Akaide dair telif edilen her kitap ya da yazılan her yazı aynı zamanda devrinin bu sahadaki cereyanlarının bir yansıması özelliği taşır. Bilhassa nübüvvet inkârcılığının deizm gibi farklı bir isimle tekrar hortlatıldığı günümüzde, nübüvvet inancına dair yaklaşımlar da bu gündeme ışık tutan bir mahiyete sahip olmak durumundadır.
Nübüvvet inkârcılığına meyledenlerin istisnasız tamamında gördüğümüz eksiklik, ulûhiyetin manasını bize sunulan bilgiye rağmen anlayamamak ve nübüvvet ile münasebetini kuramamaktır. İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin itikadı ehl-i sünnet itikadına düzeltme konusunda, muhtemelen devrinin inanç sahasındaki sorunlarını göz önüne alarak tavsiye ettiği[1] el-Mu‘temed fi’l-Mu‘tekād müellifi et-Türpüştî (v. 661), risalesinde nübüvvete ulûhiyetten hemen sonra yer verir. Bu tercihini yaparken şu hayatî tespiti dikkatlerimize sunar: “Bu bâbın tertibini Kitap ve Sünnette bildirildiği şekilde (önce meleklere ve kitaplara sona peygamberlere iman sıralamasıyla) yazmak isterdik ama burada önce Peygamberlere imandan başlamayı düşündük. Zira melekleri tanımak ve Allah Teâlâ’dan gelen kitapları bilmek, Peygamberler olmadan elde edilemez. Aynı şekilde Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarına, şeriatlara, öldükten sonra dirilmeye, haşır ve neşir ahvâline, kabir, kıyamet ve ahiret hâllerine dair bilmediğimiz bütün şeylere, Peygamberlerin gelmesi ve bildirmesi ile vâkıf oluyoruz. Zaruret ve ihtiyaç bunda daha çok olduğundan, bu bölümü öne aldık…”[2]
Peygamberlerin Özellikleri
Nübüvvete yönelik tartışmaların iddia edildiği kadar kayda değer bir seviyede olmasa da göz ardı edilemeyecek bir yer tuttuğu günümüzde, peygamberlere iman esası daha bir öncelik kazanmış gibidir. Her varlığı ve olayı algılayabilmek için duyu organları, akıl veya habere ihtiyaç vardır. Detaylı bir şekilde tanıyabilmek de bahsettiğimiz haber olarak gelen malûmatla ve o şeyin özelliklerine dair açıklama ve detaylarla mümkün olur. Bilhassa habere yani bilgiye dayanan hakikatlerin anlaşılabilmesi ise onun sıfatlarını yani özelliklerini bilmeye bağlıdır. Nitekim günümüzde gerek ulûhiyet gerekse nübüvvet konusunda bazı şeyleri anlayamadığı gerekçesiyle inkâr ettiğini belirten kişilerin temel eksiği, yüce dinimizin inanmamızı emrettiği inanç esaslarını mahiyet ve sıfat açısından kavrayamamış olma durumudur. Nitekim tarihte Yahudi ve Hristiyanların da sapmalarının temel sebeplerinden birinin peygamberlerle ilgili yanlış görüşleri olduğu açıkça bilinmektedir. Bu sebeple, peygamberlere iman konusunun sindirilebilmesi, zihinlerde ve gönüllerde yerleştirilebilmesi için onların hususiyetlerini bilmek elzemdir.
İnsanlara her anlamda örnek olabilmek ve tebliği engelleyebilecek bir durumun vaki olmaması hikmetlerine bağlı olarak peygamberler beşer cinsinden ve erkekler arasından seçilmişlerdir. “Istifâ” terimiyle ifade edilen bu seçilmişlik, peygamberlerin üstünlüğüne ve bu yüce vazifenin çalışmakla elde edilemeyecek özel bir makam olduğuna dair kesin bir vurgudur. Hür olmak, adaletli olup insanlarla daima adaletle hükmetmek gibi özelliklere sahip olan peygamberlerin temel sıfatlarının yanı sıra insanî özellikler açısından sahip olması gereken birtakım özellikler ve uzak bulunması gereken bazı hususiyetler de söz konusudur. Nitekim ana-babası zinaya bulaşmamış olmak; katılık, kabalık ve kötü huylardan, alaca ve cüzzam gibi insanların yaklaşmasına engel olacak kusurlardan, görgü ve ahlâk açısından “düşüklük” olarak değerlendirilebilecek hâllerden, düşük mesleklerle iştigalden ve ümmetin kabulünü etkileyebilecek her türlü vasıf, hâl ve fiillerden uzak bulunmak gibi ayırt edici vasıfları da mevzu bahistir.
Doğru Olmak (Sıdk)
Peygamberler doğru sözlüdürler, asla yalan söylemezler. Zira Allah Teâlâ’nın vahyini eksiksiz olarak naklettiklerinin kabulü noktasında bu güveni insanlara vermiş olmaları şarttır. Kur’ân-ı Kerîm’de, peygamberlerin doğru sözlü kimseler olduğu defaten vurgulanmış,[3] gerek tüm peygamberler genelinde gerekse bi’setinden önce de “emin” bir kimse olarak tanınan[4] Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) özelinde Allah Teâlâ’nın vahyine hiçbir şey karıştırmayacaklarına özellikle vurgu yapılmıştır.
İnsanlara hakikati tebliğ, kitap ve sünneti öğretme ve tezkiye gibi hikmetlerle örnek olarak gönderilen peygamberlerin, bu örnekliğe halel getirecek bir hâlde bulunmaları söz konusu dahî edilemeyecek bir durumdur. Peygamberlerin bir başka özelliği de ümmetlerine şahit olmalarıdır.[5] Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrıca diğer peygamberler ve kendisinin dünya hayatından önceki ümmetler üzerinde şahitlik vasfını haizdir. Dolayısıyla, Allah Teâlâ katında şehadeti en makbul insanların “doğruluk” açısından bir eksiklik taşımaları asla düşünülemez.
Güvenilir Olmak (Emanet)
Peygamberler, asla hıyanet etmeyen güvenilir kimselerdir. Kur’ân-ı Kerîm onları, “güvenilir elçiler” olarak tavsif etmiştir.[6] Onların gündelik hayatta güvenilirliklerini sarsacak birtakım hâl, hareket ve tavır içerisinde olmaları yahut kendilerinden buna halel getirecek türden sözler sadır olması hiç şüphesiz vahyi tebliğe yönelik vazifelerinde eksikliğe sebep olacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’in kendilerinin dilinden, «Âyetlerimiz onlara açık seçik bir hâlde devamlı okunduğu zaman, o Bize kavuşacaklarını ummayan (müşrik) kimseler: “İşte bundan başka bir Kur’ân getir! Ya da onu değiştir!” dedi(ler). (Habîbim!) De ki: “(Allâh’ın bir hükmü neshetmesi söz konusu olmaksızın) onu kendi tarafımdan değiştirmem benim için olacak bir şey değildir! Ben (hiçbir artırma, eksiltme ve değiştirme yapmaksızın) ancak bana vahyolunmakta olan şeye hakkıyla uyarım! Çünkü ben (kendi kafamdan Kur’ân’ı değiştirerek) Rabbime isyan edersem, gerçekten pek büyük bir günün azabından korkarım!»[7] hakikatini Resûlüllâh Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) özelinde beyan ettiği peygamberler için böyle bir durum asla düşünülemez.
Zeki ve Anlayışlı Olmak (Fetanet)
Peygamberler, muhakeme ve zekâ seviyesi yüksek kimselerdir. Zira onlar tebliğ gayesiyle yöneldikleri kimseleri ikna için zaman zaman mucizelerle desteklenmişseler de çoğu zaman aklî deliller getirmişlerdir. Hazreti Nûh, Hazreti İbrahim ve Hazreti Mûsâ’nın bu noktadaki mücadelelerini Kur’ân-ı Kerîm bizlere, kavimlerinin itirazlarına yönelik cevaplarıyla beraber diyaloglar hâlinde aktarmıştır.[8] Resûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz de gerek müşriklerin gerek Hristiyanların gerekse Yahudilerin sorularına, kendisine gelen elçilerin suallerine bizlere örnek niteliğinde aklî cevaplarla mukabele etmiştir.
Vahyi muhafaza bağlamında, muarızların itiraz ve desiselerine karşı korunaklı olabilmek de keskin bir zekâ ve ince bir kavrayış gerektirir. Peygamberler bütün bu üstün vasıflarla donatılmış kimselerdir.
Korunmuşluk (İsmet)
Peygamberler, ilâhî vahyi insanlığa ulaştırmakla vazifeli şahsiyetler olduklarından, vazifelerine herhangi bir şey karışmaması için korunmuşlardır. Bu onların gizli veya açık, hiçbir şekilde günah işlemeyecekleri anlamına gelir. Kelâm âlimlerimiz, kendilerinden “zelle” olarak ifade edilen birtakım sürçmelerin söz konusu olabileceğini belirtseler de bu durumun muhatapların bilgisine muhakkak sunulacağını da eklemişlerdir. Peygamberlerin hüküm koyması ve özellikle de “Ne inanan bir erkek ne de inanan bir kadın için Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman onlar için; kendi işlerinden (diledikleri arasında) birini seçmeleri olamaz!..”[9] âyet-i kerîmesinde olduğu gibi Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) özelinde yahut da genel manada peygamberlerin hükmüne ram olmanın lüzumunu anlatan hakikatler, peygamberlerin korunması zaruretini ifade etmektedir.
Bahsettiğimiz korunmuşluk sadece günahlarla da sınırlı değildir. Tebliğe muhatap olan kimseleri kuşkuya düşürecek ve teveccühlerinden uzaklaşmaya sebebiyet verecek durumlarda veya hakikatin hilâfına beyanlarda bulunmak, korundukları diğer hususlardır.
Tebliğ
Peygamberlerin aslî vazifesi, Allah Teâlâ’nın kendilerine indirdiği vahyi hiçbir değişiklik yapmaksızın doğru şekilde iletmektir. Vazifelerini ifa ederken hiçbir etkide kalmaz, kınayan ya da karşı çıkanların tavrına aldırış etmeyip tebliği insanlara ulaştırırlar.
Peygamberlerin tebliğ vazifesinin, sadece gelen vahyi olduğu gibi aktarmaktan ibaret olmayıp kapalı hususları herkesin anlayabileceği şekilde açıklamayı ve fiilî olan kısmı bizzat tatbik edip öğretmeyi kapsadığını da ifade etmek gerekir. Onlar; iyilik ve güzellikleri emreder, fenalık ve kötülüklerden nehyeder, güzel sonla müjdeleyip kötü sondan korkuturlar.
Sabırlı Olmak
Kur’ân-ı Kerîm’in çokça tavsiye ettiği güzel hasletlerden olan “sabır”, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Onlar içerisinde en çok mücadele veren, yüksek sabır ve fedakârlık gösteren, büyük bir irade ve kararlılık sahibi olan; Hazreti Nûh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed Mustafa (salavatullahi ve selamuhu ala nebiyyina ve aleyhim ecmain) efendilerimiz “Ulü’l-Azm” olarak anılmış ve üstün kılınmış büyük peygamberlerdir.[10]
Hepimizin Vazifesi
Bilgi çağı olarak anılan fakat bilgiye ulaşım vasıtalarının çokluğuna rağmen esasında cahiliye karanlığına benzer bir kargaşanın yaşandığı devrimizde, insanları doğru bilgiyle buluşturma noktasında bir şeyler yapmak hepimizin vazifesi. Özellikle itikadî kırılmaların had safhaya ulaştığı günümüzde hepimiz elimizden geldiğince insanları bilgilendirmek, şüphelerini gidermek ve özellikle de itikatlarını düzeltmek konusunda Müslüman kimliğimizin lüzumu olarak vazifeliyiz.
Dipnotlar
[1] “Ehl-i sünnetin doğru itikadını edinmek için büyük imam Türpüştî’nin Risalesini okumak pek münasiptir. Anlaşılması da kolaydır. Sohbetteki derslerinizde okursanız çok iyi olur.” (Mektûbât-ı Rabbânî, 1. cilt 193. mektup)
[2] Fadlullah Şihabüddin Ebû Abdillâh ibni Hasan et-Türpüştî, eI-Mu‘temed fi’l-Mu‘tekād, trc. Süleyman Kuku, Damra Yayınları, İstanbul, 2018, s. 89.
[3] Bkz. Meryem Sûresi, 41, 54 ve 56; A‘râf Sûresi, 43 ve 105; Zümer Sûresi, 33; Hâkka Sûresi, 40-47.
[4] Buhârî, “Enbiya”, 1, “Kader”, 1.
[5] Bkz. Nisâ Sûresi, 41.
[6] Bkz. Şu‘arâ Sûresi, 107, 143, 162, 178; Duhân Sûresi, 18.
[7] Yûnus Sûresi, 15.
[8] Bkz. Bakara Sûresi, 258; Hûd Sûresi, 32 ve Nahl Sûresi, 125.
[9] Ahzâb Sûresi, 56’dan.
[10] Bkz. Ahzâb Sûresi, 7.