İnsan yaratılışı ile birlikte kendisine verilen kuvvet nimetlerini hayır ya da şer için kullanır. Hayatın tercihlerden ibaret olması hikmeti ile kul, bu kuvvetlerin kontrolünden, idare edilmesinden, çekip çevrilmesinden ve yapılacak fiile ne şekilde kaynak olacağından sorumludur. Nefsi dizginlemek söz konusu olunca oruç ibadetinin etkisi, kendini diğer ibadetlerden ayıracak özelliklere sahiptir. İnsana bahşedilen akıl ve şehvet kuvvetinin hangi yönde kullanılacağın iradesi, oruç ile zorlu bir imtihana tabii tutulur.
Akıl kuvveti, öfke ve şehvet kuvvetinin yanında ve bunları doğru kullanabilmek için verilmiştir. İlim ile birlikte doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırma yetisidir. İradenin, insanın aklı ile herhangi bir eylemde iyi kötü ayrımı yapması sonucu bahsedilen fiile olan eğilimi, olduğu hatırlanırsa akıl ile iradenin şehvet kuvvetini nasıl kontrol altına alabilecek bir yeti olduğu ortaya konulmuş olur. Akıl kuvveti ile ilgili en sıkıntılı durum, bilginin yani ilmin, aklın yani iradenin insanları iyi-kötü ayrımında her zaman doğru yolu bulmayı sağlamıyor olmasıdır. İşte bu noktada devreye kudret girer, yani iradenin yapılabilme, yapılırsa sürdürülebilme yeteneği. Bu durumu soyutun somuta, düşüncenin fiile dönüşmesi olarak ta algılayabiliriz. İlim ile öğrendiğimizi, akıl ile irade ettiğimizi kudretimiz ile hayata geçirme…
Oruç ile Sabır Arasındaki Münasebet
Şehvet kuvvetinin oruç ibadetinde imtihanı sabır ile sınanmasıdır. Oruç ile sabır arasındaki bağı anlamak belki de orucun hakikatini kavramakta bize mihenk taşı olacaktır. Orucun sabrın yarısı olduğuna dair gelen bilginin işaret ettiği mana sabrın yönlerini ve ihtivasını anlatır bizlere. Sabırdan kasıt 2 yönlüdür. İlki fiilde sabırdır. Şehvet kuvveti temelde cinsel istek ve arzu olarak bilinse de parçalarından biri yemek isteğiyle ilgilidir. “Şehvet” ve “iştah” kelimelerinin aynı kökten geliyor olması birbirleriyle ilişkilerinin daha rahat anlaşılmasını sağlayacaktır. İki durum da bir kişiye ya da nesneye olan arzuyu anlatır. Hedefler farklı olsa da nefiste tatmin hisleri yakınlık gösterir. Bu sebeple genelde yeme ihtiyacı fazla olanların cinsel dürtüleri de fazladır. İtidal noktasından bakılacak olursa yeme arzusu vücut direncinin artması, ihtiyacı olan kuvveti kazanması ve yapmak istediği fiillerde hareket kaynağını sağlaması için vesiledir. Cinsel arzu ise hem neslin devamı hem de bedeni ihtiyacın karşılanması için gereklidir. Bu noktada sabır, daha mekaniktir ve sadece ihtiyacın ertelenmesi, tehir edilmesi ve izin verilen zaman aralığında tatmin edilmesi üzerinedir.
Sabırdan kasıt ikinci anlamda düşüncede sabırdır. Nefsin arzularından uzak durmanın en kısa yolu, bu ihtiyaçların karşılandığında alınacak zevkler hakkında hayal kurmamaktır. İnsanın doğası düşünülen nesnenin ya da eylemin bir süre sonra amaç haline gelmesine meyillidir. Düşünce alanının tamamı kontrol edilemez, bazen bazı şeyler ”aklımıza gelir”, biz getirmesek de. Aklımızdan çıkartmaya çalışmak ise çözüm değildir. Aklımızdan neyi çıkartmamız gerektiğini düşündüğümüz anda zaten düşünmememiz gereken şey aklımızdadır artık. Özellikle saplantılı düşünceler, obsesyon/takıntı nesneleri, olumsuz anılar, hoşlanılmayan tecrübeler ya da kişiler bu gruba dahildir. Bahsedilen durum genelde yoğun duygularla bağlantılı düşünceleri içerir; cinsel arzu gibi, aşk gibi, nefret gibi, yeme isteği gibi. Kurtulma yolu ise bu düşüncelerin akla gelmesine aldırmadan ve o doğrultuda hareket etmeden, düşünceyi dallandırmadan, sonunda elde edilmesi beklenen lezzeti dikkate almadan geldiği ve başladığı yerde bırakmaktır. Düşüncenin gelmesi size ait değildir ama devamını düşlemek size aittir ve engellenebilir. Rahatsız eden ya da olumlu fiilleri engelleyen düşüncelerle savaşmanın yolu aslında savaşmamaktır. Pasif direniş de diyebileceğimiz bu durum, düşüncenin sizi sarıp sarmalamasına engel olmanızdır. Bahsedilen düşüncelerin gelmesi değil, bunun insanın kendi iradesi dâhilinde kudret gösterip eyleme dökülmesi bizi zor duruma sokar. Oruçta düşünce ile ilgili sabır, tam bu noktada önem kazanır. Akla gelen tahayyül edilmeyip, detaylandırılmayıp, bütün yönleri düşünülmeyip olduğu yerde bırakılır ise kalp bununla meşgul olmaz. Çünkü nefsin akla verdiği oyun gereksiz düşünceler ile örülü hayali bir dünyada, olması meçhul ya da zararlı sonucu, gerçekleşmese bile gerçekleşmiş gibi hissettirmektir. Bu da o fiilden alınan zevkin gerçek anlamda olmasa dahi zihinde yaşatılması anlamına gelir.
Orucun ilmi olarak vasfını bilmek ve tutmayı irade etmek fiile ve akla hükmetmek noktasında kudrete ihtiyaç duyar. Orucu oruç yapan, mükâfatının ancak Allâh (Celle Celâlühû) katında olmasını sağlayan sadece fiziksel tatminleri ertelemek değil düşüncede rızanın peşinden koşmaktır. Bu da ancak kalbin sadece yapılanla meşgul olması ile mümkündür. Bu açıdan bakılınca aklın ve kalbin oruca zarar verecek düşüncelerden arınması, şehvet ve iştahın dizginlenip ertelenmesinden daha önemlidir. Çünkü niyetin hâsıl olduğu yer olması hasebiyle, kalp insanı doğruya götürür.
Oruç Hâldir, Histir ve Duygudur
Oruç haldir, histir, duygudur ve bunu ancak orucu tutan anlar. Herhangi bir şekilde hissettiklerini, vazgeçtiklerinin onda bıraktığı duyguyu ortaya koyma imkânı yoktur; açıklanamaz ve anlatılamaz bir ruh halidir. Dışardan bakan sizin yemediğinizi, içmediğinizi, cinsel ihtiyacınızı gidermediğinizi sadece bilgi noktasında anlar. Çünkü bu eylemler yapılmamıştır, bu açıdan oruç aslında yapmamaktır. İradenin kudret ile fiile dönüşümü, namaz ve hac gibi dışarıdan görülen bir ibadetle değil; vasfını ve hissini, tutanın kalbini ancak Allâh (Celle Celâlühû)’ın bildiği bir ibadetle ortaya çıkar. Bu sebeple oruç, önce fiziksel ihtiyaçları erteler, sonra nefsin kibrini törpülemek için değerini bakanların anlayamayacağı ama Allâh (Celle Celâlühû)’ın takdir edeceği bir ruh haline sokar insanı. Müslümanın en büyük derdi Rıza-i İlahi ye ulaşmaktır. Bu hedefte kibirden uzaklaşmanın yolu oruç ile sadece fiilden değil, hayra sevk etmeyen düşünceden dahi uzak durmakla mümkündür. Hedefe ulaşmak için gerekli olan ise sadece eylemin değil belki de asıl olarak aklın ve kalbin halis niyet üzere olmasını temin etmekle ve “birçok kapıdan” uzaklaşıp “tek bir kapıya” gelmekle olacaktır. Niyet asıldır, onu halis tutacak olan aklın ve kalbin gereksiz düşüncelerden uzak durmasına gayret etmektir.