvaffak kıl! Eğer Cenâb-ı Mevlâ hikmeti gereği dostuna bir bela verirse yüksek yardımıyla, belaya karşı tahammül kuvvetini de ihsan eder. Yoksa kulun kendi seçimi olarak belâ istemesi küstahlık sayılır, bu doğru değildir.’ Bu olay ondan gördüğüm ilk kerametti.”
Mevlânâ Bahâuddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri devamında şöyle anlatır: “Sonra Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleriyle beraber yemek yedik. Yemekten bir tane ekmek arttı. Bu ekmeği bana vererek yanıma almamı istedi. İçimden şöyle geçirdim: ‘Karnımızı doyurduk, henüz acıkmadan da eve varacağız. Acaba bu ekmek ne işimize yarayacak?’ Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri halimi keşfederek bana: ‘Faydasız düşüncelerden gönlü korumak lazımdır’ buyurdu.
Yola çıktıktan sonra bir eve geldik. Burası Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sevenlerinden bir zatın eviydi. Bizi son derece güler yüzle karşılayan ev sahibinin bir sıkıntısı olduğu da belliydi. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri sıkıntısının ne olduğunu sorunca mahcup bir şekilde cevap verdi: ‘Bir kâse sütüm var, fakat size ikram edebileceğim ekmeğim yok! İşte buna üzülüyorum.’ Sonra Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri bana döndü ve: ‘İşte ne işe yarayacağını düşündüğün ekmek bunun içindir’ buyurdu.”[5]
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin Büyüklüğüne Yönelik İfşaatları
Nefahâtü’l-Üns sahibinin naklettiğine göre, Mevlâna Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) Mevlânâ Muhammed Bahâuddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri doğmadan önce ne zaman Kasr-ı Hinduvân’dan geçse, “Buradan bir kâmil er kokusu geliyor, yakında bu Kasr-ı Hinduvân Kasr-ı Ârifân olacaktır” derdi.
Bir gün Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin evinden çıkıp Kasr-ı Hinduvân’a doğru yöneldiğinde: “O koku fazlalaştı. O er doğmuşa benzer” buyurdu. Gerçekten de Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri doğalı üç gün olmuştu. Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin teşrif ettiğini duyan dedesi onu bereketlenmesi için tam bir niyazla huzuruna götürdü. Bahâuddîn Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretlerini gören Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Bu çocuk bizim evlâdımızdır, biz onu kabul ettik!” Bundan sonra yanındakilere dönerek: “İşte kokusu bize ulaşan er budur! Bu çocuk ileride insanların kendisine uyacağı bir kimse olacaktır” buyurdu. Sonra Hâce Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerine dönerek şöyle buyurdu: “Oğlum! Bahâuddîn’in terbiyesini ve şefkatini eksik etmeyesin. Şayet bu konuda kusur edersen sana hakkımı helâl etmem!” Bunun üzerine Hâce Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretleri: “Efendim! Eğer vasiyetinizde bir kusur edersem merd (kâmil er) değilim” buyurdu.[6]
Halifeleri ve Vefâtı
Mevlânâ Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin başta Mevlânâ Hâce Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) olmak üzere, Hâce Sûfî Sûhârî, Hâce Mahmud Semmâsî ve Danişmend Ali (Kuddise Sirruhû) isminde dört büyük halifesi vardı.
Hâce Muhammed Baba Semmâsî (Kuddise Sirruhû) hazretleri hicrî 755 (m. 1354) yılında ebedî hayata irtihal eylemiştir.[7] Allah (Celle Celâluhû) bizleri şefaatine nâil eylesin. Âmîn…
Dipnotlar
[1] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, Dâru Ârâs, Erbil 2002, s. 373.
[2] et-Taftâzânî, Mes’ûd b. Ömer, Şerhu’l-‘Akâid, s. 91; Ayrıca bkz. er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1420, XXI/437; el-Kelâbâzî, Ebûbekir Muhammed, et-Ta’arruf li mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I/73.
[3] en-Nebhânî, Yusuf b. İsmail, Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ, Merkez-i Ehl-i Sünnet Berekâti Rızâ, Porbandar 2001, I/256.
[4] Mevlânâ Safî, Ali b. Hüseyin, Reşahât Tercümesi, İstanbul, s. 63.
[5] Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 39.
[6] Mevlânâ Câmî, Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi’î Çelebi, İstanbul, s. 414.
[7] el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 44.