Ümmet şuurunun haçlı ittifâkına en büyük darbelerinden biri olan ve onların gelecek planlarını tamamen altüst eden Çanakkale Zaferi için çarpışan şehîd ve gâzîlerimizi, bu zaferin sene-i devriyesi olan 18 Mart tarihinde bir kez daha hayırla hatırlıyor ve rahmet, minnet ve şükrân ile yâd ediyoruz.
1900’lü yılların başına gelindiğinde bir dünya harbinin ayak sesleri iyiden iyiye duyulmaya başlanmıştı. Tarihin en uzun hüküm sürmüş hânedânı Osmanlı, topraklarını büyük ölçüde kaybetmiş, büyük bir cihan imparatorluğu hüviyetini haiz bulunduğu günlerden çok daha gerilemiş bir vaziyetteydi. Dünyayı bir paylaşım yeri olarak gören güçler, insan ve yeraltı-yerüstü kaynaklarının paylaşımı esnasında adeta şaşırmış bir şekilde, birbirleriyle dövüşmeye başlamışlardı. Yıllar yılı ittifâk halinde olan dostların hakikatteki sahteliği iyice su yüzüne çıkmış ve birbirlerinin menfaatlerini hazmedemeyen hasımlara dönüşmüşlerdi.
Boğazlar, sıcak denizlere inmek zorunda olan devletler için son derece mühimdi. Bu sebeple, boğazların hâkimi toprakları istila ederek onları denizaşırı seferleri için kullanmaları kaçınılmaz bir hâl almış, sömürge hâline getirdikleri toprakları daha derinden sömürebilmek ve kurdukları düzeni muhafaza edebilmek için bu yolları kullanmaya muhtaç bir duruma düşmüşlerdi. Seneler ilerledikçe İtilaf ve İttifak devletleri olmak üzere iki gruba ayrılmış olan güçlerin birbirleriyle savaşları da yeni hesaplarla beraber daha da şiddetlenerek devam ediyordu.
Osmanlı Devleti başlangıçta 1. Dünya Savaşına katılmamışsa da, boğazları elinde bulundurması sebebiyle Almanya üzerinde planları olan itilaf devletlerinin direkt hedefi haline gelmişti. Bunun üzerine Almanya ile bir antlaşma imzalanarak bu çatışmaya müdahil olma zarureti doğdu. Antlaşmaya bağlı olarak Alman gemileriyle beraber hareket eden Osmanlı gemilerinin de bulunduğu filonun Rus limanlarını bombalaması üzerine artık savaşa yönelik fiilî müdahale kaçınılmaz hâle geldi.
19 Şubat 1915’te başlayıp 25 Şubat’a kadar süren bombardımanlar sonucu ordumuz gerilemek zorunda kalmışsa da, küffarın 18 Mart 1915 günü düzenlediği en ağır saldırıyı püskürtmeye ve onları hiç beklemedikleri bir şekilde bozguna uğratmaya muvaffâk olundu.
Çanakkale zaferi, tarihteki diğer deniz savaşları gibi yalnızca cereyan ettiği bölgenin hâkimiyetine dair bir mücadeleden ibaret kalmamış, esasında haçı Ayasofya’ya yeniden dikme, İstanbul’u alıp Anadolu’ya tamamıyla hâkim olma mücadelesi hâline dönüşmüştür. Onların bu gayeleri, bizzat kendi kaynaklarının ve tarihçilerinin kaydettiği bilgilerle sabittir.
Zafer, 18 Mart tarihinden sonra da büyüyerek devam etmiş, deniz savaşında başarılı olamayan itilaf devletlerinin kara saldırıları da göğsünü siper eden şehidlerimizin ulvî duygularla sergiledikleri fedakârlıkları vesilesiyle bertaraf edilmiştir. Düşman askerleri kıyılarda adeta çakılıp kalmış, ilerleyememişlerdir.
Yalnızca Askerî Bir Başarı Değil Manevî Yardımın Ulaştığı Bir Zafer
Çanakkale zaferi, askerî bir başarı olmasının yanında, ordumuzun manevî anlamda da desteklendiği bir zaferdir. Şâhidlerin anlattıklarına ve hatıratlarında kaydettiklerine göre bu zafer esnasında birçok harikulâde hâller söz konusu olmuştur. Büyük velî Sultan 2. Abdülhamid Hân’ın da top atışları henüz başladığında saldırıların sonuç vermeyeceğini şu şekilde haber verdiği kaydedilmiştir: “Bu sabah namazdan evvel Kur’ân-ı Kerîm tilâvetini müteakip Şifâ-i Şerîf okurken Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in kokusundan bahsedilen bölümde o güne kadar hiç hissetmediğim bir letafet ve güzellikte bir koku peyda oldu. Bu koku, İslâm’a karşı artarak devam eden saldırıların artık Gayretullâh’a dokunduğunun bir işaretidir. İslâm’ın öz topraklarına düzenlenen bu saldırılar sonuçsuz kalacaktır…”
Arapgirli Cevat Paşa’nın Nusret mayın gemisi ile boğaza mayın döşemesini telkin eden rüyası, düşmanın Norfolk Alayının bir tepede bulundukları sırada sırlarla dolu bir bulutun gelerek onları alıp götürmesi, Seyit Onbaşı’nın ağırlığı normal şartlarda bir insanın kaldıramayacağı derecede olan bir topu kaldırarak ateşlemesi, zehirli gaz kullandığı belirtilen düşman askerlerinin, tersine dönen rüzgâr sebebiyle kullandıkları gazın hışmına uğramaları… gibi görgü şahidleri tarafından aktarılan onlarca harikulade hâdise, bu zaferin salt bir askerî zafer olmadığının önemli göstergelerindendir.
Aynalı Tüfekler Çarpışmanın Büyük Şâhidi
Çanakkale zaferi, göğüs göğse süngülü çarpışmaların, siperden başı çıkartmanın mümkün olmadığı, metrekareye yaklaşık 6000 merminin düştüğü büyük bir karşılaşmadır. Siperden başı çıkartmanın mümkün olmaması sebebiyle düşmanın yaklaşıp yaklaşmadığını görebilmek için kullanılan aynalı tüfekler ve arazide ziyaretçilerin dahi bugün hâlâ tevâfuk ettikleri patlamamış mermi, el bombası gibi teçhizat türünden kalıntılar, bu çarpışmanın derecesini göstermesi bakımından mücessem örneklerdir. Harbe giden erkeklerinin tamamının şehîd düştüğü köyler de durumun boyutunu çarpıcı bir şekilde anlatan örneklerdir. Çanakkale zaferi esnasında ordumuz; bir kısmı muharebede, bir kısmı hastanede olmak üzere toplam 150.000’in üzerinde şehîd vermiş, on binin üzerinde askerimizden haber alabilmek mümkün olmamış, on binlerce insanımız da salgın hastalıklara duçar olmuştur.
Çanakkale Zaferi Ümmet Şuûrunun Küffâra Büyük Darbesidir
Çanakkale şehidleri arasında Osmanlı topraklarının hâkim olduğu bölgelerde şehîd vermeyen şehir adeta kalmadığı gibi, Osmanlı’nın hâkimiyetini kaybettiği bölgelerden de birçok nefer şehîd düşmüştür. Sınırların bir ucundan diğer ucuna, istisnasız bütün yerleşim birimleri ve muhtelif milletlere mensup, ümmet şuûruyla bir araya gelmiş olan şehâdete hazır neferler gözlerini hiç kırpmadan düşman üzerine atılarak ya düşmanlarını alt etmiş ya da şehâdet şerbeti içmişlerdir.
Bu zaferin ümmet şuûruna ait olduğu gerçeğini, başında mezar taşları bulunan şehîdlerin mensup bulundukları millet ve yöreleri inceleyerek görebilmek mümkündür. Seferberlik söz konusu olduğunda yalnızca İslâm’ın bekası için cihâd ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ümmetinden olma şerefi kalmış; zafer bu hissiyâtla müyesser olmuştur.