Modern hayat bizi tarihteki birçok şeye yabancılaştırdı. Yabancılaştığımız bu unsurlardan biri de su pınarlarıdır. İslâm medeniyetinde su pınarları ve çeşmelerin bu derece önemli bir yere sahip oluşu, İslâm ahkâmına bağlı olarak düşünülmelidir. Zira İslâm fıkhında sular ve kuyular bahsi önemli bir yer tutar. Bu bahislerde yer alan hükümlere göre, suyun temiz ve temizleyici olmasını sağlayan faktörlerin başında akıcı olması gelir.[1] İslâm ile müşerref olmamış bulunan coğrafyalarda su kaynağı olarak üzeri açık ve büyük su hükümlerine tâbî olmayacak nitelikte su birikintilerinin yaygınlığı da, inançlarında su ile alâkalı bu tür hükümlerin yer almayışına bağlı olarak anlaşılmalıdır.
İslâm medeniyetinin aynı zamanda bir su medeniyeti olarak gelişimi, su kaynaklarına yönelik fıkhî esasların yanı sıra, yerleşim birimlerine, hayvanlara ve nebatata su sağlamanın fazîletine dair nebevî öğütlere bağlı olarak gerçekleşmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sadakanın en fazîletlisi su teminidir”[2] buyurmak suretiyle bu işin faziletini beyan etmiştir.
Sahâbe-i Kirâm ve onlara ittiba eden nesiller de geçmişten günümüze kadar bu fazilete binaen su kaynaklarının bakımı ve sağlanmasına her daim önem vermişlerdir. Vakfiyeler arasında su vakıflarının önemli bir yer tutması da bunu göstermektedir. Yer üstüne çıkan suların zamanla mühim bir çeşme kültürüne vesile olması ve buradan eşsiz bir mimarinin ortaya çıkmış olması da konuya atfedilen ehemmiyetin bir başka açıdan tezahürüdür.
Su kaynakları, insanın en hayatî ihtiyacını sağladığından, köylerin ve her türlü yerleşim biriminin kurulması ve plânlanması konusunda da esas alınır. Birçok mevki, kendisini yeşerten su kaynaklarının adıyla anılır. İnsanlarla su kaynakları arasında, günümüz insanının anlamlandırmakta zorlanacağı türden bir bağ oluşur.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, mahlûkata karşı en yüksek merhamet hissine sahip bulunan Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hayatında da su pınarları önemli bir yer tutmuş ve siyer kitaplarımız bu konuyla ilgili rivâyetleri büyük bir titizlikle kaydetmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Su İçtiği Pınarlar
Buyûtü’s-Sukya: Bedir yolu üzerinde, bir rivayete göre de bizzat Bedir’de bulunan bu pınardan Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Bedir gazasına çıkarken haberdar olmuşlar ve buradan su getirterek içmişlerdir.
Bi’r-i Gars: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in çok sevdiği pınarlardan biri idi. Nitekim O’nu şu sözleri ile methüsena etmişlerdir: “ Gars ne güzel bir gözedir. O, cennet pınarlarından bir pınardır; suyu, suların en tatlısıdır.”[3] Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gasl suyunun da buradan alındığı rivayet edilmiştir.
Bi’r-i Buzaa: Medine’nin Benî Sâide hanedanı semtinde, bahçelere akan su kanalı üzerinde bulunan bir kuyudur. Sehl ibni Sa‘d (Radıyallâhu Anh): “Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Buzaa kuyusundan çektiğim sudan ikram ettim” buyurmuştur.[4]
Bi’r-i Ebî Enes: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hane-i saadetine daha yakın bir kuyudur. Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin evine misafir olarak teşrif ettiği zamanlar da bu kuyudan getirilen su ikram edilirdi.[5]
Bi’r-i Rûme: Gıfar kabilesinden bir şahsa aitti. Adı ile de, tadı ile de şöhret olmuş tatlı bir su kaynağıdır ki, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu şu sözleri ile övmüştür: “İşte bu, şeker tadında, lezzetli bir sudur.”[6]
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Dinlendirilmiş Su İçmeyi Severlerdi
Risaletmeab Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), içtikleri suyun sağlıklı ve kaliteli, tadının da güzel olmasına önem gösterirlerdi. Bununla birlikte, içme suyunun dinlendirilmiş ve testi içerisinde gecelemiş olmasına da ehemmiyet verirlerdi.
Nitekim Câbir ibni Abdillâh (Radıyallâhu Anh), bu konuyu şöyle anlatmaktadır: “Bir defasında Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) ile birlikte, Ensardan bir zatın yanına uğradılar. Bu zat ise bahçesini suluyordu. Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona hitaben: “Eğer testinin içinde gecelemiş suyunuz var ise bize ikram ediniz; yok ise şuradaki sudan içelim” deyince o zat: “Ey Allah’ın Peygamberi testinin içinde dinlenmiş suyumuz var” dedi ve çardağa kadar gidip bir bardak dinlenmiş su aldı. Üzerine de koyunun sütünden birazcık sağdı, böylece Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ikram etti. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de aynı şekilde arkadaşına ikramda bulundular, o da bu minval üzere içti.”[7]
Dipnotlar
[1] Konuyla ilgili hükümler özetle şöyledir:
“Temiz ve temizleyici olan ve kerahetten beri bulunan sular; üç vasfı (rengi, tadı, kokusu) bozulmamış ve kendisinde keraheti gerektiren bir şey bulunmamış olan mutlak sular bu kısma girer. Bu su, hem içilir, hem yemeklerde kullanılır, hem de onunla her türlü temizlik yapılabilir.
(…) Temiz olmayan sular; içine pislik düştüğü kesin olarak bilinen yahut fazla bir zanla bilinen az miktardaki sulardır. Böyle sular pis hükmündedir. Ancak büyük su hükmünde olan kuyu ve havuz gibi sulara pislik düşünce, o suyun üç vasfından birini (tat, renk veya kokusunu) değiştirirse o zaman bu büyük su da pis olur. Aksi halde büyük sulara necaset düşmekle, vasıflarından birini kaybetmedikçe pis olmazlar. Akar halde olan sular da böyledir. Böylece büyük sularla akar halde olan sular aynı hükmü taşımış oluyorlar.
Durgun olup akar halde bulunmayan suların kare şeklinde bulunmaları halinde yüz ölçümünün yüz arşını bulması ile ve daire halinde olanların çevresi otuz altı arşını bulması ile bunlar büyük su sayılırlar. Bu ölçüden az olanlar da küçük su hükmündedir.
Akar halde olan sulara gelince, bunlar az olsun, çok olsun büyük sular (büyük havuzlar) hükmündedir. Böyle bir akarsu içine düşen bir pislikle suyun üç vasfından biri değişip bozulmadıkça, bu su temizdir ve temizleyicidir. Bunların derinliğine bakılmaz. Avuç ile alınan sudan dolayı, suyun dibinin açılmaması, büyük su olmak bakımından yeterlidir. Bir suyun da akıcı sayılabilmesi için, en az bir saman çöpünü götürmesi lazımdır.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Sad. İsmailağa Fıkıh Kurulu, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 71-72.
[2] Ebû Dâvûd, Zekât:41; İbnü Mâce, Edeb:8
[3] İbni Sa‘d, Tabâkât, c. 1, s. 504.
[4] İbni Sa‘d, Tabâkât, c. 1, s. 505.
[5] İbni Sa‘d, Tabâkât, c. 1, s. 504.
[6] İbni Sa‘d, Tabâkât, c. 1, s. 506.
[7] İbnü Mâce, c. 2, No. 3432.