Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in üstün özelliklerinin yanı sıra, fizikî özelliklerini bilmenin de ona muhabbet duyma konusunda tesirli olduğu, ‘Şemâil-i Muhammediyye Ne Demektir?’ başlığıyla site içeriğimizde daha evvel yayımlamış olduğumuz bir yazımızda beyân edilmişti. Mezkûr makalemize erişim sağlamak için tıklayınız. Bu yazımız, Şemâil-i Şerîf’in muhtevasını ilişkindir.
Hasen (Radıyallâhu Anh), dayısı Hind ibni Ebî Hâle (Radıyallâhu Anh)a, dedesi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şemâilini sormuştu. Küçükken Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in terbiyesi altında büyümüş olan ve bu sebeple Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in târifini çok iyi yapan Hind (Radıyallâhu Anh) şöyle anlattı:
“Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) haddizâtında büyüktü, kendisini görenlerin nazarında da büyük görünürdü.
Ne kadar istese de hiçbir kimse görmezlikten gelerek O’na hürmeti terk etme gücünü kendinde bulamazdı.
Mübârek yüzü hafif değirmi (yuvarlak) ve dolgunca idi. Rengi; pembe beyaz olup, ayın ondördü gibi parlardı.
Mübârek boyu; ortadan uzunca, çok uzundan da kısacaydı. O, kavminin orta boylusu idi.
Mübârek başı; büyükçe idi ki, bu O’nun idrâk gücüne delâlet etmekteydi.
Mübârek saçları; kıvırcıkla düz arası, hafifçe dalgalıydı.
Yeni yıkanmışken kolayca şekil alabildiğinde saçlarını sağa ve sola ikiye ayırırdı, değilse ayırmazdı. Mübârek saçını salıverdiğinde kulak yumuşaklarını geçerdi.
Mübârek rengi bembeyaz ve parlaktı.
Mübârek alnı genişti.
Mübârek kaşları yay gibi ince, uzun ve düzgündü. O şekilde ki, hiçbir tüy diğerini geçmezdi.
Mübârek kaşları birbirine yakın olmayıp çok mükemmeldi. Mübârek kaşlarının arasında bir damar vardı ki, Allâh için kızması onu harekete geçirirdi.
Mübârek gözleri irice olup, kudretten sürmeliydi. Siyahı çok siyah, beyazı da çok beyaz olup, akında hafif pembelik karışık idi.
Mübârek burnu hafif uzunca olup ucu inceydi. Mübârek burnunun üzerinde öyle bir nûr vardı ki, iyice bakmayan kişi sahip olduğu nûrdan dolayı ortasını çıkıntılı zannederdi.
Mübârek sakalı, çok gür ve büyükçe idi.
Mübârek yanakları; düz olup çıkıntılı değildi.
Mübârek ağzı; genişti ki, bu da fesâhatının bir delîli idi.
Mübârek dişleri; çok keskin ve parlak olup, üst dişlerinin arası hafifçe açık idi.
Mübârek boynu; gümüş gibi güzel ve parlaktı. Düzgünlük ve doğrulukta sanki tasvîr (çizme resim) gibi idi.
Mübârek uzuvları birbirine çok uyumlu ve münâsip idi.
Mübârek bedeni mûtedil bir şekilde etli olup, mübârek etleri sarkık değildi.
Karnı şerifleri ve göğsü şerifleri birbirine müsâvî (eşit konumda) idi. Mübarek göğüsleri genişti ki, bu O’nun asilliğinin ve gücünün alâmetiydi.
Mübârek omuzlarının arası geniş idi.
Mübârek kemiklerinin eklem yerleriyle omuz başları ince idi ki, bu O’nun mükemmel kuvvetinin delîli idi.
Mübârek uzuvlarının tüysüz kısmı çok parlak ve nurlu idi.
Mübârek vücudu kılsız olup, sâdece göğsünden göbeğine doğru inen bir tüy şeridi vardı.
Mübârek kolları ve omuzları tüylü olup, mübârek kolları uzunca idi.
Mübârek el ayası genişçe idi ki, bu O’nun hem sûreten hem mânen elinin açıklığının delîli idi.
Mübârek elleri ve ayakları irice idi.
Mübârek parmakları ince idi.
Mübârek tabanlarının boşluğu mûtedil olup, ne çok çıkıntılı, ne de çok düşük idi.
Mübârek ayakları düz, pürüzsüz ve yumuşak olduğu için kayganlığından su tutmazdı.
Yürüdüğü zaman meyilli ve engebeli bir yerde yürürcesine ayaklarını sürtmeden sertçe kaldırıp geminin suda akışı gibi yürürdü ve yokuştan iner gibi sallanırdı.
Yürümesi sekînet ve vakarla olup, adım araları geniş idi.
Bir tarafa bakarken sâdece mübârek başıyla değil, bütün vücûduyla o tarafa yönelirdi.
Mübârek göz uçları yere doğru eğik olup, vahiy bekleme ânı dışında yere bakışı, göğe bakışından daha uzun vukû bulurdu. Bu da O’nun sekînet ve emniyetinin delîli idi.
O’nun bütün bakışları: ‘Onlardan bâzılarına dünyâ hayatının süsü olarak kendilerini imtihan etmek için verdiklerimize gözlerini uzatma!’ (Tâhâ Sûresi:131) emrine imtisâlen zarûret miktarı idi.
Ashâbını önünde yürütür: ‘Arkamı meleklere bırakın!’ buyururdu. Son derece tevâzuundan dolayı karşılaştığı kişiye önce kendisi selâm verirdi.
Mübârek sırtında bulunan iki kürek kemiği arasında peygamberlerin sonu olduğunu gösteren nübüvvet mührü vardı.
Hülâsa; Kâinatın Efendisi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) insanların en cömerdi, en açık gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve en arkadaş canlısı idi.
Kendisini ilk defa görenler heybetine kapılır, fakat tanıyıp dostluk kuranlar O’nu çok severlerdi.
Hâsılı; Fahr-i Kâinat Efendimiz, gözleri kamaştıracak şekilde nûrların nûru idi. O’nu tarife çalışanlar: ‘Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra, O’nun gibi bir zat görmedik!’ derlerdi.[1]
Hadîs Kitaplarından Derlenmiş Bir Başka Anlatım
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in fizikî görünümünü ifade eden rivâyetlerden derlenmiş olan aşağıdaki anlatım da Şemâil-i Şerîf’i derlemiş olan bir anlatım olması açısından önemlidir:
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) beyaz ile kırmızı arasında son derece güzel renkli, göz bebekleri koyu siyah, gözleri iri, gözlerinin akında hafif kırmızılık, kirpikleri uzun ve sık, yüzü aydınlık, kaşları ince uzun ve kavisli, burun kemiği kalkık ve düzgün, ön dişleri seyrek idi. Yüzü uzuna meyilli yuvarlak, alnı geniş, göğsünü dolduracak şekilde gür sakallı, göğsü ve karnı eşit seviyede manen ve madden göğsü geniş, omuzları geniş, genel olarak kemikleri iri, pazuları kol ve bacakları kalın, avuçları ve ayakları geniş, el ayak ve parmaklarının uzunluğu gayet uyumlu, bedeninden çıkardığı giysiler parlak, göğsündeki kıllar göbeğine kadar ince bir hat şeklinde, boyu ne aşırı şekilde uzun nede çok kısa olmayıp orta boylu olduğu halde uzunluğu ile bilinen herhangi bir kimse onunla yürüdüğünde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o kimseden uzun gelirdi,
Saçları (ne düz ne kıvırcık olmayıp) dalgalı, (dişleri görünecek şekilde) tebessüm ettiğinde, dişleri şimşek gibi parlak, bulutlar gibi beyaz görünürdü, konuştuğunda ön dişlerinin arasından nur gibi bir aydınlığın çıktığı görülür idi. Boyun bakımından da insanların en güzeli olup, boynu ne kalın ve yağlı ne de yüzüne bitişik şekilde kısa idi. Beden azaları (sarkık ve gevşek olmayıp) birbirlerine kuvvetle bağlı, eti (kuru veya yoğun olmayıp) hafif ve latif idi.[2]
Allâh-u Te‛âlâ’nın sâlat ve selâmları; Rasulüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve Ehl-i Beyti ile tüm ashâbının üzerine olsun!
Dipnotlar
[1] Metnini vermiş olduğumuz rivâyetin özellikle dikkat çekmiş olduğumuz mükâlemeyi içeren kısmı şu şekildedir:
“Dayım Hind İbnu Ebî Hâle’ye Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in şemâili hakkında sordum. O, çok güzel vasfeden biriydi; şemâilinden bana (hayalen) takılacağım ve bağlanacağım bir şeyi vasfetmesini şiddetle arzu ediyordum.” (Tam metni için bkz. et-Tirmizî İmam Ebû İ’sa Muhammed, Şemâil-i Şerîfe, Hilal Yayınları, Ankara,1976, c.I, s. 18-19) Rivâyette yer alan ve Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)’ın ‘dayım’ şeklinde tanımladığı Hind İbnu Ebî Hâle (Radıyallâhu Anh), Hazreti Hatice (Radıyallâhu Anhâ) validemizin, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile izdivâcından evvel doğmuş bir oğlu olup, bu yolla Hazreti Fâtıma (Radıyallâhu Anhâ) validemizin üvey kardeşidir. Bu zât genç yaşta Müslüman olmuş ve Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in terbiyesinde yetişmiş; konuşmasının güzelliğiyle şöhret bulmuştur. Medine’ye hicret edenler arasında bulunup ‘Muhâcir’lerden olma şerefine erişmiş, Bedir ve Uhûd gazvelerinde de yer almıştır.
[2] Ahmed Cevdet Paşa’nın Hadis kitaplarından derleyip Kısas-ı Enbiyâ’ya kaydettiği anlatımdan yararlanılmıştır.