Hilâfet; ulemamızın “Hilâfet-i Muazzama-yi İslâmiye” olarak ifade ettiği, fıkıh metinlerimizde “İmâmet-i Kübrâ” olarak anılan, Allah Te‘âlâ’nın yeryüzündeki nizamının teminatıdır. Ecdâdımız Osmanlı, Yavuz Sultan Selim Han’ın hilâfet makamına nail olmasının ardından bu emaneti asırlar boyunca taşımış ve bu vazifeyi maksadına uygun bir şekilde îfâ etmişlerdir. 22 Ocak 1517’de kazanılan Ridâniye Zaferi, hilâfetin Osmanlı’ya intikaline vesile olması yönüyle tarihî açıdan büyük önem taşımaktadır.
Memlük Hânedânlığı, Haçlı ordularının bölgeden uzaklaştırılması, Moğol akınlarının bertaraf edilmesi, toplumsal ve ekonomik alanlarda istikrarın sağlanması ve kıtalararası uzanacak kadar geniş ticâret yollarının açılması gibi, târihî açıdan hayâtî önem taşıyan bu üç işe imza atmış, mühim bir hânedândır. Medeniyet kurmuş ve târihe yön vermiş olan bu hânedân, sanât ve mîmârî alanda da târihe damga vurmuştur.[1]
Osmanlı Devleti ve Memlükler’in Arasının Açılması
Osmanlı ile olumlu münâsebetlerini sürdürmesine karşın sonradan yaşanan bazı gelişmeler iki devleti karşı karşıya getirmiştir. Yavuz Sultan Selim Hân’ın Şâh İsmaili mağlûb ettikten sonra, daha önce Osmanlı Devleti’ne bey’ât hâlindeyken daha sonra taraf değiştirmiş ve Memlükler’e bey’ât etmiş olan Dulkadiroğulları Beyliği’ni de yıkıp topraklarına katması Memlükler’in, Osmanlı Devleti’ne cephe almasına hatta Osmanlı Devleti’ne karşı Şâh İsmail’le iş birliği yapmasına sebep oluştur. Bu dönemde Memlük Hükümdarlarının Osmanlı ile rekâbete girişmeleri hatta Osmanlı Devleti’ne karşı Venedikliler gibi birtakım gayr-ı müslim devletlerle de ittifâk kurmaktan kaçınmamaları sonucunda iki devletin karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz bir netîce olmuştur.
Savaşın Diğer Sebepleri
Memlükler’in bu tavrı üzerine İslâm târihinde fetih denildiğinde akla gelen ilk isimlerin başında gelen Yavuz Sultan Selim Hân, İslâm ümmetini daha güçlü kılma amacına dönük olarak, ümmetin bölünüp parçalanması konusunda tehdit olarak görülen tehditleri bertaraf etmek için harekete geçti. Evvela 24 Ağustos 1516’da Mercidâbık ovasında Memlüklerle gerçekleşen savaş kazanıldı ve Memlük Sultânı Kansu Gavri bu savaşta öldürüldü. Onun ardından devletin başına geçen Tomanbay’e kendisine tâbi olması durumunda Mısır vâlisi olarak vazife alacağını, bu talebi reddetmesi durumunda ise kendisine savaş açılmasından imtinâ edilmeyeceğini bildiren bir mektup gönderildi. Memlük devletinin Osmanlı Devleti’ne karşı geliştirmiş olduğu tehditkâr tavrın Tomanbay tarafından da sürdürülmesi üzerine Yavuz Sultan Selim Hân ilerleyişini devam ettirdi.[2]
Osmanlı Devleti’nin İlerleyişi ve Savaşın Gerçekleşmesi
Yavuz Sultan Selim Hân Mercidâbık muharebesinin ardından 28 Ağustos 1516’da Halep’i fethetti. 19 Eylül’de Hama, 21 Eylül’de Humus ve 27 Eylül’de Şâm teslim alındı. Bölgeyi hâkimiyeti altında bulunduran Lübnan emirleri de Osmanlı Devletinin hâkimiyetini kabul ettiler. Yavuz Sultan Selim Hân büyük bir hızla ilerleyerek 30 Aralık’ta Kudüs’ü ve 2 Ocak 1517’de Gazze’yi hâkimiyeti altına aldı. Memlük Sultânı Tomanbayın, Osmanlı hâkimiyeti altına girmeyi kabul etmemesi bir yana, Osmanlı Devleti’nin kendisine göndermiş olduğu elçiyi de öldürmesi sonucunda artık Venedikliler’den de top ve silah alarak Ridâniye’de güçlü bir savunma hattı kuran Tomanbay ile Yavuz Sultan Selim’in karşılaşmasından başka bir yol kalmadı.
Tomanbay ordusunu, güneyde Sinâ Çölü, batıda Nil Nehri bulunacak şekilde konuşlandırmıştı. Hendekler kazıp bunların önüne kumları yığdırarak siperler oluşturmuş ve topları bu siperlerin ardına mevzilendirmişti. Çoğu yabancılardan oluşan topçuların ardında atlı süvariler bulunuyordu. Plana göre Osmanlı Ordusunun harekâtı topçularla durdurulacak ve atlı süvarilerin hücûmuyla ordu yok edilecekti.
Yavuz Sultan Selim Hân, Memlüklerin elinde bulunan esirlerden sağladığı istihbaratla Tomanbay’ın savaş planını öğrenmiş ve önlemlerini ona göre belirlemişti. Buna göre Sinâ çölünün ardından dolaşılacak ve taarruz bu şekilde ters cepheden gerçekleştirilecekti. Taarruza kadar sürecek sefer esnasında tacizlerde bulunacak bedevî toplulukların da olabileceği hesaba katılmış ve bu gerçekleştirilen saldırılar başarılı bir şekilde bertaraf edilmişti.
Yavuz Sultan Selim Hân bugünkü şartlarda bile geçilmesi son derece zor olan ve daha önce hiç geçilmemiş olan Sina Çölünü, Ordusunun beraberinde bulunan ağır toplar ve teçhizâtla beraber on üç gün gibi kısa bir sürede geçmeyi başardı. Bu büyük ve meşakkatli çölü geçiş süresinin bu kadar kısalması ve hayvanların su sıkıntısı çekmemesi, yağan yağmurlara ve bu yağmur yoğunluğu neticesinde çöl kumlarının katılaşmasına bağlanmıştır.
Osmanlı Ordusu, el-Mukaddam Dağı’nın etrafını dolaşmak suretiyle Mısır ordusuna güneyden taarruzda bulunarak onların topları kullanmalarına imkân bırakılmadı. Memlükler çok güvendikleri toplarını istedikleri gibi kullanamazken Osmanlı Ordusu ise beraberinde getirdikleri topları taarruza uygun bir şekilde yerleştirip verimli bir şekilde kullanmayı başarabilmişti. Muhârebenin gâlibiyetle neticelenmesinde bu topları kullanmadaki başarının son derece etkili olduğu kaydedilmektedir.
Ciddî yakın muhârebelerin yaşandığı savaşta, Vezîriâzam Hadım Sinan Paşa komutasındaki sağ ve Vezir Yûnus Paşa komutasındaki sol kanadın da taarruzlarıyla birlikte Memlûklerin yapabileceği fazla bir şey kalmamıştı. Son hamle olarak Memlükler Yavuz Sultan Selim Hân’ın otağını hedef alarak onu şehîd edip Ordunun dağılmasını sağlamak istemişseler de, bu durumu önceden tahmin eden Yavuz Sultan Selim Hân, otağını başka yere kurmuş bulunduğundan Tomanbay’a hedef olmamıştı; Tomanbay’ın hedef aldığı otağ ise, Sinan Paşa’nın otağıydı. Sinan Paşa kahramanca çarpışmasına rağmen şehîd düştü. Yavuz Sultan Selim Hân, Sinan Paşa için: “Sinan’ı Mısır’a değişmezdim. Sinan’sız Mısır’da ne güzellik olur’’ sözleriyle O’na verdiği değeri açıkça izhâr etmiştir.
Ridâniye Zaferinin Netîceleri
Ridâniye zaferiyle yalnızca Memlük ve Osmanlı hânedânlarının târihi değil, dünyanın târihi değişmiştir. Mısır ve Arabistan Yarımadası da 1516 ve 1517 yılında Osmanlı topraklarına katılan diğer bölgeler gibi Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve Osmanlı Devleti’nin hudûdu böylece Kızıldeniz-Hind Okyanusu ve Atlas Okyanusuna kadar dayanmıştır. Hicâz ve Ortadoğudaki mukaddes mekânlar Osmanlı hizmetine geçmiş ve tâmir, tâdilat, yenilenme ve ilâvelerle halkın ziyâretlerine açılmıştır.
Ridâniye zaferinin en önemli netîcesi hiç şüphesiz hilâfetin Osmanlı Devleti’ne geçmiş olmasıdır. Yivli topların başarılı bir şekilde kullanılmış olması, teknikte ilerlemenin göstergesi olması açısından mühimdir. Bu zafer, Yavuz Sultan Selim Hân’ın harekât kâbiliyeti, sevk ve idâre, muharebe taktik ve stratejisi açısından genel harp tarihinin eşsiz numuneleri arasına girmiştir.
22 Ocak 1517’de Osmanlı Devleti’nin gâlibiyeti, Memlükler’in mağlûbiyetiyle sonuçlanan mağlubiyet Ridâniye zaferinin sonucunda Memlûk Devleti tarihe karışmış, 24 Ocak’ta Kâhire’ye girilmesiyle de Osmanlı Devleti açısından Mısır’ın tamamının fethi gerçekleşmiştir.[3]
Dipnotlar
[1] A. Fulya Eruz – İsmail Yiğit, “Memlükler”, DİA, c. 29, s. 98-100.
[2] A. Fulya Eruz – İsmail Yiğit, “Memlükler”, DİA, c. 29, s. 93; Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c. 2, s. 216.
[3] Feridun Emecen, “Ridâniye Savaşı”, DİA, c. 35, s. 88; Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, s. 223-230.